03-13-2024, 10:02 PM
ZİHİN VE YÜREK YORGUNLUĞUNUN MİMARI DİJİTAL DÜNYA
Yaşadığımız çağ, insanın sosyal medya kullandığı sürece varlığının kabul gördüğü bir çağ. İşte bu dünyada var olmaya çalışan günümüz insanı, içerik üretmese bile üretilen içerikleri takip ederken yabancısı olduğu içeriklere, bilgilere, kendisini ilgilendirmeyen gündemlere, paylaşımlara maruz kaldığının ve bu nedenle yaşadığı yorgunluğun çoğu zaman farkında bile olamıyor.
Hatta bu fiziksel ve ruhsal yorgunluk o derece sıklıkla yaşanıyor ki psikoloji literatürüne her geçen gün yeni kavramlar ekleniyor; aşırı bilgi yüklenmesi infobezite (bilgi obezliği) gibi, teknolojik bağımlılık gibi, teknolojik yoksunluk korkusu-gündemden kopma korkusu(fomo)gibi, doomscrolling (felaket kaydırması-kötü haber bağımlılığı) gibi, iş yerlerinde aşırı teknoloji kullanımının yüklediği teknostres gibi, sosyal ağ yorgunluğu gibi…
Günümüzde olumsuz haberleri daha fazla tüketme dürtüsü, çoğu zaman olumlu haberlere galip geliyor. Bunun nedeni büyük ihtimalle tehlikeleri taramak ve tahmin etmek üzere geliştirdiğimiz, olumsuzluklara karşı tedbirli ve güçlü olmamızı ve hayatta kalmamızı sağlayan özelliğimiz. Belki de bu nedenle şimdilerde sosyal medya ağlarında parmaklarımız sürekli olarak bize sunulan olumsuz haberlerin üzerine basıyor. Ya da muhtemelen bu özelliğimiz dikkate alınarak olumsuz manşetler büyük puntolarla endişe verici ve daha fazla trajik içerikle sunuluyor. Ve bizler gündemi kaçırma korkusu ve bilgi sahibi olma isteğiyle gönüllü giriyoruz bu döngüye. Felaket kaydırması özelliğimiz (kötü haber bağımlılığı) bu haberleri arayan ve parmaklarını bu haberlere istemsizce kaydıran bir kitleyle, bu haberleri görünür yapan sunucular arasında ciddi bir sarmal oluşturuyor. Bu sarmal; bizlere sürekli olumsuz haber sunan, hem enerjimizi hem vaktimizi ve hem de yaşama sevincimizi yok eden bir sarmal. Yani aslında insanı tehlikelere hazırlayan, tedbir almasını sağlayacak olan bu özellik bir noktadan sonra bize zarar vermeye başlıyor. Normalde beyin alt frontal lob, yeni bilgilere dayalı inançlarımızı güncellerken olumsuz haberleri seçip filtreleme özelliğine sahip, buna rağmen bizler bu doğal filtrelemeyi geride bırakıp fiziksel ve ruhsal sağlığımızı tehdit etme pahasına kötücül haberlerin peşine düşmeyi bırakamıyoruz.
Bu mecralarda insan mahremiyetinin iletişim teknolojileri yoluyla tüm sosyal medya alanlarına nüfuz etmesi ve bu alanlarda kontrolü yitirmiş olma kaygısı da alt metinde ruhumuzu yormaya devam ediyor.
Sosyal ağlarda geçirilen uzun saatler boyunca yapay ışığa maruz kalma ve uyku saatinin gecikmesi, melatonin hormonunu engelleyerek uyku bozukluklarını da beraberinde getiriyor.
İdeal hayatların ve bedenlerin abartılarak gerçek hayattan kopuk sunulması, takipçilerde öz güven ve öz saygı eksilmesine, başarısızlık ve yetersizlik duygularına neden oluyor.
Yapılan araştırmalar sosyal medya bağımlılığının ikili ilişkilerde ve sosyal etkileşimlerde iletişimin süresini ve kalitesini düşürdüğünü, insanlar arasında öfke kontrolsüzlüğünün ve tahammülsüzlüğün artık çok görünür olduğunu ve çağ insanının giderek yalnızlaştığını gösteriyor.
Aslında hepimiz belli dönemlerde kendimizi mutsuz hissedip özellikle maruz kaldığımız savaş, kaza, doğal felaket, cinayet haberleri sarmalında kendimizi tahammülsüz, stresli ve yorgun hissedebiliyoruz. Bu da insan olmanın bir gereği olsa gerek. Merhamet, empati, adalet arayışı, haksızlıklara ve zalimliklere karşı duyulan öfke ve en önemlisi bunca kötülük karşısında hiçbir şey yapamama, yetersizlik hissi genel bir stres ve yorgunluğu beraberinde getiriyor. Bu durumu fark edemeyip bir girdaba sürüklendiğimizde normal yaşantının rutinleri bozulmaya başlıyor.
Sosyal medya yorgunluğumuz bizi bilişsel olarak aşırı yüklenmeye davranışsal olarak unutkanlığa, motivasyon düşüklüğüne, duyusal olarak da endişe, sinirlilik, duygusal kontrol eksikliği ve tükenmişliğe sürüklüyor. Son dönemlerde rutin işleri yaparken zorlanan, parmağımı kaldıracak enerjiyi bile bulamıyorum diyen, fiziksel ve ruhsal enerjisinin yetersizliğinden şikâyet eden, yakın çevresine karşı tahammülsüzlüğünden ve sabırsızlığından dem vuran, kolay öfkelendiğini, aynaya baktığında kendisini beğenmediğini söyleyen ve artık hayatın tadının kaçtığını hisseden oldukça fazla “yürek yorgunu” insan var.
Çoğu zaman günlük yaşantımızda güç aldığımız içsel kaynaklar dediğimiz ve motivasyonumuzu artıran o gücü bulamamak, mutluluk kaynaklarının artık mutlu etmemesi, yeme ve uyku düzenlerinin aksaması, eskilerin deyimiyle yürek yorgunluğunun yani depresyonun semptomlarıdır. Peki bu noktaya gelmemek ve her şeye rağmen iyilik hâlimizi korumak nasıl mümkündür?
Sosyal medyanın bize farkında olmadan verdiği zararın etkisinden kurtulmak ancak kararlı bir çaba, zihniyet değişikliği ve kişisel sınırlarımızı belirlemeyle mümkün olur.
İyimserliğin geliştirilebilecek bir özellik olduğunu göz önüne alırsak hangi yollarla geliştirebileceğimizi de buluruz.
*Hayatımıza katacağımız yeni hobiler,
*Sosyal faaliyetler,
*Dostlarla planlanan geziler,
*İnancımızın getirdiği sorumluluklar,
*İyilik hareketlerinde gönüllülük,
*Düzenli yapılan egzersizler, yürüyüşler,
*Günün belli saatlerinde izlenen (hatta mümkünse dinlenilen) haberler,
*Geleceğe ait planlamalar ve organizasyonlar,
*Sosyal medyayı belirlenmiş saatlerde ve belli bir amaç üzere kullanmak ve güvenilir kaynakların takibi,
*Kahve, çay ve hatta yemek yerken bir şey izlememek,
*Yatarken ve sabah kalkar kalkmaz sosyal medyadan uzak durmak,
*Kendimize ayıracağımız saatlerde rutinler oluşturmak,
*Ve en önemlisi de bizi mutlu eden insanlarla bir arada olmaya özen göstermek bizi bu yürek yorgunluğundan uzak tutacaktır.
Betül KARAPINAR
Psikolog
Diyanet Aylık Dergi
Yaşadığımız çağ, insanın sosyal medya kullandığı sürece varlığının kabul gördüğü bir çağ. İşte bu dünyada var olmaya çalışan günümüz insanı, içerik üretmese bile üretilen içerikleri takip ederken yabancısı olduğu içeriklere, bilgilere, kendisini ilgilendirmeyen gündemlere, paylaşımlara maruz kaldığının ve bu nedenle yaşadığı yorgunluğun çoğu zaman farkında bile olamıyor.
Hatta bu fiziksel ve ruhsal yorgunluk o derece sıklıkla yaşanıyor ki psikoloji literatürüne her geçen gün yeni kavramlar ekleniyor; aşırı bilgi yüklenmesi infobezite (bilgi obezliği) gibi, teknolojik bağımlılık gibi, teknolojik yoksunluk korkusu-gündemden kopma korkusu(fomo)gibi, doomscrolling (felaket kaydırması-kötü haber bağımlılığı) gibi, iş yerlerinde aşırı teknoloji kullanımının yüklediği teknostres gibi, sosyal ağ yorgunluğu gibi…
Günümüzde olumsuz haberleri daha fazla tüketme dürtüsü, çoğu zaman olumlu haberlere galip geliyor. Bunun nedeni büyük ihtimalle tehlikeleri taramak ve tahmin etmek üzere geliştirdiğimiz, olumsuzluklara karşı tedbirli ve güçlü olmamızı ve hayatta kalmamızı sağlayan özelliğimiz. Belki de bu nedenle şimdilerde sosyal medya ağlarında parmaklarımız sürekli olarak bize sunulan olumsuz haberlerin üzerine basıyor. Ya da muhtemelen bu özelliğimiz dikkate alınarak olumsuz manşetler büyük puntolarla endişe verici ve daha fazla trajik içerikle sunuluyor. Ve bizler gündemi kaçırma korkusu ve bilgi sahibi olma isteğiyle gönüllü giriyoruz bu döngüye. Felaket kaydırması özelliğimiz (kötü haber bağımlılığı) bu haberleri arayan ve parmaklarını bu haberlere istemsizce kaydıran bir kitleyle, bu haberleri görünür yapan sunucular arasında ciddi bir sarmal oluşturuyor. Bu sarmal; bizlere sürekli olumsuz haber sunan, hem enerjimizi hem vaktimizi ve hem de yaşama sevincimizi yok eden bir sarmal. Yani aslında insanı tehlikelere hazırlayan, tedbir almasını sağlayacak olan bu özellik bir noktadan sonra bize zarar vermeye başlıyor. Normalde beyin alt frontal lob, yeni bilgilere dayalı inançlarımızı güncellerken olumsuz haberleri seçip filtreleme özelliğine sahip, buna rağmen bizler bu doğal filtrelemeyi geride bırakıp fiziksel ve ruhsal sağlığımızı tehdit etme pahasına kötücül haberlerin peşine düşmeyi bırakamıyoruz.
Bu mecralarda insan mahremiyetinin iletişim teknolojileri yoluyla tüm sosyal medya alanlarına nüfuz etmesi ve bu alanlarda kontrolü yitirmiş olma kaygısı da alt metinde ruhumuzu yormaya devam ediyor.
Sosyal ağlarda geçirilen uzun saatler boyunca yapay ışığa maruz kalma ve uyku saatinin gecikmesi, melatonin hormonunu engelleyerek uyku bozukluklarını da beraberinde getiriyor.
İdeal hayatların ve bedenlerin abartılarak gerçek hayattan kopuk sunulması, takipçilerde öz güven ve öz saygı eksilmesine, başarısızlık ve yetersizlik duygularına neden oluyor.
Yapılan araştırmalar sosyal medya bağımlılığının ikili ilişkilerde ve sosyal etkileşimlerde iletişimin süresini ve kalitesini düşürdüğünü, insanlar arasında öfke kontrolsüzlüğünün ve tahammülsüzlüğün artık çok görünür olduğunu ve çağ insanının giderek yalnızlaştığını gösteriyor.
Aslında hepimiz belli dönemlerde kendimizi mutsuz hissedip özellikle maruz kaldığımız savaş, kaza, doğal felaket, cinayet haberleri sarmalında kendimizi tahammülsüz, stresli ve yorgun hissedebiliyoruz. Bu da insan olmanın bir gereği olsa gerek. Merhamet, empati, adalet arayışı, haksızlıklara ve zalimliklere karşı duyulan öfke ve en önemlisi bunca kötülük karşısında hiçbir şey yapamama, yetersizlik hissi genel bir stres ve yorgunluğu beraberinde getiriyor. Bu durumu fark edemeyip bir girdaba sürüklendiğimizde normal yaşantının rutinleri bozulmaya başlıyor.
Sosyal medya yorgunluğumuz bizi bilişsel olarak aşırı yüklenmeye davranışsal olarak unutkanlığa, motivasyon düşüklüğüne, duyusal olarak da endişe, sinirlilik, duygusal kontrol eksikliği ve tükenmişliğe sürüklüyor. Son dönemlerde rutin işleri yaparken zorlanan, parmağımı kaldıracak enerjiyi bile bulamıyorum diyen, fiziksel ve ruhsal enerjisinin yetersizliğinden şikâyet eden, yakın çevresine karşı tahammülsüzlüğünden ve sabırsızlığından dem vuran, kolay öfkelendiğini, aynaya baktığında kendisini beğenmediğini söyleyen ve artık hayatın tadının kaçtığını hisseden oldukça fazla “yürek yorgunu” insan var.
Çoğu zaman günlük yaşantımızda güç aldığımız içsel kaynaklar dediğimiz ve motivasyonumuzu artıran o gücü bulamamak, mutluluk kaynaklarının artık mutlu etmemesi, yeme ve uyku düzenlerinin aksaması, eskilerin deyimiyle yürek yorgunluğunun yani depresyonun semptomlarıdır. Peki bu noktaya gelmemek ve her şeye rağmen iyilik hâlimizi korumak nasıl mümkündür?
Sosyal medyanın bize farkında olmadan verdiği zararın etkisinden kurtulmak ancak kararlı bir çaba, zihniyet değişikliği ve kişisel sınırlarımızı belirlemeyle mümkün olur.
İyimserliğin geliştirilebilecek bir özellik olduğunu göz önüne alırsak hangi yollarla geliştirebileceğimizi de buluruz.
*Hayatımıza katacağımız yeni hobiler,
*Sosyal faaliyetler,
*Dostlarla planlanan geziler,
*İnancımızın getirdiği sorumluluklar,
*İyilik hareketlerinde gönüllülük,
*Düzenli yapılan egzersizler, yürüyüşler,
*Günün belli saatlerinde izlenen (hatta mümkünse dinlenilen) haberler,
*Geleceğe ait planlamalar ve organizasyonlar,
*Sosyal medyayı belirlenmiş saatlerde ve belli bir amaç üzere kullanmak ve güvenilir kaynakların takibi,
*Kahve, çay ve hatta yemek yerken bir şey izlememek,
*Yatarken ve sabah kalkar kalkmaz sosyal medyadan uzak durmak,
*Kendimize ayıracağımız saatlerde rutinler oluşturmak,
*Ve en önemlisi de bizi mutlu eden insanlarla bir arada olmaya özen göstermek bizi bu yürek yorgunluğundan uzak tutacaktır.
Betül KARAPINAR
Psikolog
Diyanet Aylık Dergi