07-07-2024, 05:21 PM
YARININ DÜNYASINDA İTALYA PENCERESİNDEN DİN
Hamuru Eski Roma, Hristiyanlık ve Rönesans sanatı ile yoğrulmuş; toplumsal, siyasal düzen ve asayişi saray, kilise ve zenginler arasındaki sıkı ittifaklarla kurulmuş bir İtalya var karşımızda. Eski ile yeniyi harmanlayan tarihî şehirleri âdeta birer açık hava müzesi. Baskın Katolik din yorumu, uygulaması, görkemli kiliseleri ve zengin din sembolizmi ile İtalya, geri dönülmez bir sosyal ve kültürel çeşitliliğe ev sahipliği yapıyor. Geleneksel dinsel ve kültürel homojenlik artık yok. Katolik Kilisesi modeli üzerine oturmuş geleneksel Hristiyan inanca meydan okuyan, küresel göç dalgasının sebep olduğu geniş bir inanç/din yelpazesi var. Nüfusun % 5,8’ine denk gelen yaklaşık 4 milyonluk “Ben dinsizim!” diyenler ordusu da unutulmamalı. Yaklaşık 59 milyon nüfus var; 53,5 milyonu Hristiyan ve bunun 51 milyonu Katolik. Her yerde aşikâr, yoğun, hissedilir bir Katolik tarzı ve yorumu hâkim.
Dünün İtalya’sında din, hayatın ana temasıydı ama bugün için bunu söylemek pek mümkün değil. Papalığın, başpiskoposların şehirlerin sosyal, siyasi ve ekonomik hayatına doğrudan müdahil olduğu orta çağlardan çok farklı bir İtalya var karşımızda. İnsani gelişme ve mükemmelliği temel alan klasik hümanist Rönesans kültürüyle mayalanan büyük tarihî şehirlerin kapitalizmin yoz, baskın, bozguncu ve tahakkümcü modern kültüründen fazlasıyla nasiplendiği aşikâr. İtalya, Papalığın merkez üssü Vatikan sayesinde Hristiyanlığın özgün Katolik yorumlarını üretme tekelini elinde tutuyor. Asırlar önce gotik ya da barok mimariyle inşa edilen katedraller, kiliseler doğanın yıpratıcı, savaşların imha edici gücüne direnerek ayakta kalabilmişler. Hepsi günümüz modern İtalya şehirlerinin hâlâ en şaşaalı ve en muhkem yapıları olma özelliğini koruyorlar.
İtalya’nın Hristiyan geçmişinin dilsiz şahitleri olan bu mabetlerin büyük bir kısmı bugün birer müze hüviyeti taşıyor. Dün bu görkemli yapılara maddi destek, azizlerle aralarını iyi tutabilmek, cennetteki yerlerini sağlamlaştırabilmek için cömert bağışlar yapan krallardan, soylulardan ve zenginlerden geliyordu; bugün ise devletten ve turistlerin giriş ücretlerinden geliyor. Byung-Chul Han, tam da bu noktada kapitalizm ve dinin artık denkleştiğini, ibadet için gelenle gezmek için gelenin aynı düzlemde buluştuğunu söyler. İnanan nezdinde anlam yüklü mabet, turist için artık “anlamca içi boşalmış” bir yerdir. (Byung-Chul Han, Ritüellerin Yok Oluşuna Dair, çev. Çağlar Tanyeri, İnka Yay., İstanbul 2022, 53.) Doğrusu, kilise ziyaretçilerinin aradığı şey, göze hitap edecek ihtişam ve şatafattır; bir ibadet ya da ritüelin ruhları okşayan, alıp götüren büyüsü değildir.
İtalyan anayasası, devleti ve kiliseyi bağımsız ama birbirleriyle karşılıklı bağımlılık ilişkisi esası üzerine konumlandırmış. İtalyan devleti kâğıt üzerinde “seküler” olsa da Katolik Kilisesi bireyin din ve kilise ile olan ilişkilerinin düzenlenmesinde öncü rolüne sahip. İtalyan toplumunun tarihî ve kültürel kimliği ile değer, anlam ve ufuk haznesini muhafaza etmede, yeni durum ve şartlara göre tazelemede devlet ve kilise arasında karşılıklı bir uyum ve dayanışma var. Hz. İsa’nın yeryüzündeki tek meşru vekili olduğunu iddia eden ve dolayısıyla dünyadaki bütün Hristiyan topluluklar üzerinde hâkimiyet iddiası taşıyan Papalığın İtalya üzerinde de bariz bir etkisi var.
Bugün İtalyan halkı geçmişteki atalarından daha mı az dindar, daha mı az ahlaklı, değerlerine daha mı az düşkün, bu elbette tartışma götürür. İnsanı, ahlakını, inancını ve değerlerini sömüren devirler dün vardı, bugün de var, yarın da var olacak. Dindar ya da ahlaklı olup olmama bir tarafa, Katolik inancı İtalyan halkının zihniyet yapısını, değerler skalasını, insan ve kâinat algısını, hayat felsefesini, eylem, düşünce ve semboller dünyasını şekillendiren en güçlü unsur olma özelliğini hâlâ koruyor. Bu durum güney İtalya’da kuzeye nispetle çok daha görünür ve belirgin. Dolayısıyla olumlu ya da olumsuz bir genellemede bulunmak hatalı olur. Dünün ve bugünün İtalya’sında ritüelleri, sembolleri ve söylemleri ile yalnızca kültüre değil, aynı zamanda hayata da nüfuz eden köklü, geleneksel, tarihî bir dinsel nizam var ve bu da Katoliklik. Üzerinde ihtilaf olsa da İtalyan bayrağındaki yeşil, ümidi; beyaz, inancı; kırmızı ise yardımlaşmayı, iyiliği temsil etmektedir. Kayalara oyulan kovuklara, evlerin, apartmanların köşelerine, kapı girişlerine, mahalle aralarına yerleştirilen Meryem, İsa ve azizlerin figürleri ve heykelleri, yakılan mumlar taşıyla, toprağıyla, havasıyla İtalya’nın koyu Katolik rengini ziyadesiyle ele veriyor.
Diğer taraftan, derinliğe, hakikate ve anlama duyulan özlemi yok etme, önüne çıkan her şeyi düzleştirme emeliyle yanıp tutuşan neoliberal kapitalizmin boğucu ikliminde dinlerin kültürü besleme, ruhları titreten sembol, söylem ve metotlar üretme kabiliyetleri günbegün köreliyor. Dinsel kimliklerde, dine ve kurumlarına bakışta başlayan köklü dönüşüm toplumların parçalanma sürecine girdiğini haber veriyor. Nesiller kendi kültürlerinden, dinlerinden ve toplumlarından adım adım uzaklaşıyorlar. (Ali Köse, Dinin Geleceği, Nobel Yay., Ankara 2023, vii-xii.) İnanmak, adanmak, bağlanmak, ait olmak gibi derin anlam yüklü değerler onlar için artık pek bir kıymet ifade etmiyor. Neoliberal rejimin küresel dayatmalarından dünyanın her ülkesi gibi yeterince nasiplenen İtalya, yavaş yavaş Katoliğin dinin çekim alanının dışına kayıyor. Tüm görünür sembollerine ve güçlü kurumlarına rağmen İtalya’da din, yarının dünyasında toplumun marjinlerine itilme kaderiyle yüz yüze. Bununla nasıl baş edeceğini zaman gösterecek.
Dünkü İtalya’nın bugünkü İtalya’dan daha dindar olduğunu söylemek bir genelleme olur. Rönesans uzmanı Ross King 1300’lü yılların Roma’sında silahlı insanların birbirlerine ok fırlattığından, kiliselerin renkli camlarının taşlandığından bahseder. Roma’da evler basılmakta, duvarlar yıkılmakta, kiliseler çökmekte, kutsal emanetler çalınmakta, yasalar çiğnenmektedir. O günlerin İtalyan hümanist şairi Petrarch, “Barış sürgünde” der. (Ross King, Floransa Kitapçısı, E Yay., İstanbul 2023, 36.) XVI ve XVII. asırlarda, halk dinin emir ve kurallarından habersizdir. Napoli’nin yanı başındaki Sorrento piskoposluğu, insanların dini umursamayışlarından, ayinlere ve vaftiz törenlerine katılmayışlarından şikâyetçi olur ve Kilise’yi tedbir alması için uyarır. Avrupa milletlerinin karakter ve psikolojilerini kaleme alan Fransız tarihçi Alfred Fouillée de Rönesans’ın İtalya’ya dinsizlik ve ahlaksızlık aşıladığını, Kilise’nin baskı ve yasaklarından usanan halkın dinden uzaklaşıp bencilliğe saplandığını ifade eder. Ona göre, Rönesans, İtalya’nın büyük bir millî ahlak buhranı yaşadığı dönemdir. (Alfred Fouillée, Avrupa Milletlerinin Karakter ve Psikolojileri, İdil Yay., İstanbul 2021, 54.)
Elbette bu tasvirleri herhangi bir İtalyan şehrinin ortaçağlardaki genel manzarası olarak görmek yanlış olur. Kesin olan şu ki kilise, doğal dünyayı anlama ve yorumlama çabasında halkın yegâne rehberiydi. Hristiyan inancı ile doğal dünya arasında bir uyuma vurgu yapan ve bunu yaratıcı bir Tanrı’nın varlığına bağlayan kilise, bu inancı resim, müzik, heykel ve mimari eşliğinde kilisenin iç ve dış mimarisine, tasarımına yansıtmaktaydı. Dinin öğretilerinden habersiz olan halk, azizlere ve onların tapınaklarına büyük saygı duyuyordu. Bu tutum literatürde “Barok dindarlığı” olarak geçer. XVII. asrın sonlarından itibaren kiliselerde, sokak köşelerinde, binalarda ve tapınaklarda sergilenmeye başlayan Barok sanatı, dine duyulan saygının ve sanatçının hünerinin bir ifadesiydi, ancak daha önemlisi, Katolik Kilisesi’nin güç ve otoritesini simgeliyordu.
2021 yılında ölen İtalyanların 21 bini kendilerini yaktırmış. (www.funerali.org) 2001-2022 yılları arasında 14-24 yaş grubunda kilise ritüellerine katılım üçte iki, yetişkinler arasında ise düzenli kilise müdavimi olanlar yüzde elli azalmış durumda (www.settimanenews.it) Gençlerin önemli bir kısmı kilise ayinlerini ve ritüellerini anlamsız ve tuhaf birtakım eylemler silsilesinden ibaret görüyor. Ülkede gençler arasında alkol ve uyuşturucu bağımlılığı her geçen gün biraz daha artıyor. Bu durum neoliberal çağda Katolik Kilisesi’ne yönelik en ciddi meydan okumanın İtalyan gençliğinden geleceğini gösteriyor. Bir kısmı din ile bağını tamamen kesen, bir kısmı pamuk ipliği ile bağlı olan gençlerin kültürel aidiyet kodları giderek silikleşiyor. Kiliseye gidip gitmediğini sorduğum bir İtalyan gencinin cevabı bu minvalde yeterince açıktır sanırım: “Kalbim temiz olduğu sürece dine ihtiyacım yok!”
Bu gençlerin özgürlük taleplerinin bir kısmı toplumun ahlak normları ile bir kısmı da kilisenin inanç esasları ile doğrudan çelişirken bu talepler karşısında Katolik Kilisesi içinden de farklı sesler yükseliyor. Mesela, eşcinsellere karşı izlenecek politika konusunda Kilise içindeki otoritelerin bir kısmı daha kuşatıcı olma, bir kısmı ise asla müsamaha gösterilmemesi taraftarı. Yırtıcı dijital kapitalizmi de arkasına almış seküler kültürün Hristiyanlığın inanç esaslarını ve ahlak duvarını yıkmak için önüne çıkan fırsat ve imkânları geri çevirmediğini gayet iyi bilen Roma Katolik Kilisesi, seküler İtalya devlet güvencesini anayasal teminat ile sağlama almış olsa da yarının dünyasında bu saldırılar ve tacizler karşısında epey zorlanacak gibi gözüküyor.
Ulusal düzeyde İslam ise henüz bir din statüsü tanınmayan İtalya’da din, hemen her ülkede olduğu gibi neoliberalizmin piyasa/pazar rekabetinden ve kuşatıcı ideolojisinden payına düşeni fazlasıyla almış ve almaya devam ediyor. Dinsel ve kültürel kimlikler söz konusu ideolojinin aşındırıcı ve yıpratıcı etkilerinden korunabilmiş değiller. Kilise gerek kendi bağlılarına gerekse kendi dışındakilere ulaşabilmek için neoliberal rekabetçiliğin izin verdiği çerçevede stratejiler ve projeler geliştirme peşinde olsa da metalaşma riskini nasıl bertaraf edeceği müphemliğini koruyor. Hızlı değişime ayak uydurma mücadelesi veren her din ya da mezhep gibi Roma Katolik Hristiyanlığı da hummalı bir biçimde yeni kavramsal çerçeveler ve kuramsal araçlar üretme arayışı içinde. Aksi takdirde yarının dünyasında hareket ve nüfuz alanı onun için çok ama çok daralmış olacak.
Bu bir kehanet değil, görünen köy kılavuz istemez… Rengi, tonu, teolojisi ne olursa olsun, bu her din için geçerli. İngiliz sosyolog Mathew Guest’in “neoliberal din” adını verdiği nevzuhur olgu, geleneksel dinlerin nüfuz alanlarını gasp etmek için dijital kapitalizm rüzgârını da arkasına alıp âdeta tırısa kalkmıştır. Dini ve milliyeti ne olursa olsun, gençlere, kıyamet sonrasında değil, bizzat bu dünyada bir yeryüzü cenneti vadetmektedir.
Yarının dünyasında gençliği bekleyen tehlike büyük ve amansız; kural tanımaz ve pervasız!
Diyanet Aylık Dergi
Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
İtalya Milano Din Hizmetleri Ataşesi
Hamuru Eski Roma, Hristiyanlık ve Rönesans sanatı ile yoğrulmuş; toplumsal, siyasal düzen ve asayişi saray, kilise ve zenginler arasındaki sıkı ittifaklarla kurulmuş bir İtalya var karşımızda. Eski ile yeniyi harmanlayan tarihî şehirleri âdeta birer açık hava müzesi. Baskın Katolik din yorumu, uygulaması, görkemli kiliseleri ve zengin din sembolizmi ile İtalya, geri dönülmez bir sosyal ve kültürel çeşitliliğe ev sahipliği yapıyor. Geleneksel dinsel ve kültürel homojenlik artık yok. Katolik Kilisesi modeli üzerine oturmuş geleneksel Hristiyan inanca meydan okuyan, küresel göç dalgasının sebep olduğu geniş bir inanç/din yelpazesi var. Nüfusun % 5,8’ine denk gelen yaklaşık 4 milyonluk “Ben dinsizim!” diyenler ordusu da unutulmamalı. Yaklaşık 59 milyon nüfus var; 53,5 milyonu Hristiyan ve bunun 51 milyonu Katolik. Her yerde aşikâr, yoğun, hissedilir bir Katolik tarzı ve yorumu hâkim.
Dünün İtalya’sında din, hayatın ana temasıydı ama bugün için bunu söylemek pek mümkün değil. Papalığın, başpiskoposların şehirlerin sosyal, siyasi ve ekonomik hayatına doğrudan müdahil olduğu orta çağlardan çok farklı bir İtalya var karşımızda. İnsani gelişme ve mükemmelliği temel alan klasik hümanist Rönesans kültürüyle mayalanan büyük tarihî şehirlerin kapitalizmin yoz, baskın, bozguncu ve tahakkümcü modern kültüründen fazlasıyla nasiplendiği aşikâr. İtalya, Papalığın merkez üssü Vatikan sayesinde Hristiyanlığın özgün Katolik yorumlarını üretme tekelini elinde tutuyor. Asırlar önce gotik ya da barok mimariyle inşa edilen katedraller, kiliseler doğanın yıpratıcı, savaşların imha edici gücüne direnerek ayakta kalabilmişler. Hepsi günümüz modern İtalya şehirlerinin hâlâ en şaşaalı ve en muhkem yapıları olma özelliğini koruyorlar.
İtalya’nın Hristiyan geçmişinin dilsiz şahitleri olan bu mabetlerin büyük bir kısmı bugün birer müze hüviyeti taşıyor. Dün bu görkemli yapılara maddi destek, azizlerle aralarını iyi tutabilmek, cennetteki yerlerini sağlamlaştırabilmek için cömert bağışlar yapan krallardan, soylulardan ve zenginlerden geliyordu; bugün ise devletten ve turistlerin giriş ücretlerinden geliyor. Byung-Chul Han, tam da bu noktada kapitalizm ve dinin artık denkleştiğini, ibadet için gelenle gezmek için gelenin aynı düzlemde buluştuğunu söyler. İnanan nezdinde anlam yüklü mabet, turist için artık “anlamca içi boşalmış” bir yerdir. (Byung-Chul Han, Ritüellerin Yok Oluşuna Dair, çev. Çağlar Tanyeri, İnka Yay., İstanbul 2022, 53.) Doğrusu, kilise ziyaretçilerinin aradığı şey, göze hitap edecek ihtişam ve şatafattır; bir ibadet ya da ritüelin ruhları okşayan, alıp götüren büyüsü değildir.
İtalyan anayasası, devleti ve kiliseyi bağımsız ama birbirleriyle karşılıklı bağımlılık ilişkisi esası üzerine konumlandırmış. İtalyan devleti kâğıt üzerinde “seküler” olsa da Katolik Kilisesi bireyin din ve kilise ile olan ilişkilerinin düzenlenmesinde öncü rolüne sahip. İtalyan toplumunun tarihî ve kültürel kimliği ile değer, anlam ve ufuk haznesini muhafaza etmede, yeni durum ve şartlara göre tazelemede devlet ve kilise arasında karşılıklı bir uyum ve dayanışma var. Hz. İsa’nın yeryüzündeki tek meşru vekili olduğunu iddia eden ve dolayısıyla dünyadaki bütün Hristiyan topluluklar üzerinde hâkimiyet iddiası taşıyan Papalığın İtalya üzerinde de bariz bir etkisi var.
Bugün İtalyan halkı geçmişteki atalarından daha mı az dindar, daha mı az ahlaklı, değerlerine daha mı az düşkün, bu elbette tartışma götürür. İnsanı, ahlakını, inancını ve değerlerini sömüren devirler dün vardı, bugün de var, yarın da var olacak. Dindar ya da ahlaklı olup olmama bir tarafa, Katolik inancı İtalyan halkının zihniyet yapısını, değerler skalasını, insan ve kâinat algısını, hayat felsefesini, eylem, düşünce ve semboller dünyasını şekillendiren en güçlü unsur olma özelliğini hâlâ koruyor. Bu durum güney İtalya’da kuzeye nispetle çok daha görünür ve belirgin. Dolayısıyla olumlu ya da olumsuz bir genellemede bulunmak hatalı olur. Dünün ve bugünün İtalya’sında ritüelleri, sembolleri ve söylemleri ile yalnızca kültüre değil, aynı zamanda hayata da nüfuz eden köklü, geleneksel, tarihî bir dinsel nizam var ve bu da Katoliklik. Üzerinde ihtilaf olsa da İtalyan bayrağındaki yeşil, ümidi; beyaz, inancı; kırmızı ise yardımlaşmayı, iyiliği temsil etmektedir. Kayalara oyulan kovuklara, evlerin, apartmanların köşelerine, kapı girişlerine, mahalle aralarına yerleştirilen Meryem, İsa ve azizlerin figürleri ve heykelleri, yakılan mumlar taşıyla, toprağıyla, havasıyla İtalya’nın koyu Katolik rengini ziyadesiyle ele veriyor.
Diğer taraftan, derinliğe, hakikate ve anlama duyulan özlemi yok etme, önüne çıkan her şeyi düzleştirme emeliyle yanıp tutuşan neoliberal kapitalizmin boğucu ikliminde dinlerin kültürü besleme, ruhları titreten sembol, söylem ve metotlar üretme kabiliyetleri günbegün köreliyor. Dinsel kimliklerde, dine ve kurumlarına bakışta başlayan köklü dönüşüm toplumların parçalanma sürecine girdiğini haber veriyor. Nesiller kendi kültürlerinden, dinlerinden ve toplumlarından adım adım uzaklaşıyorlar. (Ali Köse, Dinin Geleceği, Nobel Yay., Ankara 2023, vii-xii.) İnanmak, adanmak, bağlanmak, ait olmak gibi derin anlam yüklü değerler onlar için artık pek bir kıymet ifade etmiyor. Neoliberal rejimin küresel dayatmalarından dünyanın her ülkesi gibi yeterince nasiplenen İtalya, yavaş yavaş Katoliğin dinin çekim alanının dışına kayıyor. Tüm görünür sembollerine ve güçlü kurumlarına rağmen İtalya’da din, yarının dünyasında toplumun marjinlerine itilme kaderiyle yüz yüze. Bununla nasıl baş edeceğini zaman gösterecek.
Dünkü İtalya’nın bugünkü İtalya’dan daha dindar olduğunu söylemek bir genelleme olur. Rönesans uzmanı Ross King 1300’lü yılların Roma’sında silahlı insanların birbirlerine ok fırlattığından, kiliselerin renkli camlarının taşlandığından bahseder. Roma’da evler basılmakta, duvarlar yıkılmakta, kiliseler çökmekte, kutsal emanetler çalınmakta, yasalar çiğnenmektedir. O günlerin İtalyan hümanist şairi Petrarch, “Barış sürgünde” der. (Ross King, Floransa Kitapçısı, E Yay., İstanbul 2023, 36.) XVI ve XVII. asırlarda, halk dinin emir ve kurallarından habersizdir. Napoli’nin yanı başındaki Sorrento piskoposluğu, insanların dini umursamayışlarından, ayinlere ve vaftiz törenlerine katılmayışlarından şikâyetçi olur ve Kilise’yi tedbir alması için uyarır. Avrupa milletlerinin karakter ve psikolojilerini kaleme alan Fransız tarihçi Alfred Fouillée de Rönesans’ın İtalya’ya dinsizlik ve ahlaksızlık aşıladığını, Kilise’nin baskı ve yasaklarından usanan halkın dinden uzaklaşıp bencilliğe saplandığını ifade eder. Ona göre, Rönesans, İtalya’nın büyük bir millî ahlak buhranı yaşadığı dönemdir. (Alfred Fouillée, Avrupa Milletlerinin Karakter ve Psikolojileri, İdil Yay., İstanbul 2021, 54.)
Elbette bu tasvirleri herhangi bir İtalyan şehrinin ortaçağlardaki genel manzarası olarak görmek yanlış olur. Kesin olan şu ki kilise, doğal dünyayı anlama ve yorumlama çabasında halkın yegâne rehberiydi. Hristiyan inancı ile doğal dünya arasında bir uyuma vurgu yapan ve bunu yaratıcı bir Tanrı’nın varlığına bağlayan kilise, bu inancı resim, müzik, heykel ve mimari eşliğinde kilisenin iç ve dış mimarisine, tasarımına yansıtmaktaydı. Dinin öğretilerinden habersiz olan halk, azizlere ve onların tapınaklarına büyük saygı duyuyordu. Bu tutum literatürde “Barok dindarlığı” olarak geçer. XVII. asrın sonlarından itibaren kiliselerde, sokak köşelerinde, binalarda ve tapınaklarda sergilenmeye başlayan Barok sanatı, dine duyulan saygının ve sanatçının hünerinin bir ifadesiydi, ancak daha önemlisi, Katolik Kilisesi’nin güç ve otoritesini simgeliyordu.
2021 yılında ölen İtalyanların 21 bini kendilerini yaktırmış. (www.funerali.org) 2001-2022 yılları arasında 14-24 yaş grubunda kilise ritüellerine katılım üçte iki, yetişkinler arasında ise düzenli kilise müdavimi olanlar yüzde elli azalmış durumda (www.settimanenews.it) Gençlerin önemli bir kısmı kilise ayinlerini ve ritüellerini anlamsız ve tuhaf birtakım eylemler silsilesinden ibaret görüyor. Ülkede gençler arasında alkol ve uyuşturucu bağımlılığı her geçen gün biraz daha artıyor. Bu durum neoliberal çağda Katolik Kilisesi’ne yönelik en ciddi meydan okumanın İtalyan gençliğinden geleceğini gösteriyor. Bir kısmı din ile bağını tamamen kesen, bir kısmı pamuk ipliği ile bağlı olan gençlerin kültürel aidiyet kodları giderek silikleşiyor. Kiliseye gidip gitmediğini sorduğum bir İtalyan gencinin cevabı bu minvalde yeterince açıktır sanırım: “Kalbim temiz olduğu sürece dine ihtiyacım yok!”
Bu gençlerin özgürlük taleplerinin bir kısmı toplumun ahlak normları ile bir kısmı da kilisenin inanç esasları ile doğrudan çelişirken bu talepler karşısında Katolik Kilisesi içinden de farklı sesler yükseliyor. Mesela, eşcinsellere karşı izlenecek politika konusunda Kilise içindeki otoritelerin bir kısmı daha kuşatıcı olma, bir kısmı ise asla müsamaha gösterilmemesi taraftarı. Yırtıcı dijital kapitalizmi de arkasına almış seküler kültürün Hristiyanlığın inanç esaslarını ve ahlak duvarını yıkmak için önüne çıkan fırsat ve imkânları geri çevirmediğini gayet iyi bilen Roma Katolik Kilisesi, seküler İtalya devlet güvencesini anayasal teminat ile sağlama almış olsa da yarının dünyasında bu saldırılar ve tacizler karşısında epey zorlanacak gibi gözüküyor.
Ulusal düzeyde İslam ise henüz bir din statüsü tanınmayan İtalya’da din, hemen her ülkede olduğu gibi neoliberalizmin piyasa/pazar rekabetinden ve kuşatıcı ideolojisinden payına düşeni fazlasıyla almış ve almaya devam ediyor. Dinsel ve kültürel kimlikler söz konusu ideolojinin aşındırıcı ve yıpratıcı etkilerinden korunabilmiş değiller. Kilise gerek kendi bağlılarına gerekse kendi dışındakilere ulaşabilmek için neoliberal rekabetçiliğin izin verdiği çerçevede stratejiler ve projeler geliştirme peşinde olsa da metalaşma riskini nasıl bertaraf edeceği müphemliğini koruyor. Hızlı değişime ayak uydurma mücadelesi veren her din ya da mezhep gibi Roma Katolik Hristiyanlığı da hummalı bir biçimde yeni kavramsal çerçeveler ve kuramsal araçlar üretme arayışı içinde. Aksi takdirde yarının dünyasında hareket ve nüfuz alanı onun için çok ama çok daralmış olacak.
Bu bir kehanet değil, görünen köy kılavuz istemez… Rengi, tonu, teolojisi ne olursa olsun, bu her din için geçerli. İngiliz sosyolog Mathew Guest’in “neoliberal din” adını verdiği nevzuhur olgu, geleneksel dinlerin nüfuz alanlarını gasp etmek için dijital kapitalizm rüzgârını da arkasına alıp âdeta tırısa kalkmıştır. Dini ve milliyeti ne olursa olsun, gençlere, kıyamet sonrasında değil, bizzat bu dünyada bir yeryüzü cenneti vadetmektedir.
Yarının dünyasında gençliği bekleyen tehlike büyük ve amansız; kural tanımaz ve pervasız!
Diyanet Aylık Dergi
Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
İtalya Milano Din Hizmetleri Ataşesi