11-07-2020, 08:02 PM
Allah (c.c.) Hepimizin Yaratıcısıdır
İnsanların konuşurken içinde Allah kelimesi geçen cümleler kullandıklarını duyarsınız. Bunlar genellikle "Allah korusun", "Allah kısmet ederse", "İnşallah", "Allah bağışlasın", "Allah kabul etsin" gibi cümlelerdir.
Bu kelimeler Allah anıldığında kullanılan dua içeren veya Allah´ı yücelten ifadelerdir. Örneğin "Allah korusun", Allah´ın sizin ve çevrenizde gördüğünüz canlı cansız her varlığın üzerinde sonsuz gücü olduğu anlamına gelir. Sizi, anne ve babanızı, arkadaşlarınızı kötülüklerden koruyacak olan Allah´tır. Bu nedenle, bu söz özellikle bir sel ya da onun gibi istenmeyen bir olaydan bahsedildiğinde sıkça kullanılır. Bir düşünün, sizce anneniz, babanız ya da seller konusunda bilgi sahibi herhangi bir büyüğünüz bir seli durdurabilir mi Tabii ki durduramaz. Çünkü insanın karşısına böyle bir olayı çıkaran da, onu durdurmaya gücü yeten de yalnızca Allah´tır.
"İnşallah" kelimesi de Türkçe´de, "eğer Allah dilerse" anlamına gelir. Bu yüzden gelecekle ilgili bir dilek ya da niyet belirtecek olduğumuzda, mutlaka "inşallah" deriz. Çünkü geleceği ancak Allah bilir ve herşeyi dilediği gibi yaratır. Allah´ın dilemesi dışında hiçbir şey olmaz.
Bir arkadaşınız örneğin, "yarın mutlaka okula gideceğim" dediğinde hata etmiş olur. Çünkü Allah´ın, gelecekte onun neler yapmasını dilediğini bilemeyiz. Belki de yarın hasta olup okula gidemeyecek veya hava bozacağı için okullar tatil olacaktır.
Bu yüzden geleceğe yönelik bir niyetimizi dile getirirken "inşallah" demekle Allah´ın herşeyi bildiğini, herşeyin ancak O´nun dilemesiyle olacağını, O´nun bize bildirdiği dışında hiçbir şey bilmediğimizi özlü bir biçimde söylemiş oluruz. Böylece sonsuz güç ve bilgi sahibi Rabbimiz olan Allah´a karşı gereken saygılı tavrı göstermiş oluruz.
Allah Kuran ayetlerinde böyle söylememiz gerektiğini bize bildirmektedir. Bunu bize haber veren ayet şöyledir:
Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret (an) ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir. (Kehf Suresi, 23-24)
Bu gibi önemli konular hakkında şimdiye kadar fazla bir şey öğrenmemiş olabilirsiniz, ancak bu önemli değil. Çünkü, Allah´ı tanımak için başkalarının size bir şeyler anlatmasına gerek yok. Bunun için şöyle bir etrafınıza bakmanız ve biraz düşünmeniz yeterli.
Her yer Allah´ı ve O´nun sonsuz gücünü tanıtan güzelliklerle doludur. Sevimli beyaz tavşanı, yunusların gülen yüzlerini, kelebeklerin kanatlarındaki muhteşem renkleri ya da masmavi denizi, yemyeşil ormanları, renk renk çiçekleri ve bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok güzelliği bir düşünün. İşte bunların tümünü yaratan Allah´tır. Gördüğünüz tüm evreni, dünyayı, canlıları Allah yoktan var etmiştir. Bu nedenle yarattığı bu güzelliklere bakarak, Allah´ın yüceliğini görebilirsiniz.
Tabii, herşeyden önce kendi varlığımız Allah´ın varlığının bir delilidir. O zaman ilk önce kendi varlığımız ve Allah´ın bizi nasıl kusursuzca yarattığı hakkında düşünelim.
İnsanın varoluşu
Bir insanın nasıl var olduğunu hiç düşündünüz mü Bu soruya karşılık "her insanın anne ve babası var" diyebilirsiniz. Ama bu yeterli bir cevap olmaz. Çünkü bu ilk anne babanın, yani ilk insanların nasıl meydana gelmiş olduğunu açıklamaz. Size, bu konu ile ilgili okulda veya çevrenizde belki bazı şeyler anlatılmış olabilir. Ama tüm bu anlatılanların içinde doğru olan tek cevap, insanı Allah´ın yaratmış olduğudur. İleride daha detaylı göreceğiz, ama şimdi özet olarak bilmeniz gereken bir şey var; ilk insan Hazreti Adem´dir. Allah diğer bütün insanları onun soyundan meydana getirmiştir.
Hz. Adem de aynı bizim gibi yürüyen, konuşan, Allah´a dua eden, ibadet eden bir insandı. Allah, ilk insan olarak onu ve sonra da eşini yarattı. Böylece onların çocukları tüm dünyaya yayıldılar.
Şunu hiç unutmayın: Allah yaratmak için sadece emir verir. Bir şeyin olması için yalnızca "OL" demesi yeterlidir. Bunun için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Örneğin Allah, Hz. Adem´içamurdan yaratmıştır. Allah için herşey çok kolaydır.
Ancak unutmayın ki, dünyada Allah´ın varlığını inkar edenler de vardır. Bu kişiler, insanın nasıl var olduğu sorusuna başka cevaplar aramaya çalışmışlardır. Bunların amacı doğruyu, gerçeği aramak değildir. Sakın şaşırmayın ama bu tür insanların amacı, sadece ve sadece Allah´ın varlığını kabul etmemek ve O´nun isteklerinden kaçmaktır. Ancak bu gibi insanların herşeyi Allah´ın yarattığını kabul etmemesiyle gerçek değişmez. Onlar ne kadar reddetseler de herşeyi olduğu gibi bu kişileri de Allah yaratmıştır.
Bu neye benzer biliyor musunuz, bir örnekle anlatalım:
Çizgi film karesindeki bu çocuk "beni oluşturan çizgiler tesadüfen mürekkebin kağıda dökülmesi sonucu oluştu" dese, bunun bir ressam tarafından çizildiğini bildiğimiz için bu söz bize çok komik gelir. Kendisini Allah´ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu çizgi film kahramanı gibi komik duruma düşer.
Bir çizgi film kahramanı düşünün. Çok becerikli, kuvvetli, birçok zor işi yapabiliyor. Şimdi bu çizgi kahraman, film sırasında size şöyle dese:
"Ben kendi başıma varım. Beni kimse çizmedi. Beni oluşturan çizgiler zaten hep vardı. Vücudumun şekli, renklerim, gözlerim, kollarım, görmem, konuşmam, herşeyim bana ait. Kendi kendine oldular. Onları bir ressam çizmedi ve boyamadı. Bana hareket kabiliyetini hiç kimse vermedi. Seyrettiğiniz bütün özelliklerimin hiçbir planlayanı, tasarlayanı, şekil vereni, düzenleyeni yok."
Acaba bu çizgi kahramanın size böyle seslenmesi kafanızı karıştırır mı Hiç söylediklerinin doğru olabileceğini düşünür müsünüz Tabii ki hayır. O kahramana sorabilseniz ve size cevap verebilse, mesela şöyle sormaz mısınız:
"Sen böyle söylüyorsun ama bir kere senin çizgilerini çizen bir ressam var. Sen kendinin nasıl çizildiğini, renklendirildiğini ve hareket ettiğini sanıyorsun "
Çizgi kahraman size şöyle cevap verse:
"Beni oluşturan çizgiler mürekkebin kağıda dökülmesi sonucunda tesadüfen oluştu. Boyalar da aynı şekilde tesadüfen döküldü ve renklendirdi. Yani benim oluşmam için beni çizen, şekil veren birine ihtiyacım yok, tesadüfen meydana gelebilirim ben."
Herhalde bu söylenenleri ciddiye almazsınız. Böyle mükemmel çizgilerin, renklerin, hareketlerin, boyaların dökülmesi sonucu tesadüfen ortaya çıkamayacağını bilirsiniz. Çünkü şişe dökülünce sadece mürekkep ve boya lekesi olur. Güzel, düzgün çizgilerden oluşan bir resim ortaya çıkmaz. Anlamlı, konulu, işe yarar şeylerin ortaya çıkabilmesi için onu birinin düşünüp tasarlaması ve çizmesi gerekir. Bütün bunları anlamanız için o çizgi kahramanı çizeni ve boyayanı görmenize gerek yoktur. O kahramanın özelliklerinin, şeklinin, renklerinin, konuşma kabiliyetinin, yürüme, zıplama yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından verildiğini anlarsınız.
Çizgi filmlerdeki kahramanların tüm özelliklerinin, şekillerinin, renklerinin, yürüme, koşma, zıplama gibi yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından oluşturulduğunu herkes bilir.
İşte bu verdiğimiz örnekten sonra şunu çok iyi düşünün: Kendisini Allah´ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu örnekteki çizgi film kahramanı gibi yalancı durumuna düşer. Şimdi böyle bir kişinin bizimle konuştuğunu düşünelim. Tüm insanların ve kendinin varoluşunu bakın nasıl açıklamaya çalışır bu insan:
"Benim, annemin, babamın, onun babasının ve çok eski tarihlerde ilk anne ve babanın yani ilk insanın meydana gelmesi tamamen tesadüfen olmuştur. Bizim şeklimizi, gözümüzü, kulağımızı, bütün organlarımızı hep tesadüfler oluşturmuştur."
Yapay olarak üretilen gelişmiş robot organlar bile insanın kendi organlarının yanında çok kaba ve ilkel kalmaktadır. Allah insanı en ince detayına kadar mükemmel olarak yaratmıştır.
Kendisini Allah´ın yarattığını inkar eden bu insanın söyledikleri, çizgi kahramanın söylediklerine ne kadar da benziyor. Aradaki tek fark kahraman, kağıt üzerindeki çizgilerden ve boyalardan oluşmuştu. Bunu söyleyen ise hücrelerden oluşmuş canlı bir insan. Peki ne fark eder Bunu söyleyen canlı insan, o çizgi insandan daha mükemmel ve daha çok organa sahip çok karmaşık bir makine gibi değil mi Yani çizgi kahramanın tesadüfen meydana gelmesi imkansız ise, bu insanın tesadüfen oluşması bundan çok daha imkansız demektir. Şimdi bu insana soralım:
"Senin çok güzel ve kullanışlı bir vücudun var. Ellerin, eşyaları en mükemmel makinalardan bile daha hassas tutuyor, ayaklarınla koşabiliyorsun. Gözlerin en kaliteli kameralardan bile daha net görüyor. Kulakların en gelişmiş müzik setlerinden bile daha hışırtısız duyuyor. Ve bunun gibi daha pek çok organın senin haberin bile olmadan seni canlı tutuyor. Yaşamana sebep oluyor. Mesela kalbinin, böbreklerinin, karaciğerinin çalışmasını sen kontrol etmiyorsun. Ama onlar en mükemmel fabrikalardan bile daha kusursuz şekilde çalışıyorlar. Bütün bu organların benzerlerini fabrikalarda yapabilmek için yüzlerce bilim adamı mühendis çalışıyor, plan ve proje yapıyorlar. Yine de organların aynısını elde edemiyorlar. Yani sen çok mükemmelbir canlısın. Peki, şimdi bütün bunları nasıl açıklayacaksın "Bunları Allah´ın yarattığını kabul etmeyen o insan şöyle diyecektir belki: "Ben de mükemmel bir vücuda ve organlara sahip olduğumuzu biliyorum. Ama ben şuna inanıyorum: Cansız ve şuursuz atomlar tamamen tesadüfler sonucunda biraraya gelerek hücrelerimizi, organlarımızı ve bizi meydana getirmişlerdir."
Gözlerimiz en hassas kameradan daha iyi görüyor, kulaklarımız sesi en iyi hoparlör sisteminden daha net algılayabiliyor. Elbette ki vücudumuzdaki bu üstün özellikler kendiliğinden oluşmamıştır. Bunların hepsini, vücudumuzdaki tüm diğer mükemmel sistemler gibi Rabbimiz yaratmıştır.
Herhalde artık bu insanın akıl dışı ve gülünç şeyler söylediğini fark etmişsinizdir. Böyle iddialarda bulunan bir insanın yaşı ve mesleği ne olursa olsun, doğru düzgün düşünemediği ve yanlış şeyler iddia ettiği ortadadır. Ne kadar şaşırtıcı olsa da, çevrenizde böyle imkansız ve saçma şeylere inanan kişilere rastlayabilirsiniz.
En basit bir makinanın bile bir tasarlayanı varken, insan gibi mükemmel bir varlık elbette kendi kendine, tesadüfen oluşamaz. Kuşkusuz ilk insanı yaratan Allah´tır. Ve diğer insanların doğabilmesi için ilk insanın bedeninde gerekli olan sistemleri yaratan da Allah´tır. Allah bütün canlıların soylarının devamlı olmasını hücrelerine yerleştirdiği bir programa bağlamıştır. Biz de Allah´ın yarattığı bu programa göre oluştuk ve bu programda yazılanlar doğrultusunda büyümeye devam ediyoruz. Bu konuyla ilgili şimdi okuyacaklarınız hepimizin yaratıcısı olan Allah´ın sonsuz güç ve bilgi sahibi olduğunu biraz daha iyi anlamanızı sağlayacak.
İnsan bedenindeki kusursuz program
Yukarıda Allah´ın, insan bedenine yerleştirdiği kusursuz bir programdan söz etmiştik. İşte bu program sayesinde insanların hepsi gözlere, kulaklara, kollara, dişlere sahip olur. Bu program sayesinde dış görünüşlerinde bazı farklılıklar olsa da bütün insanlar birbirine benzer. Yine bu program sayesinde akrabalarımıza benzeriz, her ülke halkının kendine özgü özellikleri olur. Örneğin Çinliler ve Japonlar genel olarak birbirlerine benzerler. Zencilerin kendi ırklarına özgü deri renkleri, yüz, ağız, göz yapıları vardır.
İnsan ırkları arasında ilk bakışta farklılıklar olmasına rağmen hepsinde ağız, burun, göz, kulak gibi temel organlar aynıdır. Allah´ın, yaratırken insana yüklediği farklı programlar nedeniyle herkes temelde benzediği halde ayrıntılarda birbirinden farklı görünümlere sahiptir.
Şimdi de bu programın nasıl bir şey olduğunu şöylebir örnekle açıklayalım:
Hepiniz bilgisayarların nasıl çalıştığını az ya da çok bilirsiniz. Bu konuyu iyi bilen bir uzman, bilgisayarı tasarlar. Bilgisayarın bu tasarıma uygun olarak üretilmesi için gerekli olan mikro işlemci, monitör, klavye, disk, hoparlör gibi parçalar da özel fabrikalarda yüksek bir teknoloji ile yine bu konuyu bilen kişiler tarafından üretilir. Artık, ortada çok karmaşık işlemleri yapabilen bir makine vardır. Onunla oyun oynayabilir ya da yazı yazabilirsiniz. Fakat bilgisayarın bu işleri yapabilmesi için "program" denen yazılımlara ihtiyacınız vardır. Yani içine yerleştirdiğiniz oyun disklerindeki bilgiler gibi. O iş için uzman kişiler tarafından özel olarak hazırlanmış programlar olmasa bilgisayarınız işe yaramayacaktır.
Üstelik biliyorsunuz ki, her program her model bilgisayarda çalışmaz. Demek ki programı yazanın aynı zamanda bilgisayarı da tanıması ve ona uygun bir program hazırlaması lazımdır. Bir bilgisayarın çalışması için ne kadar çok şey bilmek gerekiyor değil mi Hem bir makineye hem de onu çalıştıracak uygun programa ihtiyacınız var. Ancak en önemlisi bütün bunları tasarlayan ve üreten kişiler olmasa bilgisayarınız yine çalışmıyor.
Bir bilgisayarın işlem yapabilmesi için program denen yazılıma ihtiyacı vardır. İnsan da tıpkı bu yazılımlara benzeyen ve Allah´ın genlerinde yarattığı bilgi sayesinde yaşamını sürdürür.
İşte, insan vücudu da bir bilgisayar gibidir, biraz önce de söylediğimiz gibi, vücudumuzu oluşturan hücrelerin içine bizim var olmamızı sağlayan bir program yüklenmiştir. Şimdi şunu düşünün, ilk insanın içine konan bu program nasıl oluşmuş olabilir Cevap açıktır: Her insan özel olarak var edilmiştir ve bunu sağlayan programı da çok bilgili, çok üstün güce sahip olan Allah meydana getirmiştir. Vücudumuzu yaratan da, onu şekillendiren programı yaratan da Allah´tır.
İnsan vücudu bir bilgisayarla kıyaslanamayacak kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Bir bilgisayarın tesadüfen oluştuğunu hiç kimse iddia etmezken bazı insanlar vücudumuzun bu özelliklerini tesadüfen kazandığını iddia edebilmektedirler.
Ancak yanlış anlamayın; aslında insan vücudunu bir bilgisayarla kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü vücudumuz en gelişmiş bilgisayardan bile çok daha mükemmel bir yapıya sahiptir. Öyle ki, sadece beynimiz bile bilgisayardan her yönden çok çok üstündür.
Gelin şimdi de bir insanın nasıl oluştuğunu daha doğrusu sizin dünyaya nasıl geldiğinizi birlikte inceleyelim:
Annenizin karnında ilk başta sadece küçücük bir et parçası vardır. Giderek bu parça büyür ve şekillenir. Sırası geldikçe, kemikleriniz, kaslarınız, başınız, gözünüz, kulağınız tam yerli yerinde oluşmaya başlar. Hiçbir organınız yerini şaşırmaz.
Boyunuzun ne kadar olacağı, göz renginiz, kaşınızın, elinizin şekli ve diğer yüzlerce özelliğiniz ilk andan itibaren bellidir. İşte bu bilgilerin tümü Allah´ın hücrelerimizi ilk defa yaratırken içine koyduğu programda yazılıdır. Allah´ın herşeyi bütün detaylarına kadar tasarladığı bu program, her insanın hücrelerinin içine yerleştirilmiştir. Bu sayede insan nesli devam eder. Bu program öylesine mükemmel ve detaylıdır ki, nasıl çalıştığını bile bilim adamları daha yeni yeni anlamaya başlamışlardır.
Daha bizler anne karnında oluşmaya başlarken göz ve saç rengimizin ne olacağı, boyumuzun büyüyünce kaç santim olacağı bellidir.
Allah´ın bedenimize yerleştirdiği bu programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Bu nedenle vücudumuzun büyümesi bize garip gelmez. Doğup büyümemiz onlarca yıl sürer.
Allah´ın bedenimize yerleştirdiği programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık.
Düşünsenize, bu program çok hızlı çalışsa ne kadar şaşırırdık. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık.
Diğer canlıların varoluşu
Dünya üzerinde sadece insanlar yoktur elbette. Yeryüzünde bildiğiniz veya bilmediğiniz daha binlerce çeşit canlı vardır. Varlığından haberdar olduklarınızın bazılarını yakından görürsünüz ama birçoğunu da kitaplardan ya da filmlerden tanırsınız. Fakat, bu canlılara dikkat ederseniz hepsinin ortak bir özelliği olduğunu görürsünüz. Bu nedir biliyor musunuz Kısaca "uyum" diyebiliriz bu özelliğe. Şimdi, size dünyadaki canlıların ne ile uyumlu olduklarını sayalım. Canlılar;
- İçinde yaşadıkları ortama uyumlular.
- Ortamda bulunan diğer canlılarla uyumlular.
- Doğanın dengesini sağlamaya uyumlular.
- İnsana çeşitli yararlar sağlamaya uyumlular.
Allah her canlıyı yaşayacağı ortama uygun olarak yaratmıştır. Balıklar suyun içinde soluk alıp yüzecek şekilde, kara canlıları karaya uygun, havadaki canlılar da uçabilecek şekilde tasarlanıp yaratılmışlardır.
Bu maddeleri açıklamadan önce, uyumun ne demek olduğuna basit bir örnek verelim. Şimdi, evimizin duvarındaki prizi ve ona taktığımız elektrik fişini düşünün. İkisi de birbiriyle uyumludurlar. Uyumlu olduğuna nasıl karar veririz Çünkü prizde iki tane delik vardır. Fişte de iki tane metal çıkıntı. Sadece bu yeterli mi acaba Fişin demir çubuklarının kalınlığı tam deliğin kalınlığındadır. Eğer öyle olmasa ya içine girmezdi ya da bol gelir düşerdi, değil mi Yine fişin çubuklarının yanyana mesafesi ile priz deliklerinin yanyana mesafesi aynıdır. Ölçüleri tutmasaydı fişi deliklere sokamazdınız. Bu da yeterli değil, fişin boyu çok uzun olsa idi, yine uymazdı. Fişin çubukları metal olmasaydı, bu sefer prizdeki elektrik fişe geçemezdi. Eğer fişin sapı plastik olmasaydı, bu sefer fişi tutunca sizi de elektrik çarpardı. Gördünüz mü, en basit bir malzemede bile uyum olmazsa kullanılması mümkün olmuyor. Demek ki, prizi ve fişi en başta aynı kişi planlamış. Birbirine uyumlu yapmış. Kullanışlı yapmış. Bunlar demirin ve plastiğin tesadüfen yanyana gelmesi ile oluşmuş olamaz ve birbirinden habersiz ayrı ayrı planlanmış da olamazlar. Çünkü bu durumda birbiriyle uyumlu bir fiş ve priz bulamazsınız.
Canlılardaki uyum ise fiş ve priz uyumundan çok daha detaylıdır. Çünkü canlılarda birbirine uyması ve mükemmel çalışması gereken yüz binlerce sistem ve organ vardır. Bunları tek tek yazmaya kalkarsak yüzlerce cilt kitap ortaya çıkar. Bu yüzden Allah´ın canlılarda yarattığı bu kusursuz özellikleri ilerleyen sayfalarda kısaca anlatacağız:
Arılar bal özü toplamak için kondukları çiçeklerin polenlerini diğer dişi çiçeklere taşırlar. Bu polenleri, gittikleri çiçeklere bulaştırarak onların üreyip, çoğalmasını sağlarlar. Temizlikçi balıklar ise büyük balıkların temizliklerini yaparlar.
- Canlılar, içinde yaşadıkları ortama uyumludurlar
Her canlı ister karada, ister havada, ister suda yaşıyor olsun, o ortama en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaşayabilmesi, korunabilmesi, beslenebilmesi, üreyip çoğalabilmesi için çok değişik ve mükemmel sistemleri vardır. Yani her canlı bulunduğu ortama göre özel olarak tasarlanmıştır.
Organları, hareket şekilleri hep ortamın gerektirdiğine uygundur. Örneğin kuşlar havada uçabilmek için kusursuz kanatlara sahiptir. Balıkların suda nefes almak için özel yaratılmış solungaçları vardır. Eğer bizim gibi ciğerleri olsaydı, suda boğulurlardı.
- Canlılar ortamda bulunan diğer canlılarla uyumludurlar
Bazı kuşlar ve böcekler, bitkilerin üreyebilmesi için çok uygun yaratılmışlardır. Yani farkında olmadan bitkilerin üremesine yardımcı olurlar. Örneğin arılar çiçekten çiçeğe konarken üstlerine bulaşan çiçek tozlarını diğer çiçeklere taşırlar. Bitkiler de bu taşınma işlemi sayesinde çoğalırlar. Kimi zaman da hayvanlar diğer hayvanların yararına olacak işler yaparlar. Örneğin, temizlikçi balıklar, büyük balıkların üzerlerindeki mikroorganizmaları temizleyerek onların sağlıklı yaşamasına yardımcı olurlar. Yani onlarla uyumludurlar.
Doğadaki canlıları Allah özel bir denge içinde yaratmıştır. Bu kusursuz denge sayesinde hepsi milyonlarca yıldır yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmektedir.
- Canlılar doğanın dengesini sağlamaya uyumludurlar
Hiçbir canlı doğadaki dengeyi bozmaz. Hatta onu koruyacak şekilde yaratılmışlardır. Halbuki insan bilinçsizce müdahale edince bu dengeyi bozabilmektedir.
Mesela insan bir canlı türünü çok fazla avlayınca soyunu tüketebilmektedir. Bu sefer soyu tükenen o canlının besini olan başka bir canlı aşırı sayıda üreyebilmektedir. Ve bu, insana ve doğaya zarar verecek hale gelmektedir. Demek ki, canlılar yaratılırken belli bir dengeye göre var edilmişlerdir. Doğanın dengesiyle uyumludurlar.
- İnsana çeşitli yararlar sağlamaya uyumludurlar
Örneğin, balın sizin için ne kadar faydalı olduğunu bir düşünün. Arılar sizin böyle bir besine ihtiyacınız olduğunu nereden biliyor ve böyle bir besini nasıl üretiyorlar Yumurta da, süt de öyle değil mi Tavuk, inek, koyun insanın ihtiyacını kendi kendine bilebilir ve böyle uyumlu, mükemmel besinler üretebilir mi Tabi ki hayır.
Canlılar arasındaki bu çok önemli uyum, onların tek bir yaratıcının eseri olduklarının açık bir delilidir. Yeryüzündeki bu dengeler Allah´ın kusursuz yaratışı sayesinde var olmuştur ve halen de sürmektedir.
Evrenin yaratılışı
Kitabın başından beri canlıları Allah´ın yarattığını anlattık. İşte sıra şimdi de içinde herşeyin yer aldığı evreni incelemeye geldi. İçinde sizin, Dünya´nın, Güneş´in, Güneş Sistemi´nin, gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin kısaca herşeyin yer aldığı evreni de Allah yaratmıştır.
Bu resimde görülen modern ve gelişmiş şehirlerin tesadüfen oluşamayacağını ve bunlardaki yapıların son derece bilgili ve uzman kişilerce tasarlanıp inşa edildiğini hepimiz biliriz. Bunun aksini de hiç kimse iddia bile etmez...
Ancak canlıların yaratılışına karşı çıkanlar olduğu gibi, evrenin yaratılmış olduğuna karşı çıkanlar da vardır. Bu insanlar yine çok saçma iddialar öne sürerler. Evrenin kendi kendine ortaya çıktığını, hatta sonsuzdan beri hep var olduğunu söylerler. Ancak bu son derece mantıksız iddialarının nasıl gerçekleştiğini anlatamazlar. Böyle insanların iddiaları şuna benzer: Bir gün bir deniz yolculuğuna çıksanız ve bir adaya ulaşsanız. Bu adada bugüne kadar görmediğiniz kadar güzel binalarla kurulmuş bir şehrin var olduğunu görseniz. Üstelik bu şehrin her yerinin parklarla, oyun alanlarıyla, hayvanat bahçeleriyle, birbirinden geniş sinemalarla, lokantalarla, her yere rahatlıkla ulaşabileceğiniz caddelerle, tren yollarıyla dolu olduğunu fark etseniz ne düşünürsünüz Bu şehri akıl sahibi insanlar yapmıştır değil mi Biri çıkıp size dese ki, "bu şehri kimse yapmadı, bu şehir sonsuzdan beri burada vardı, biz de geldik içinde oturmaya başladık. Her ihtiyacımız var ve bunların hepsi kendiliğinden olmuş". Bunları söyleyen kişi hakkında ne düşünürsünüz
Elbette bu kişi ya aklını kaybetmiş ya da o an ne söylediğini bilmiyor dersiniz. Ama unutmayın, içinde yaşadığımız evren burada tarif ettiğimiz şehirle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür ve çok daha muhteşem yapılara (gezegenler, güneşler, yıldızlar, uydular, kuyruklu yıldızlar...) sahiptir. Bu durumda, bu kusursuz evrenin yaratılmadığını, eskiden beri var olduğunu söyleyen kişiye bir cevap vermek gerekir, değil mi
Aşağıdaki bölümü okuduktan sonra bu kişiye en güzel cevabı siz vereceksiniz. Şimdi, size biraz evren hakkında açıklamalar yapalım. Asıl cevabı da en sonunda verelim.
O GÖKLERİ VE YERİ YOKTAN VAR EDENDİR...
(ENAM SURESİ, 101)
İçinde yaşadığımız evren ise, önceki sayfada gördüğümüz modern şehirlerle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür. Ve yine önceki sayfalarda gördüğümüz şehirlerden çok daha muhteşem yapılara sahiptir.
Bu durumda bu kusursuz evrenin yaratılmadığını, kendi kendine var olduğunu söyleyebilir miyiz Elbette ki böyle bir iddia çok saçma olur. Evreni, içindeki kusursuz düzenle birlikte yaratan Rabbimiz olan Allah´tır.
- Büyük bir patlama ile herşey var olmaya başlıyor
İnsanlar, gökyüzü ile ilgili gözlem yapma imkanları henüz yeterli değilken, evren hakkında çok az ve gerçek dışı bilgilere sahiptiler. Zamanla ellerindeki gözlem araçları geliştikçe, uzay hakkında daha doğru bilgilere sahip olmaya başladılar. Ve 1900´lü yılların ortalarında çok önemli bir şey keşfettiler: Evrenin de bir doğum tarihi vardı. Yani evren sonsuzdan beri var değildi. Evrenin kendisi, yani içindeki bütün maddeler, maddelerin oluşturduğu yıldızlar, galaksiler, herşey belli bir andan itibaren var olmaya başlamıştı. Bilim adamları, bu başlangıç tarihini günümüzden yaklaşık 15 milyar yıl önce olarak hesapladılar.
Evrenin doğum şekline bir ad verdiler. Ve buna ´Büyük Patlama´ dediler. Çünkü hiçbir şeyin olmadığı 15 milyar yıl önce, herşey tek bir noktanın patlaması ile ortaya çıkmıştı. Kısacası, eskiden beri sonsuz olduğu sanılan maddenin ve evrenin de bir başlangıcı vardı. Peki bunu nasıl anladılar Çok kolay, çünkü o patlama ile etrafa saçılan ve birbirlerinden uzaklaşmaya başlayan maddeler hala birbirlerinden uzaklaşmaya devam ediyorlar. Bir düşünün çocuklar, evren şu anda bile genişlemeye devam ediyor. Evreni şişmiş bir balon gibi düşünün. Bu balonun üzerine iki nokta çizsek, biz balonu şişirdiğimizde ne olur Balona çizdiğimiz noktalar, balon şişip, hacmi genişledikçe birbirinden uzaklaşır. İşte, evrenin debalonda olduğu gibi gittikçe hacmi büyüyor ve içinde olan herşeyin birbirine olan uzaklığı artıyor. Yani, bütün yıldızların, galaksilerin, gök cisimlerinin arası sürekli açılıyor.
Evrenin genişlemesini bir çizgi filmde izlediğinizi düşünün. Sizce filmi en başına sararsanız, evrenin görüntüsü nasıl olur Bir nokta gibi değil mi İşte bilim adamları da aynen böyle yaptılar: Başa döndüler ve gittikçe genişleyen evrenin başlangıçta tek bir nokta olduğunu anladılar.
Şişirilen bir balonun üzerindeki küçük noktacıklar, balon şiştikçe birbirinden nasıl uzaklaşıyorsa, evrendeki gök cisimleri de ilk patlamanın etkisiyle birbirlerinden böyle uzaklaşmışlardır.
Bilim adamlarının Büyük Patlama dediği bu patlama Allah´ın "evren" için belirlediği yaşam sürecinin başlangıç noktası oldu. Allah bu patlamayla beraber evreni oluşturan atomları yarattı. Madde ortaya çıktı.
Evrenin genişlemesini bir film gibi düşünürseniz, görüntüyü başa sardığımız zaman gittikçe genişleyen evrenin başlangıçta sadece tek bir nokta olduğunu görürüz.
Çok büyük bir hızla etrafa saçıldılar. Patlamanın ilk anlarındaki bu ortam adeta atomlardan oluşan bir madde çorbası gibiydi.
Fakat bu çok büyük karmaşa gittikçe düzenli bir yapıyı meydana getirmeye başladı. Allah, atomları birleştirerek yıldızları meydana getirdi. Böylece evrenin içinde bugün gözlemlediğimiz herşey yaratıldı.
İsterseniz bütün bunları daha iyi anlamamızı sağlayacak bir örnek verelim:
Çok büyük bir boşluk düşünün. Uçsuz bucaksız. Sadece bir boya kavanozu var. Başka hiçbir şey yok. Kavanozun içinde de her renk boya birbirine karışmış, garip bir renk oluşturmuş halde. Bu kavanozun içinde bir bomba patlıyor. Patlamanın etkisiyle boya çok küçük damlacıklar halinde etrafa saçılıyor. Milyonlarca boya damlacığının boşluk içinde bütün yönlere doğru yol aldığını gözünüzde canlandırın. Ama bu damlacıkların yolculuğu sırasında garip şeyler olmaya başlıyor. Boya damlacıkları, karmakarışık dağılıp gidecekleri yerde sanki çok akıllılarmış gibi düzenli işler yapmaya başlıyorlar. İlk başta, kavanozdayken karışık bir renk oluşturan damlacıklar kendi renklerine ayrılmaya başlıyorlar. Maviler, sarılar, kırmızılar, her biri kendi renklerine ayrışarak saçılıp uzaklaşmaya devam ediyorlar. Ama gariplikler devam ediyor. Bu sefer de mavi damlacıkların bir yerde 500 tanesi birbirine yapışıp daha büyük bir damla oluşturarak yolculuklarına devam ediyor, başka bir yerde, örneğin 300 kırmızı damla, diğer bir yerde de 200 sarı damla aynı şekilde birleşerek, büyük damlacıklar halinde saçılmaya devam ediyorlar. Hem birbirlerinden uzaklaşıyorlar, hem de bu arada sanki biri onlara emretmiş gibi güzel görüntüler oluşturacak işler yapıyorlar.
Kimi damlacıklar birleşip yıldız görüntüleri oluşturuyor, kimileri Güneş´i çiziyorlar, sonra da bazı damlacıklar bu Güneş´in etrafında gezegenleri oluşturuyor. Bir kısmı biraraya gelip Dünya görüntüsü çiziyorlar ve bir kısmı da Dünya´nın etrafında dönen Ay´ı oluşturuyor. Böyle bir tablo görseniz, bunu, patlayan bir boya kavanozunun tesadüfen meydana getirdiğini düşünür müsünüz Elbette böyle bir şeye asla ihtimal vermezsiniz.
İşte gece başımızı kaldırıp göğe bakınca gördüğümüz o güzel manzarayı, yıldızları, Güneş´i, gezegenleri meydana getiren maddeler de tıpkı bu boya damlacıklarının hikayesinde olduğu gibi, biraraya gelerek bu mükemmel tabloyu oluşturdular. Peki bütün bunlar kendi kendine olabilir mi Gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler, Güneş, Ay, Dünya şuursuz bazı maddelerin kendiliğinden tesadüfen biraraya gelmesiyle ortaya çıkabilir mi Ya dünya üzerinde yaşamını sürdüren anneniz, babanız, arkadaşlarınız ya da kuşlar, kediler, çilekler, muzlar…
Bir kavanozun içindeki karışık renklerden oluşan boyalar kavanozun patlaması ile etrafa dağılıyor. Bu gelişigüzel dağılan boya damlacıkları kendi kendine biraraya gelerek resimde görülen uzay tablosunu oluşturabilirler mi Tabii ki kendi kendine bu tablonun oluşması imkansızdır. Evrenin tesadüflerle oluştuğunu savunmak, tablonun kendiliğinden oluştuğunu söylemekten daha saçmadır.
Elbette böyle bir şey olamaz. Böyle bir şeyi düşünmek, bomba patlayan bir inşaattaki tuğlaların, kiremitlerin kendiliklerinden tesadüfen biraraya gelerek yeni evler yaptıklarını iddia etmekten çok daha saçma bir düşünce olur. Hepimiz biliriz ki, bir inşaatta bomba patlayınca etrafa saçılan tuğlalar, kiremitler, tahtalar gidip de çevrede küçük kulübeler oluşturmazlar. Taş, toprak halinde dağılır gider, hiçbir işe yaramazlar.
Vücudumuzdaki mükemmel düzen Allah´ın kusursuz yaratmasının bir sonucudur.
Ancak burada çok önemli bir detay daha var. Dikkat ettiyseniz biraz önce örnek verdiğimiz boya damlaları şuursuz ve cansız maddelerdir. Boyaların kendiliklerinden biraraya gelmeleri ve bir tablo oluşturmaları imkansızdır. Biz ise burada şuurlu ve canlı yapıların oluşmasından bahsediyoruz. İnsan, bitki ve hayvan gibi canlı varlıkların cansız, başıboş maddelerden oluşması da kesinlikle imkansızdır.
Kendi bedenimizden örnekler vererek bunu düşünelim. Bedenimiz protein, yağ, su gibi gözle görülmeyecek kadar küçük moleküllerin biraraya gelmesiyle oluşur. Bunlar biraraya gelerek hücreleri, hücrelerimiz de biraraya gelerek bedenimizi oluşturur. Vücudumuzdaki mükemmel düzen özel bir tasarımın sonucudur. Herşeyi görebilmemizi sağlayan gözlerimizi, yemek yememiz, bu kitabı tutabilmemiz için ellerimizi, yürümek için bacaklarımızı yaratan Allah´tır. Daha biz annemizin karnındayken nasıl büyüyeceğimizi, boyumuzun ne kadar olacağını, gözlerimizin rengini hepsini Allah belirlemiştir.
Herşeyi yaratan Allah´tır
Hatırlarsanız konumuzun başında Allah´a iman etmeyen bir insana cevap verecektik. İşte artık cevabı biliyorsunuz. Patlamalar düzen oluşturamazlar, ancak var olan düzeni bozarlar. Evrende ise muhteşem bir denge ve düzen vardır. Evrenin oluşumundaki patlamadan sonra ortaya çıkan düzen, buraya kadar anlattığımız örneklerden (büyük şehir ve boya kutusu örnekleri) çok daha mükemmeldir. Bunların tesadüfen oluşabilmesi kesinlikle imkansızdır.
Bu mükemmel sistem ancak sonsuz kudret sahibi olan Allah´ın dilemesiyle ortaya çıkmıştır. Allah için herşeye güç yetirir. Bir şeyi yaratmak için Rabbimizin sadece ´OL´ diye emretmesi yeterlidir.
Allah bizim için kusursuz bir evren içinde çok güzel bir dünya yaratmış. Üzerinde çeşit çeşit hayvanlar, bitkilerle beraber... Bizi ısıtması, enerji vermesi için Güneş´i de yaratmış. Hem de Güneş, Dünya´ya öyle iyi ayarlanmış bir mesafede ki, biraz yakın olsa sıcaktan dolayı, biraz uzak olsa bu sefer soğuktan dolayı ölürdük.
İşte bilim adamları bize bu gerçekleri anlattıkça, biz de Allah´ın gücünü daha iyi anlıyoruz. Çünkü hiçbir şekilde aklı, zekası olmayan o boya damlacığı örneğindeki gibi, maddeler kendileri karar alıp böyle bir şeyi yapamazlar. Demek ki bu evreni de bir yaratan ve düzenleyen vardır. Yıldızları, insanları, hayvanları, bitkileri, canlı, cansız herşeyi meydana getiren maddeler de Allah´ın emriyle hareket etmektedirler. Onun için evrendeki herşey düzenlidir, karışmaz, uyumludur. Çünkü tüm bunları, herşeyi kusursuzca var eden Allah yaratmıştır.
Allah her insanı bir kader ile yaratmıştır
İnsanın başına gelen herşey, doğumundan ölümüne kadar kaderinde bellidir. Bunu bir film şeridi gibi düşünebilirsiniz. Film şeridini elimize alıp bakarsak olayların başlangıcını ortasını ve sonunu aynı anda görebiliriz.
Kitabın başında size ilk insan olan Hz. Adem´in yaratılışından söz etmiştik. Allah diğer insanları da Hz. Adem´in soyundan yaratmıştır. Onları dünyaya imtihan etmek için yerleştirmiş ve neler yapmaları gerektiğini de elçileri vasıtasıyla onlara öğretmiştir.
Her insan dünyada yaşadığı olaylar ile imtihan olur. Yani karşılaştığı olaylara ne gibi tepkiler vereceği, nasıl sözler söyleyeceği, zorluklara sabredip sabretmeyeceği kısacası güzel ahlaklı olup olmayacağı ile denenir. Bu imtihandaki başarısına göre, ölümün ardından da ahirette nasıl bir hayat geçireceği belirlenir.
Ama dünyadaki imtihanın çok önemli bir sırrı vardır. Allah insan için büyük bir rahatlık ve konfor olarak kaderi yaratmıştır. Kader, yani bir insanın yaşayacağı bütün olaylar, o insan daha doğmadan önce Allah katında bellidir. Her insan için ayrı bir kader yaratılmıştır.
Bunu daha iyi anlamanız için kaderi video kasetteki filme benzetebiliriz. Video kasetteki bir filmin başı ve sonu bellidir, ancak biz bunu seyrettikten sonra öğrenebiliriz. İşte kader de böyledir. Bir insanın doğduğu andan itibaren yapacağı herşey, karşılaşacağı olaylar, nerede okuyacağı, ne zaman nerede oturacağı ve ne zaman öleceği kaderinde belirlenmiştir.
Bu kişinin başına gelen tüm iyi ve kötü olaylar Allah katında bellidir. Her insan dünyada kendisi için belirlenmiş olan bu senaryoya göre imtihan olur. Yani dışarıdan müdahale edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bir senaryo dahilinde bazı olaylar yaşar ve bunlara verdiği tepkilere göre ahirette bir karşılık alır.
Kader insan için çok büyük bir kolaylık, Allah´ın bir lütfudur. Bir insanın sonu en başından belli olan olaylar için üzülmesi, yolunda gitmeyen birşeyler olduğunda sıkıntı duyması bu yüzden çok gereksizdir. Dünyadaki imtihana sabredip, herşeyin Allah´tan geldiğini bilenleri, Allah, ayetlerinde cennet ile müjdelemektedir. Bu konuda peygamberler en güzel örnektirler. Allah insanları uyarmak için gönderdiği elçilerini güzel ahlaklarından dolayı cennet ile müjdelemiştir.
Allah (c.c.) Elçiler ve Kitaplar Yollamıştır
Buraya kadar Allah´ın gücünü ve büyüklüğünü kendi kendimize düşünerek tanımamız için çeşitli örnekler ve deliller verdik. Zaten Allah, bize akletme, düşünme yeteneklerini Kendisini tanımamız için vermiştir. Bunun yanında Allah, bize Kendini tanıtmak ve insanlardan neler istediğini bildirmek için kitaplar yollamıştır. Ayrıca Rabbimiz, isteklerini bazen yazılı bazen de sözlü olarak insanlara aktarmaları için de Kendi seçtiği ve çok üstün ahlak özelliklerine sahip peygamberleri görevlendirmiştir.
Peygamberlerin sayısını tam olarak bilemeyiz. Sadece Allah´ın gönderdiği son kutsal kitap olan Kuran´da bildirilen peygamberlerin isimlerini biliriz. Allah, bize bu peygamberlerin hayatlarını güzel davranış ve düşüncelere örnek olarak göstermiştir. Rabbimiz, gönderdiği peygamberler aracılığı ile insanın dünya hayatındaki davranış ve yaşam şeklinin, yani dinin nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. İşte biz, Allah´ın bildirmesiyle, nasıl davranışlarda bulunmamız gerektiğini, neyin daha iyi ve güzel ahlaka uygun olduğunu bilebiliriz. Allah´ın beğenip bize karşılığında ödül vereceği davranışları, beğenmeyip hoşnut olmadığı ve karşılığında ceza vereceği davranışları da ancak O´nun bildirmesiyle öğreniriz.
Kuran 1400 seneden beri hiç değişmeden günümüze kadar ulaşmıştır.
Kuran´da Allah´ın tarih boyunca tüm toplumlara Kendisini anlatacak elçilerini gönderdiği haber verilir. Peygamberler gönderildikleri toplumları daima uyarmışlardır. Onları Allah´a ibadet etmeye, dua etmeye ve O´nun istediklerini yapmaya çağırmışlardır. Aksi takdirde cezalandırılacaklarını da bildirmişlerdir. Yani toplumlarını uyarmışlar, Allah´ı ve dinini inkar edenleri, kötülük yapanları korkutmuşlar, inanan insanları da Allah´ın ödüllendireceğini müjdelemişlerdir. Çünkü Allah iyi insanları ölümlerinden sonra cennetle müjdelemekte, kötüleri de cehennem ile korkutup başlarına geleceklere karşı uyarmaktadır. (Cennet ve cehennem konularını ileriki bölümlerde daha detaylı anlatacağız.)
Allah´ın insanlara gönderdiği son peygamber, Hz. Muhammed´dir. Son kutsal kitap da Kuran´dır.
Kuran´dan önce gönderilen kitapları kötü niyetli insanlar değiştirmişlerdir. Bu kitaplar zamanla değiştirilmiş, unutulmuş veya kaybolmuşlardır. Bu yüzden onların asıl olan, yani ilk gönderilen halleri günümüze ulaşamamıştır. Ama Allah bize, hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini bildirdiği Kuran´ı yollamıştır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed ve sonra gelen Müslümanlar da Kuran´ı çok iyi korumuş ve çoğaltmışlardır. Kuran herkesin anlayabileceği gibi apaçıktır. Kuran´ı okuduğumuzda bunun Allah´ın sözü olduğunu hemen anlarız. Günümüze kadar bozulmadan gelmiş olan Kuran Allah´ın koruması altındadır ve kıyamete kadar geçerli olan tek kutsal kitaptır.
Bugün dünyanın her yerindeki Kuran´lar birbirinin aynıdır, kelimesine hatta tek bir harfine varıncaya kadar hiçbir farklılık yoktur. Peygamberimizin yakın dostlarından ve halifelerinden (yerine yönetici olarak bıraktığı kişi) Hz. Osman´ın günümüzden 1400 sene önce yazdırdığı Kuran ile bugünkü Kuran´lar arasında da hiçbir farklılık yoktur. Hepsi birebir aynıdır. Demek ki Kuran Peygamber Efendimize indirildiği ilk günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelmiştir. Çünkü Allah, Kuran´ı kötü niyetli kimselerin değiştirmesinden, bozmasından korumuştur. Allah Kuran´ı özel olarak koruyacağını yine bir Kuran ayetinde bizlere şöyle haber vermektedir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kur´an´ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Allah bu ayette geçen "Biz" kelimesiyle Kendisini kastetmektedir. Allah´tan başka bir ilah yoktur, O´nun bir ortağı, yardımcısı da yoktur. Allah herşeye gücü yeten, sonsuz bilgi ve kuvvet sahibi, tek olan ilahtır.
Allah Kuran´da Kendisi için bazı yerlerde "Biz" bazı yerlerde "Ben" diye hitap etmektedir. Kuran´ın asıl dili olan Arapçada "biz" kelimesi tek bir kişi için de kullanılır. Karşı tarafta güç, kudret ve saygı hissi uyandırmak için. Aynı Türkçede, karşıdaki bir kimseye, saygı amacıyla "sen" yerine "siz" demek gibi. Artık kitabın bundan sonraki bölümlerinde size surelerden (yani Kuran bölümlerinden) ve ayetlerden (yani Kuran cümlelerinden) örnekler vereceğiz. Onlar en doğru sözlerdir. Çünkü bizi yaratan ve bizi bizden daha iyi bilen Allah´ın sözleridir.
Allah Kuran´da peygamberlerin hayatlarından örnek almamızı bize bildirmiştir. Bu ayet şöyledir:
Andolsun, onların (peygamberlerin) kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Yusuf Suresi, 111)
Allah´ın bu ayette dikkat çektiği insan, Kuran´ın Allah´ın sözü olduğunu bilip ona göre düşünen, aklını kullanıp Kuran´ı anlamaya ve uygulamaya çalışan insandır.
Allah, peygamber gönderdiği topluluğu Kendi emirlerine uymaktan sorumlu tutmaktadır. İnsanlar da kendilerine Allah´ın mesajı ulaştığı için ahirette hesap verirken hiçbir bahane öne süremeyeceklerdir. Çünkü Allah´ın elçileri gönderildikleri toplumlara, Allah´ın varlığını ve insanlardan neler yapmalarını istediğini anlatırlar. Böylece, bu sözleri duyan kişilerin sorumluluğu başlar.
Kuran´da şöyle bildirilmiştir:
Elçiler; müjdeciler (yani Allah´ın ölümden sonra iyilere vereceği ödülle müjdeleyenler) ve uyarıcılar (yani Allah´ın ölümden sonra kötülere ceza vereceğini söyleyenler) olarak (gönderildi). Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah´a karşı (savunacak) delilleri olmasın. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir. (Nisa Suresi, 165)
KENDİLERİNDEN ÖNCE NİCE NESİLLERİ YIKIMA UĞRATTIĞIMIZI GÖRMÜYORLAR MI ...
(ENAM SURESİ, 6)
Allah yeryüzünde birçok insan topluluğu yaratmıştır. Bu topluluklardan bazıları kendilerine gönderilen elçilerin anlattıklarını yalanlayıp onları elçi olarak kabul etmediklerini söylemişlerdir. Ve onların sözlerini dinlemedikleri, Allah´ın emirlerini yerine getirmedikleri için cezalandırılmışlardır. Allah peygamberleri ile, eğer Allah´ın sözüne uymazlarsa dünyada da kötü bir karşılık alacaklarına dair bu toplulukları uyarmıştır. Buna rağmen bu topluluklar peygamberlere karşı gelmeye ve iftira atmaya başlamışlar, hatta onları öldürmek isteyecek kadar saldırganlaşmışlardır. Bunun üzerine Allah onlara hak ettikleri ve alacaklarını söylediği karşılığı vermiştir. Bu kavimlerin yerlerine zaman içinde yepyeni topluluklar geçmiştir. Kuran´da Allah böyle toplulukların durumunu şöyle bildirmektedir:
Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık, nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle biz onları yıkıma uğrattık ve arkalarından başka nesillervar ettik. (Enam Suresi, 6)
Peygamberlerin hayatlarından vereceğimiz örneklerde Allah´ı reddeden bu topluluklara karşı Allah´a iman eden insanların örnek davranışlarını anlatacağız.
İlk insan ve ilk peygamber: Hz. Adem
Hatırlarsak insanın yaratılışından bahsederken ilk insanın Hz. Adem olduğunu söylemiştik. Hz Adem aynı zamanda ilk peygamberdir. Yani ilk insan nesline Allah hemen bir peygamber de göndermiş ve onlara dinlerinin ne olacağını ve Allah için neler yapmaları gerektiğini öğretmiştir.
Canlıların tesadüfen oluştuklarını söyleyen evrim teorisinin yalanlarını bu kitapta okuyabilirsiniz.
İlk insan olan Adem peygambere Allah, konuşmayı ve herşeyin ismini öğretmiştir. Bu, Kuran´da şöyle anlatılır:
Ve Adem´e isimlerin hepsini öğretti. (Bakara Suresi, 31)
Bunun ne kadar önemli olduğunu düşünün. Allah´ın yarattığı canlılar içinde sadece insan konuşarak anlaşır. Konuşmak insana ait bir özelliktir. Etrafındaki eşyaları tanıması ve onlara bir isim vermesi bunları Allah´ın ilk olarak Adem peygambere öğretmesi sayesinde olmuştur.
Adem peygamberden sonra gelen nesil de, şu an dünyada yaşayan insanlar gibi düşünebilen, konuşan, duyguları olan, sevinen, üzülen, elbise giyen, eşyalar kullanan, sanat ve müzik kabiliyeti olan insanlardı. Bilim adamlarının araştırmaları sonucu bulunan en eski insan kalıntılarının yanında eşyaların, flüt gibi müzik aletlerinin, duvar resimlerinin bulunması, bu söylediklerimizin tarihi delilleridir.
Yani bazı insanların iddia ettiği gibi ilk insanlar hiçbir zaman yarı insan-yarı maymun gibi vahşi yaratıklar olmadılar. Zaten hiçbir maymunun veya başka canlının konuşamayacağını, düşünemeyeceğini, insan gibi davranamayacağını biliyorsunuz. Bütün bu yetenekleri Allah insana özel olarak vermiştir. (Bu konu ile ilgili daha önce yazılmış olan "Çocuklar, Darwin Yalan Söyledi" isimli kitabımızda çok detaylı bilgi bulabilirsiniz.)
Fakat ilk insanın Hz. Adem olduğunu kabul etmek istemeyen bazı insanlar kendilerince çeşitli iddialar ortaya atmışlardır. İlk insana sahte bir kimlik uydurmuşlardır. Bunların hayali iddialarına göre insan ve maymun aynı canlıdan, yani ortak bir atadan zaman içinde değişikliklere uğrayarak bugünkü hallerine gelmişlerdir. Bu garip iddianın nasıl gerçekleştiğini sorarsanız tek cevap vardır: "Tesadüfen oldu". "Peki bunu ispatlayacak delil var mı " diye sorarsanız da hiçbir delil gösteremezler. Yani insanın başka bir canlıdan bugünkü haline geldiği iddiasını kanıtlayacak tek bir kalıntı bile yoktur.
"Geçmişe ait kalıntılar nelerdir " diye sorarsanız, şöyle anlatabiliriz: Bazı canlılar öldükleri zaman arkalarında izlerini bırakırlar ve bu izleri, yani kalıntıları milyonlarca yıl hiç bozulmadan kalabilir. Ancak bunun olabilmesi için o canlının hava ile temasının aniden kesilmesi gerekir. Örneğin bir kuş yerde dururken üzerine aniden bir kum yığını gelse ve orada kuş ölse, bu kuşun kalıntıları günümüze kadar gelebilir. Veya ağaçlardan akan ve bala benzeyen amber denen sıvılar vardır. Bazen bu amber, bir böceğin üzerine akar ve böcek bu amberin içinde ölür. Böylece sertleşerek milyonlarca yıl hiç bozulmadan günümüze kadar gelebilir. Biz de böylece çok eskiden yaşamış olan canlılar hakkında bilgi edinebiliriz. İşte canlılardan kalan bu kalıntılara "fosil" denir.
En üst sırada yukarıdaki canlıların fosillerini görüyorsunuz. Bu resimlerden de anlaşıldığı gibi geçmişte yaşamış karınca, kurbağa veya balıkla bugün yaşayanlar arasında hiçbir fark yoktur.
İlk insanın maymun benzeri bir canlıdan oluştuğunu öne sürenler, bununla ilgili bir fosil gösteremezler. Yani yarı maymun-yarı insan gibi garip bir canlının fosili dünya üzerinde hiçbir zaman bulunmamıştır. Fakat söz konusu kişiler bu açıklarını kapamak için sahte fosiller, sahte resimler, çizimler düzenlemişler ve bunları okul kitaplarına bile koymuşlardır.
Elbette, bu sahtekarlıkları zamanla tek tek açığa çıkmış ve bilim sahtekarlıkları olarak her yerde yazılmıştır. Yani bu insanların durumu başta anlattığımız çizgi kahramanın durumu gibidir. Bu gibi insanlar inatçı ve akılsız olduklarından, Allah´ı kabul etmeleri ve herşeyi O´nun yarattığının farkına varmaları adeta imkansızdır. Bunların sayıları gittikçe azalmaktadır. Fakat hala bazı okullarda, gazetelerde, dergilerde bu yanlış düşüncelerini yaymaya çalışmaktadırlar. İnsanları inandırmak için de söylediklerinin çok bilimsel ve doğru olduğunu ısrarla tekrar ederler. Oysa akıllı bilim adamlarının ortaya koyduğu her araştırma ve delil maymunun insana dönüşmediğini bilimsel olarak da ispat etmiştir.
Hz. Adem, yani ilk insan bugünkü insanlar gibidir ve Allah, onu özel olarak yaratmıştır. Bunlar Allah´ın bize Kuran´da bildirdiği gerçeklerdir. Hz. Adem ile ilgili olarak Allah´ın Kuran´da bize haber verdiği çok önemli bir konu daha vardır: Bütün insanların düşmanı olan şeytan ve Hz. Adem arasında geçen olaylar…
- İnsanın en büyük düşmanı: Şeytan
Şeytan ile ilgili bazı şeyler biliyor olabilirsiniz. Ancak sizi çok iyi tanıdığını ve sizi ne yapıp edip kandırmaya çalıştığını biliyor musunuz Peki ya sizi kimi zaman dost gibi görünerek kandırmaya çalışan şeytanın gerçek amacını biliyor musunuz Gelin en başından başlayalım ve şeytanın neden bizim en büyük düşmanımız olduğunu hatırlayalım. Bunun için size Hz. Adem ve şeytan arasında geçen ve Kuran´da bildirilen bir olayı anlatacağız.
Kuran´a göre şeytan, Hz. Adem´den bu yana bütün insanları Allah yolundan saptırmak için çaba harcayan ve kıyamete kadar da bunun için uğraşacak olan varlıkların genel adıdır. Şeytanların en büyüğü ise, Hz. Adem´in yaratılmasıyla birlikte Allah´a isyan eden İblis´tir.
Kuran´dan öğrendiğimize göre Allah Hz. Adem´i yaratmış ve meleklerden bir saygı ifadesi olarak ona secde etmelerini istemişti. Melekler Allah´ın emrini yerine getirirken, İblis Hz. Adem´e secde etmedi. Kendisinin insandan daha üstün bir yaratık olduğunu öne sürdü. İtaatsiz ve küstah olması nedeniyle Allah´ın huzurundan kovuldu.
Allah´ın huzurundan ayrılmadan önce, bu duruma düşmesine neden olan insanları kendisi gibi saptırmak için Allah´tan süre istedi. Şeytanın amacı kendisine tanınan süre içinde insanları Allah yolundan şaşırtıp saptırmaktı. Bunun için her yolu deneyecek ve insanların çoğunu kendisine uyduracaktı. Allah şeytanı ve ona uyanları cehenneme dolduracağını bildirdi. Burada anlattığımız olaylar Kuran´da şöyle haber verilmektedir:
Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem´e secde edin" dedik. Onlar da İblis´in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi " (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
(Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi. (Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım."
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 11-18)
Şeytan Allah´ın huzurundan kovulduktan sonra, kıyamete kadar sürecek olan mücadelesine başladı. İnsanları aldatarak saptırmak için onlara sokuldu. Sinsice tuzaklar kurdu, insanları hiç akıllarına gelmeyecek yöntemlerle kandırdı. Şimdi daha iyi anladığınız gibi, şeytan insana çok sinsice yaklaşabilen bir düşmandır. Bu nedenle ondan sakınmak için çok büyük dikkat göstermeniz gerekir.
Sakın unutmayın ki şeytan şu anda da sizi kandırmak için bekliyor. Sizi bu kitabı okumaktan, okuduklarınızı düşünmekten alıkoymaya çalışıyor. Bir arkadaşınıza iyilik yapmanızdan, büyüklerinizin sözünü dinlemenizden, Allah´a şükretmenizden ve dua etmenizden, hep doğruyu söylemenizden sizi vazgeçirmeye çalışıyor. Sakın şeytanın sizi kandırmasına, yalanları ile sizi güzel ahlaklı bir insan olmaktan, vicdanınızın sesini dinleyerek hareket etmekten alıkoymasına izin vermeyin.
Aklınıza kötü bir düşünce geldiğinde ya da canınız güzel bir şey yapmak istemediğinde hemen şeytandan Allah´a sığının ve Allah´tan yardım isteyin. Allah´ın Kuran´da haber verdiği gibi şeytanın iman eden kişiler üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını da sakın unutmayın.
Hz. Nuh Peygamber
Nuh Peygamber de diğer peygamberler gibi kavmini yani içinde yaşadığı topluluğu doğru yola çağırmıştır. Allah´a inanmalarını, herşeyin yaratıcısının Allah olduğunu, başka şeylere tapmamalarını, aksi takdirde Allah´ın kendilerini cezalandıracağını söylemiştir. Bu olay, Kuran´da şöyle anlatılır:
Andolsun, biz Nuh´u kavmine gönderdik. (Onlara:) "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum."
"Allah´tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım" (dedi). (Hud Suresi, 25-26)
Fakat çok az kişi haricinde kendisine inanan olmamıştır. Bunun üzerine Allah Nuh Peygambere büyük bir gemi yapmasını emretmiştir. İnananların bu gemi sayesinde kurtulacağını bildirmiştir.
Nuh Peygamberin, etrafta hiç deniz yokken gemi yapması Allah´a inanmayanları çok şaşırtmış ve bu yüzden onunla alay etmişlerdir. Oysa inanmayanlar başlarına gelecekleri bilmemekte fakat Allah bilmektedir. Gemi bitince, günlerce süren çok şiddetli yağmurlar yağmış, her tarafı sular kaplayıp karalar denize dönüşmeye başlamıştır. O zaman gerçekleşen bu felaket günümüzde bilim adamları tarafından da doğrulanmıştır. Ortadoğu bölgesinde şimdi dağ olan birçok yerin bir zamanlar sularla kaplı olduğuna dair deliller bulunmuştur.
Televizyonda çeşitli ülkelerde olan sel felaketlerini görmüşsünüzdür. Böyle felaketlerde, insanlar çatılara çıkıp yardım gelmesini beklerler, onlara ancak deniz motorları ya da helikopterlerle yardım ulaştırılabilir. O dönemde ise Hz. Nuh´un gemisinden başka onları kurtaracak hiçbir şey olmamıştır. İşte Nuh Peygamber zamanında olan ve ´Nuh Tufanı´ olarak adlandırılan bu olay, o dönemdeki peygambere inanmayan, inançsız insanları cezalandırmak için Allah´ın özel olarak meydana getirdiği bir cezadır. Allah´ı dinlemeyen, O´nun Nuh Peygamber aracılığı ile gönderdiği uyarılara yüz çeviren, şımarık, kötü huylu insanların hiçbiri o gemiye binmemiş, kendilerini Allah´tan başka şeylerin koruyacağını zannetmişlerdir. Allah´a değil başka varlıklara güvenmişlerdir.
Halbuki Allah dilemezse bizi hiçbir şey koruyamaz. Bu gerçeği bilmeyen insanlar tepelere, yüksek yerlere çıkmalarına rağmen dev dalgalar onlara da ulaşmış, böylece boğulup gitmişlerdir. Çok az sayıda insan Allah´a inanıp güvenmiş, Nuh Peygamberle beraber gemiye binmiş ve kurtulmuştur. Yanlarına da yine Allah´ın emri ile dişi ve erkek çeşitli türden hayvanlar almışlardır. Kuran´da bu konu şöyle anlatılmaktadır:
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O ´baskı altına alınıp engellenmişti.´
Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al."
Biz de ´bardaktan boşanırcasına akan´ bir su ile göğün kapılarını açtık.
Yeri de ´coşkun kaynaklar´ halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.
Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık; Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi.İnkâr edilmiş-nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükafat olmak üzere.
Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı
Şu halde Benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış (Kamer Suresi, 9-16)
Bütün peygamberler gönderildikleri toplumlara benzeri şekilde aynı konuları anlatmışlar ve onları Allah´a ibadet etmeye çağırmışlardır. Bu görevlerini yaparken de o insanlardan herhangi bir karşılık istememişlerdir. Çünkü Allah´ın sözlerini kendi toplumlarına ileten bu insanların hiçbir çıkarları yoktur. Sadece Allah onları görevlendirdiği için ve Allah´ı çok sevdikleri, O´nun da kendilerini sevmesini istedikleri ve O´ndan korkup çekindikleri için bu görevi yaparlar. Ve bu sırada başlarına birçok olay gelir; sıkıntıya, eziyete, iftiraya uğrarlar. Hatta geçmişte bazı peygamberler inkarcılar tarafından öldürülmek istenmiş, içlerinden öldürülenler de olmuştur. Ancak peygamberler yalnızca Allah´tan korkan insanlar oldukları için, karşılaştıkları hiçbir zorluk onları doğru yoldan döndürmemiştir. Yaşadıkları zorlukların karşılığını Allah´ın dünyada ve ölümden sonraki ahiret hayatında eksiksiz olarak vereceğini hiçbir zaman unutmamışlardır.
Hz. İbrahim Peygamber
Bu bölümde Kuran´da adı geçen bütün peygamberleri teker teker anlatmayacağız. Fakat, Kuran´da bazı özellikleri önemle vurgulanan peygamberlerin hayatlarından örneklere yer vereceğiz.
Hz. İbrahim de bu peygamberlerden biridir. O, daha çok genç yaşta iken ve çevresinde kendisine Allah´ın varlığını anlatan hiç kimse yokken, kendi kendine gökyüzünü inceleyerek tüm varlıkları Allah´ın yarattığını fark etmişti. Bu konu Kuran´da şöyle anlatılır:
(İbrahim) Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim rabbimdir." Fakat kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.
Ardından Ay´ı, (etrafa aydınlık saçar) doğar görünce: "Bu benim rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "And olsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum."
Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk (Allah´a ortak, eş) koşmakta olduklarınızdan uzağım."
"Gerçek şu ki, ben bir muvahhid (Allah´ı tek yaratıcı kabul eden) olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden (Allah´a ortak koşan) değilim." (Enam Suresi, 76-79)
Yine İbrahim Peygamber, içinde yaşadığı toplumu Allah´tan başkasına tapmamaları için şöyle uyarmıştır:
Onlara İbrahim´in haberini de aktar-oku:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz " demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara (kendi yaptıkları ve değer verdikleri çeşitli heykellere) tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."
Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı "
"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu "
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızıböyle yaparlarken bulduk."
(İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü "
"Hem siz, hem de eski atalarınız "
"İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç"
"Ki beni yaratan ve bana hidayet (doğru yolu) veren O´dur;"
"Bana yediren ve içiren O´dur;"
"Hastalandığım zaman bana şifa veren O´dur;"
"Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O´dur,"
"Din (ahirette hesap) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O´dur;" (Şuara Suresi, 69-82)
Hz. İbrahim, o devirdeki krala ve halka, yukarıdaki şekilde "Allah´a iman edin" diye dini anlatınca, ona düşman olanlar onu öldürmeye kalkıştılar. Büyükçe bir ateş yakıp Hz. İbrahim´i içine attılar. Fakat Allah onu korudu ve ateşten sapasağlam kurtardı. Bu olay Kuran´da şöyle anlatılır:
Bunun üzerine kavminin (İbrahim´e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim´e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiya Suresi, 69)
Herşeyi yaratan ve kontrol eden Allah´tır. Ateş de Allah´ın emriyle İbrahim Peygamberi yakmamıştır. İşte bu, Allah´ın bir mucizesidir. Allah´ın gücünün herşeye yettiğini çok iyi gösteren örneklerden biridir. Çünkü yeryüzündeki herşey Allah´ın izni ile gerçekleşir. O, dilemediği sürece bir insana hiçbir şey zarar veremez, hiç kimse bir başka insanı öldüremez. Kuran´da Allah şöyle bildirmektedir:
Allah´ın izni olmaksızın hiçbir nefis (can) için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır (kader yazısı)... (Al-i İmran Suresi, 145)
Allah´ın İbrahim Peygamber için dilediği ölümün zamanı gelmediği için, ateşe atıldığı halde ölmemiş, Allah onu oradan kurtarmıştır.
Allah, Kuran´ın başka bir ayetinde de İbrahim Peygamberin çok üstün bir ahlakı olduğunu şöyle anlatır:
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah´a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
Allah iyi huylu ve kendisine çok bağlı olan insanları sever. Bu ayetten de anladığımız gibi, efendi olmak, asi ruhlu olmamak, Allah´ın emirlerine tam teslimiyetli olmak Allah katında çok önemli özelliklerdendir.
Hz. Musa Peygamber
Hz. Musa da Kuran´ın birçok yerinde başından geçen olaylar anlatılan bir peygamberdir. Kendisine kutsal kitaplardan biri olan Tevrat gönderilmiştir. Fakat Tevrat, Musa Peygamberin ölümünden sonra insanlar tarafından değiştirildiği için günümüzde asıl hali bulunmamaktadır. Ama değiştirilmiş şeklini Museviler hala kutsal kitap zannederek okumaktadırlar. Günümüzdeki Musevilerin okuyup inandıkları bu kitap, Musa Peygamberin getirdiği kutsal kitap olmadığı için onlar doğru bir inanışa sahip değildirler.
Tevrat, Musa Peygamberden sonra bazı kötü niyetli insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bu nedenle günümüzde okunan Tevrat Allah´ın Hz. Musa´ya gönderdiği orijinal halinden çok farklıdır.
Biz Hz. Musa´nın yaşamı ve güzel ahlakı ile ilgili tüm bilgileri Kuran´dan öğreniriz. Kuran´da bildirildiğine göre, eski Mısır hükümdarlarına "firavun" denirdi. Bunların bir çoğu Allah´a inanmayan, kendilerini kutsal bir kişi gibi gören, çok kibirli insanlardı. Musa Peygamberi de Allah bu firavunların en zalimlerinden birisine göndermişti.
Hz. Musa´nın hayatından bize haberler veren ayetleri okurken üzerinde durulması gereken önemli bir konu, kaderdir. Hz. Musa´nın Firavun´un sarayına gönderilişi şöyle olmuştur:
Tam Hz. Musa´nın doğduğu sırada, Firavun zalimce bir emir vermiş ve ülkesindeki tüm erkek çocukların öldürülmesini istemiştir. Hz. Musa da ölüm tehlikesiyle karşılaşmıştır. Ancak Allah Hz. Musa´nın annesine oğlunu suya bırakmasını söylemiş ve sonunda onu Firavun´un alacağını ve onun kendisine geri dönüp peygamber olacağını bildirmişti. Annesi Hz. Musa´yı bir sandığın içine yerleştirerek suya bıraktı. Nehirde başıboş ilerleyen bu sandık bir süre sonra Firavun´un karısı tarafından bulundu ve Hz. Musa daha bebekken büyütülmek üzere saraya alındı. Böylece Firavun, ileride kendisine Allah´ı anlatacak, yanlış fikirlerine karşı koyacak olan insanı, bilmeden yanına almış ve büyütmüştür. Herşeyi bilen Allah, Firavun´un Hz. Musa´yı nehirde bulup, onu sarayında yetiştireceğini de bilmektedir.
Mısır hükümdarlarına "firavun" denirdi. Bunların bir çoğu Allah´a inanmayan, kendilerini kutsal bir kişi gibi gören, çok kibirli insanlardı.
Hz. Musa doğduğunda onun bir sandık içinde suya bırakılacağı, Firavun´un onu bulacağı, sonunda ise Hz. Musa´nın bir peygamber olacağı belliydi. Çünkü Allah onun kaderini öyle belirlemişti. Allah bunu Hz. Musa´nın annesine bildirdi.
Burada Hz. Musa´nın hayatındaki tüm detayların en ince ayrıntısına kadar Allah katında kaderde belirlenmiş olduğuna ve aynen takdir edildiği gibi gerçekleştiğine dikkat etmek gerekir.
Hz. Musa büyüdükten sonra Mısır´dan ayrıldı, bir süre bir başka ülkede yaşadı ve sonra da Allah onu peygamber olarak görevlendirdi. Ve Musa Peygambere yardımcı olarak kardeşi Hz. Harun´u gönderdi.
İkisi birden bu zalim Firavun´un karşısına çıkıp Allah´ı ve O´nun emirlerini anlattılar. Musa Peygamberin yaptığı çok zor bir işti. Çünkü Allah´ı inkar eden çok zalim bir hükümdarın karşısına çıkıp çekinmeden onu, Allah´ı tanımaya ve O´na ibadet etmeye çağırmıştı. Kuran´da Hz. Musa´nın bu daveti şöyle anlatılmaktadır:
İsrailoğulları Mısır´da Firavun yönetimi tarafından köleleştirilmişlerdir. Yukarıda ağır işlerde çalıştırılan insanlar görülüyor.
Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa´yı ayetlerimizle (sözlerimiz-delillerimizle) Firavun´a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
Zalim Firavun, Musa Peygambere inanan topluluğu esir tutuyor, onları köle olarak çalıştırıyordu.
Firavun´un bütün inananları yok etmeyi düşündüğü anlaşılınca iman edenler Hz. Musa önderliğinde Mısır´dan kaçtılar.
Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (yani bütün herşeyi yaratıp düzenleyenden) bir elçiyim."
"Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah´a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını (Musa´nın kendi toplumu) benimle gönder." (Araf Suresi, 103-105)
Firavun ise kendini beğenmiş ve kibirli bir insandı. Bütün gücün kendinde olduğunu zannedip Allah´a başkaldırmıştı. Halbuki Firavun´a o gücü, malı ve toprakları veren de Allah´tır. Ama Firavun akılsız olduğu için bu gerçeği anlayamamıştır.
Hz. Musa´ya karşı çıkan ve iman etmeyen Firavun, daha önce de söylediğimiz gibi, çok alim bir insandı. Musa Peygambere inanan topluluğu (İsrailoğulları) esir tutuyor, onları köle olarak çalıştırıyordu. Sonunda Firavun´un Hz. Musa´yı ve bütün inananları yok etmeyi düşündüğü anlaşılınca bu topluluk Hz. Musa önderliğinde Mısır´dan kaçtı. İsrailoğulları ve Hz. Musa, önlerine çıkan denizle arkalarından gelen Firavun´un ordusu arasında kaldılar. Ama Musa Peygamber böyle çaresiz gibi görünen bir durumda bile asla umudunu ve Allah´a güvenini kaybetmedi. Allah, bir mucize yaratarak inananların geçmesi için denizi ikiye yardı ve denizde bir yol açtı. Bu, Allah´ın Musa Peygambere verdiği büyük mucizelerden birisidir. İnananlar geçince deniz kapandı, onları takip eden Firavun ve ordusu ise suda boğuldular.
Allah Kuran´da bu mucizevi olayı şöyle bildirmektedir:
Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. (Enfal Suresi, 54)
Hz. Musa ve yanındakiler önlerine çıkan denizle, arkalarından gelen Firavun´un ordusu arasında kaldılar. Ama Musa Peygamber asla umudunu ve Allah´a olan güvenini kaybetmedi. Allah, inananların geçmesi için denizi ikiye yardı ve denizde bir yol açtı. Bu, Allah´ın Musa Peygambere verdiği büyük mucizelerden birisidir. İnananlar geçince deniz kapandı, onları takip eden Firavun ve ordusu ise suda boğuldular.
Tam öleceğini anladığı sırada Firavun Allah´a inandığını söyleyerek kendisini kurtarmasını istemiştir. Fakat son andaki bu pişmanlığı fayda etmemiştir. Çünkü Allah, yaptığımız hatalardan ancak samimi olarak pişman olursak bizi affedeceğini bildirmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır. Ama insanın tam öleceğini anladığı sıradaki pişmanlığı, samimi ve zamanında duyulan bir pişmanlık olmadığından fayda etmeyebilir. Firavun´a da böyle olmuştur. O halde bizim unutmamamız gereken şudur: Hayatımız boyunca Allah´ın hoşnut olacağı şekilde yaşamalı ve Firavun´un düştüğü hataya düşmemeliyiz. Çünkü hayatımızı Kuran´a uygun güzel bir ahlakla geçirmezsek, Kuran´da emredilenleri yapmazsak, ölüm anında pişman olmamız fayda etmeyebilir.
Hz. Yunus Peygamber
İnsan ne kadar zor ve çaresiz durumda olursa olsun daima Allah´a güvenmeli ve O´ndan yardım istemelidir. Biraz önce de anlattığımız gibi, Musa Peygamber Firavun´un ordusu ile önlerindeki deniz arasında kalınca asla umutsuzluğa düşmemiş ve Allah´a güvenmişti. İşte Yunus Peygamberin davranışı da böyle güzel bir davranışın örneklerindendir.
Yunus Peygamber, ilk önceleri Allah´ın kendisine verdiği göreve rağmen uyarması gereken toplumu terk etmişti. Bunun üzerine Allah onu çeşitli denemelerden geçirdi. Hz. Yunus ilk önce bindiği gemidekiler tarafından denize atıldı. Sonra denizde kendisini dev bir balık yuttu. Bu olayların üzerine Hz. Yunus yaptığından dolayı pişman oldu ve Allah´a sığınıp dua etti. Kuran´da bu olay şöyle anlatılır:
Balık sahibi (Yunus´u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.
Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)
Allah, Kendisine güvenip, dua etmeseydi Hz. Yunus´un başına gelecekleri Kuran´da şöyle bildirmiştir:
Hz. Yunus ilk önce bindiği gemidekiler tarafından denize atıldı. Sonra denizde kendisini dev bir balık yuttu. Allah Yunus Peygamberi umutsuz gibi görünen böyle bir durumdan kurtarmıştır.
Eğer (Allah´ı çokça) tesbih edenlerden (ananlardan, yüceltenlerden) olmasaydı,
Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere attık.
Ve üzerine, sık-geniş yapraklı (dış etkilere karşı korumak için) (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. (Saffat Suresi, 143-147)
Allah Yunus Peygamberi tamamen umutsuz gibi görünen bir durumdan kurtarmıştır. Bu, Allah´tan hiçbir zaman umut kesilmeyeceğine dair açık bir işarettir. Kuran´da bildirilen bu olayları okuyup öğrenen bizlerin yapması gereken de, her ne zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım, daima Allah´a dua edip O´ndan yardım dilemektir.
Hz. Yusuf Peygamber
Kuran´da Yusuf Peygamberin başından geçenler çok uzun ve detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Burada kısaca anlatıp, Hz. Yusuf´un ahlakından nasıl örnek almamız gerektiğini göreceğiz.
Hz. Yusuf, Yakup Peygamberin oğullarından biridir. Küçük yaşta kardeşleri onu kıskandıkları için çölde bir kuyuya atıp babalarına da "onu bir kurt yedi" diye yalan söylemişlerdir. Kuyudan su çeken bir kervan onu bulup Mısır´da bir yöneticinin sarayına götürmüştür. Orada bir olaydan dolayı iftiraya uğrayıp zindana atılmış ve senelerce zindanda kalmıştır.
Sonunda suçsuz olduğu anlaşılmış, zindandan çıkarılmış, çok güvenilir ve akıllı bir insan olduğu için Mısır´da hazinenin başına getirilmiş, yönetici olmuştur. Kendisine zamanında eziyet eden kardeşlerini de affetmiştir.
Yusuf Peygamber çok üstün bir ahlaka sahiptir. Allah onu birçok şekilde denemiş, kuyu gibi kurtulması imkansız görünen bir yerden çıkarıp en sonunda onu üstün bir makama getirmiştir. Yusuf Peygamber başına gelen her olayda Allah´a dua etmiş, O´na yönelmiştir. Senelerce suçsuz olmasına rağmen hapiste kaldığı halde bunun Allah´ın bir denemesi olduğunu unutmamıştır. Hapiste yanında bulunanlara hep Allah´ın gücünü ve büyüklüğünü anlatmıştır. Bu kadar zor şartlar altında Allah´a olan güven ve bağlılığını koruması, onun çok üstün bir ahlak sahibi olduğunu bize göstermektedir.
Hz. Eyüp Peygamber
İnsanın başına gelenlere karşı sabırlı olması çok önemli bir Müslüman özelliğidir. Hz. Eyüp kendisine çok sıkıntı veren bir hastalıkla denenmiştir. Ama Eyüp Peygamber hastalığının geçmesi için sadece Allah´tan yardım istemiş ve O´na güvenmiştir. Allah onun duası üzerine hastalığının nasıl iyileşeceğini kendisine bildirmiştir. Hz. Eyüp´ün üstün ahlakı ve duası Kuran´da şöyle anlatılır:
Kulumuz Eyyub´u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici (çok can yakıcı) bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti.
"Ayağını depret.(yere vur) İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su, diye vahyettik).
... Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü O, (daima Allah´a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 41-44)
Bazı insanlar, hastalık, acı, sıkıntı gibi zorluklarla karşılaştıkları zaman hemen ümitsizliğe kapılırlar. Bazıları ise isyankar bir tavır içine girerler. Oysa bunlar çok yanlış düşüncelerdir. Hz. Eyüp örneği de bize göstermektedir ki, Allah en üstün kullarına bile çeşitli dertler ve sıkıntılar verebilir. Bundaki amaç, insanın olgunluğunu artırmak ve Allah´a olan bağlılığını sınamaktadır.
Biz de başımıza gelen her sıkıntı karşısında Allah´a dua etmeli ve O´na güvenmeliyiz. Hz. Eyüp gibi sabreden ve daima Allah´a yönelip dönen insanlar olmalıyız. O zaman Allah hem dertlerimizi giderir, hem de yaşadığımız sıkıntılara karşılık olarak dünyada ve ahirette bize büyük mükafat verir.
Hz. İsa Peygamber
İsa Peygamberi Allah özel bir yaratılışla yaratmıştır. Allah onu da Adem Peygamber gibi babası olmadan dünyaya getirmiştir. Bu, Kuran´da şöyle haber verilir:
Şüphesiz, Allah katında İsa´nın durumu, Adem´in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)
Hazreti İsa, Kuran´da annesinin adıyla, yani Meryemoğlu İsa olarak geçer. Hz. Meryem Allah´ın tüm kadınlara örnek kıldığı çok değerli bir Müslümandır. Son derece iffetli ve Allah´a çok bağlı bir mümindir. Allah ona, çocuğunun peygamber olacağını müjdelemiştir.
Allah Meryemoğlu İsa´yı Peygamber yapmış ve ona kutsal kitaplardan İncil´i vermiştir. (İncil de Hz. İsa´dan sonra kötü niyetli insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bugün elimizde gerçek İncil yoktur.) Allah Hz. İsa´ya birçok mucizeler de vererek topluma gerçekleri anlatmakla görevlendirmiştir. Daha bebekken konuşarak Allah´ı anlatmıştır. İsa Peygamber kendisinden sonra gelecek olan Peygamberimiz Hz. Muhammed´i de müjdelemiştir. Peygamberimizin bir adı da Ahmet´tir. Hz. İsa´nın Peygamberimizi müjdeleyişi Kuran´da bize şöyle bildirilmektedir:
Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah´tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat´ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmet" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle (çeşitli mucizelerle) gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)
İsa Peygambere, yaşadığı dönemde inanıp yardımcı olan çok az insan olmuştur. İsa Peygamberin düşmanları onu öldürmek için tuzak kurmuşlar ve onu ele geçirip astıklarını zannetmişlerdir. Ama Allah bize Kuran´da olayın böyle gerçekleşmediğini ve Hz. İsa´yı öldüremediklerini bildirmektedir:
Ve: "Biz, Allah´ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa´yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna (varsayıma) uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
İsa Peygamberin arkasından düşmanları onun söylediği gerçekleri saptırmaya çalışmışlardır. İsa Peygamberi ve annesi Meryem´i de insanüstü varlıklar gibi, hatta daha da ileri giderek "tanrı" gibi göstermeye başlamışlardır. Hala günümüzde bu yanlış inanışlar ve davranışlar devam etmektedir. Allah bize bu inançlarının yanlışlığını Kuran´da İsa Peygamberin kendi sözleriyle bildirmektedir:
Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah´ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen misöyledin " dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen´de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri bilen Sen´sin Sen."
"Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ´Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah´a kulluk edin.´ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen´din. Sen herşeyin üzerine şahid olansın." (Maide Suresi, 116-117)
Hz. İsa´nın arkasından kendisine inananlar artmıştır. Fakat onlar da değiştirilip yanlış şeyler eklenmiş İncil´e uyduklarından, onlar da bugün yanlış bir yoldadırlar. Doğru olan tek yol, Allah´ın hiç bozulmamış olan son kitabı Kuran´da bildirilen, Hz. Muhammed´in yoludur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed
Son peygamber olduğu ve günümüzden yaklaşık 1400 yıl önce yaşadığı için hakkında en fazla şey bilinen peygamber Hz. Muhammed´tir. İnsanlar, Hz. Muhammed´den önce gönderilen bütün dinleri değiştirip bozmuşlardır. Bu nedenle, insanların dünya hayatının sonu olan kıyamete kadar sorumlu tutulacakları son kitap olan Kuran, Peygamberimize gönderilmiştir. Allah bütün istediklerini Kuran aracılığı ile bize bildirmiştir.
Peygamberimiz de diğer peygamberlerde olduğu gibi, içinde yaşadığı topluma gerçekleri anlatırken birçok zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmıştır. Hiçbir çıkarı olmadığı ve hiçbir şekilde ücret istemediği halde suçlanmıştır. Doğup büyüdüğü Mekke şehrinden göç etmeye zorlanmıştır. Kendisine inanan ilk Müslümanlara (sahabeler) eziyet ve işkenceler yapılmıştır. Ama Allah zamanımıza kadar hiç değişmeden gelen İslam dinini, inkar edenlerin yok etmelerine müsaade etmemiştir. Allah´ın vadettiği gibi Kuran, günümüze kadar tek kelimesi bile değişmeden korunmuştur.
ANDOLSUN SİZE, İÇİNİZDEN SIKINTIYA DÜŞMENİZ O´NUN GÜCÜNE GİDEN, SİZE PEK DÜŞKÜN, MÜMİNLERE ŞEFKATLİ VE ESİRGEYİCİ OLAN BİR ELÇİ GELMİŞTİR.
(TEVBE SURESİ, 128)
Hz. Muhammed´in bu çağrısı bugün yaşayan tüm insanlar için geçerlidir. Allah dinini tebliğ etmeleri için gönderdiği elçilere tam bir itaati emretmiş, birçok ayette elçiye itaatin aslında Kendisine itaat olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle Peygamberimize itaat, dinin en önemli ve hayati konularından biridir. Ve bu itaatin gösterilmesi de elbette Peygamberimizin hayattayken bildirdiği konuları tam bir teslimiyetle uygulamakla olur.
Allah Kuran´da Peygamberimizin tüm insanlara örnek olan üstün ahlakını, pek çok ayetle bize tanıtmıştır. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:
Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O´nun gücüne giden, size pek düşkün, mü´minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah´ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. (Ahzab Suresi, 40)
Andolsun ki Allah, mü´minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)
Ayrıca Kuran´da "De ki" ile başlayan ayetlerle Allah, Peygamberimize söylemesi gerekenleri bildirmiş, Hz. Muhammed bu ayetlerle tüm insanlara dini anlatmıştır. Allah´tan korkan ve bağışlanmayı isteyen kulların Hz. Muhammed´e uyması gerektiği bir ayette şöyle bildirmiştir:
De ki: "Eğer siz Allah´ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i İmran Suresi, 31)
Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, Allah´ın bizi sevmesini istiyorsak Peygamberimizin söylediklerine uymamız, onları eksiksiz olarak yerine getirmemiz gerekmektedir.
Mucizelerle Dolu Kur´an
Peygamberimize verilen en büyük mucizenin Kuran olduğunu daha önce belirtmiştik. Kuran, insanlara günümüzden 1400 yıl önce gönderilmiştir. Fakat içinde anlatılan öyle gerçekler vardır ki, onların günümüzdeki bilimsel buluşlara uygun olduğu daha yeni anlaşılabilmiştir.
Kainattaki herşeyi, gezegenleri, yıldızları, insanları, hayvanları, doğa kanunlarını Allah yaratmıştır. Rabbimiz olan Allah, bizim daha keşfetmediğimiz herşeyi zaten bilmektedir. Dilediklerini Kuran´da bize bildirmiştir. Biz sadece zamanı gelince bu bilgileri öğrenmekte ve bunların Allah´ın birer mucizesi olduğunu anlamaktayız.
Kuran´ın pek çok bilimsel mucizesi vardır. Burada Kuran´ın bilimsel mucizelerinin hepsini değil, sadece birkaç tanesini örnek olması için anlatacağız. (Kuran´ın daha pek çok mucizesini öğrenmek istiyorsanızKuran Mucizeleri isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.)
Evrenin yaratılışı
Kuran´da evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:
BİZ GÖĞÜ ´BÜYÜK BİR KUDRETLE´ BİNA ETTİK VE ŞÜPHESİZ BİZ, (ONU) GEİŞLETİCİYİZ.
(ZARİYAT SURESİ, 47)
O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)
Kitabın ilk bölümünde hatırlarsanız evrenin hiçbir şey yokken bundan yaklaşık olarak 15 milyar yıl önce bir patlamayla ortaya çıktığını detaylı olarak anlatmıştık. Yani evren hiçbir şey yokken birdenbire var olmuştur.
Bu büyük buluşun delilleri ise, ancak geçtiğimiz yüzyılda çok modern teknolojik aletlerle elde edildi. Dolayısıyla bunun 1400 yıl önce bilinmesi mümkün değildi. Ama yukarıdaki ayette de gördüğünüz gibi, Allah bu gerçeği bize hiçbir insanın bundan haberdar olmadığı, Kuran ilk indirildiği dönemde bildirmiştir. Bu anlatım Kuran´ın bir mucizesidir ve onun Allah´ın sözü olduğunun delillerinden biridir.
Evrenin genişlemesi
Evrenin patlamayla ortaya çıkışı ve hala genişlemekte olduğu günümüzde ispatlanmıştır. Bunu da size baştaki bölümlerde şişirilen bir balon örneği vererek anlatmıştık. 15 milyar yıl önce yaratılan maddeler bu patlamanın etkisiyle hala birbirlerinden uzaklaşmaya devam etmektedirler. Yani tüm evren büyük bir patlamanın ardından genişlemeye devam etmiştir ve hala da genişlemektedir. Modern astronomi araçları ile yapılan araştırmalar sonucu bu, çok açık olarak gözlemlenmiştir. Bu gerçek de 1400 yıl önce, tek bir insanın dahi bundan haberdar olmadığı bir zamanda, Kuran´da bir mucize olarak bildirilmiştir. Bu konuyla ilgili ayet şöyledir:
Biz göğü ´büyük bir kudretle´ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yörüngeler
İŞTE BU, SİZİN RABBİNİZ ALLAH´TIR; HERŞEYİN YARATICISIDIR; O´NDAN BAŞKA İLAH YOKTUR. ÖYLEYSE NASIL OLUR DA ÇEVRİLİYORSUNUZ
(MÜMİN SURESİ, 62)
Pek çoğunuz Dünyamızın ve diğer gezegenlerin bir yörüngesi olduğunu biliyor olabilirsiniz. Aslında sadece Güneş Sistemimizdekilerin değil, evrendeki bütün gök cisimlerinin bir yörüngesi vardır. Yani hepsi kendileri için belirlenmiş olan bir yol üzerinde dolaşırlar. Bilim adamları bu bilimsel gerçeği yakın bir dönemde keşfetmişlerdir. Ancak günümüzden 1400 yıl öncesi gibi, gök cisimlerinin yörüngelerinden haberdar olunmadığı bir dönemde, Kuran´da Allah bu gerçeği bir mucize olarak şöyle bildirmiştir:
Geceyi, gündüzü, Güneş´i ve Ay´ı yaratan O´dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 33)
Bu ayette gördüğünüz gibi, Allah ancak günümüzde anlaşılan bilimsel bir gerçeği haber vermektedir. Kuran´ın indirildiği dönemde insanlar gök cisimlerinin sabit yörüngelerde hareket ettiklerinden habersizdirler. Ama Allah herşeyi bilen ve dilediğini de kullarına bildirendir.
Dünya´nın yuvarlak oluşu
Kuran´ın gönderildiği dönemdeki gök bilim anlayışına göre, Dünya´nın tıpkı bir tepsi gibi düz olduğu düşünülüyordu. Dikkat ederseniz, bugün herkesin bildiği bu gerçek bile o zaman bilinmiyordu. Ama Kuran´da kullanılan kelimelerden Dünya´nın yuvarlak olduğu açık şekilde anlaşılıyordu. Bu bilginin bize haber verildiği ayet şöyledir:
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor... (Zümer Suresi, 5)
Bu ayetin Türkçesinde "sarıp-örtme" diye tercüme edilen kelimenin Arapçadaki tam anlamı, "bir şeyi yuvarlak bir şeyin üstüne sarmak"tır. Demek ki, gece ve gündüzün üzerine sarıldığı Dünya yuvarlaktır. Oysa biraz önce de söylediğimiz gibi, Kuran´ın indirildiği dönemde Araplar Dünya´nın düz olduğunu zannediyorlardı. Kuran´da ise Dünya´nın yuvarlak olduğuna işaret edilmişti. Çünkü Allah herşeyin en doğrusunu insanlara öğretendir. Allah´ın kitabı Kuran´da o devirde bildirilen bu gerçek yüzyıllar sonra bilim adamları tarafından keşfedildi ve Dünya´nın yuvarlak olduğu anlaşıldı.
Kuran, Allah´ın sözü olduğu için bilimsel tarifler yapılırken olabilecek en doğru kelimeler kullanılmıştır. Herhangi bir insanın bunları bilip kullanması mümkün değildir. Ama Allah herşeyi bildiği için gerçekleri istediği herhangi bir dönemdeki insanlara bildirebilir.
Parmak izi
Allah Kuran´da insanın yaratılışından söz ederken özellikle parmak uçlarına dikkat çekmiştir:
İnsan, onun kemiklerini bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 3-4)
Tamamen dağılıp çürümüş olan bir insan vücudunun tekrar biraraya getirilmesi Allah için çok kolaydır. Şimdi parmak ucunuzu inceleyin. Parmak izleriniz hepinizde ayrı ayrıdır. Hatta ikiz olsanız bile kardeşinizinki sizinkinden farklıdır. Dünyada hiçbir insanın parmak uçlarındaki bu çizgiler bir başka insanınkine benzemez. Yani her insanın adeta kimliği gibidir bu izler...
Allah sonsuz kudret sahibi olduğu için, bu kadar ince farklılıklara kadar bizi tekrar yaratabileceğini söylemektedir. Fakat bu arada biz bir şeyi daha öğrenmekteyiz. Bu izlerin önemi ve herkeste farklı olduğu ancak 19. yüzyılda öğrenilmiştir. Ama Allah 1400 yıl önce yukarıda okuduğunuz ayetle Kuran´da buna dikkat çekmiştir. Yani bu da bilimsel bir Kuran mucizesidir.
Daha bunun gibi birçok konu mucizevi şekilde Kuran´da bildirilmiştir. Biz burada bir kısmını anlattık. Bu kadarı bile Kuran´ın Allah sözü olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. (Daha fazlasını öğrenmek için Kuran Mucizeleri isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.)
Allah, mucizelerle dolu olan Kuran için şunları söylemektedir:
Onlar hâlâ Kuran´ı iyice düşünmüyorlar mı Eğer o, Allah´tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler-tutarsızlıklar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi, Kuran´da haber verilen herşey doğrudur. Bilim ilerledikçe her geçen gün Kuran´da haber verilen yeni mucizeler bulunmaktadır. Bu da bize Kuran´ın Allah´ın gönderdiği hak kitap olduğunu göstermektedir. Bizim yapmamız gereken ise, Allah´ın gönderdiği bu kitaptaki herşeyi eksiksiz olarak öğrenmek ve uygulamaktır.
Allah Kuran´a uymamızı birçok ayetinde emretmiştir. Bu konudaki ayetlerden birkaçı şöyledir:
Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitap´tır. Şu halde O´na uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz. (Enam Suresi, 155)
... O (Kur´an), bir öğüttür. Artık dileyen, onu ´düşünüp-öğüt alsın. (Abese Suresi, 11-12)
Allah (c.c.) Bizden Nasıl Bir Ahlak İstiyor!
İnsanlar için bir öğüt olan Kuran, Allah´ın sözüdür. Kuran´ın ayetlerini okuyarak ve uygulayarak Allah´ın beğeneceği bir ahlaka sahip olabilirsiniz. Bu çok kolaydır. Ancak buna rağmen insanların büyük bir çoğunluğu hataya düşmüş ve Allah´ın emrettiği güzel ahlaktan uzaklaşmışlardır. Eğer bir gün çevremizdeki her insan kendi üzerine düşeni yapar ve Allah´ın istediği ahlaka sahip olursa, dünya üzerinde de cennettekine benzer bir ortam oluşabilir. Şimdi, kısaca bu güzel ahlak özelliklerini anlatalım.
Hepimiz biliyoruz ki, insanı Allah yaratmıştır. Dolayısıyla insanın iyi ve kötü özelliklerini de en iyi Allah bilir. Ayrıca insan diğer insanları kandırabilir ama Allah´tan herhangi bir şey gizlemesi mümkün değildir. Çünkü Allah bizim gibi sadece insanların dışını değil, onların düşüncelerini de bilir. O halde insanın Allah´a karşı her zaman dürüst ve samimi olması gerekir. Kuran´da şöyle bildirilmektedir:
De ki: "Sinelerinizde (içinizde-kalplerinizde) olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir. (Al-i İmran Suresi, 29)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah´ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 284)
Allah´ın, her sözünü işittiğinin, her yaptığını gördüğünün, her düşüncesini bildiğinin farkında olan insan, gizlice de olsa kötülük yapamaz. Demek ki insanların gerçekten iyi insanlar olabilmeleri için mutlaka Allah´ın varlığına inanmaları ve O´nun gücünü, her an herşeyi gördüğünü ve duyduğunu anlamaları gerekir. Bu, Allah´ın istediği ahlakı yaşayabilmenin en önemli yollarından biridir.
Allah´ı sevmek ve O´na güvenmek
Annenizin, babanızın sizi sevmesi hoşunuza gidiyor değil mi Siz de onları çok seviyorsunuz. Onlar sizi koruyor, sevgi gösteriyor, ihtiyaçlarınızı karşılıyor. Onlara güveniyorsunuz. Zor bir durumda kalsanız size yardıma koşacaklarını biliyorsunuz.
Peki Allah´ı ne kadar seviyor ve O´na ne kadar güveniyorsunuz
Allah, yarattığı bütün canlıların her ihtiyacını verendir. O´nun sonsuz şefkati ve merhameti sayesindedünya üzerinde nimetler içinde ve rahat yaşıyoruz.
Mesela bizim yaşayabilmemiz için Allah Güneş´i yaratmıştır. Beslenmemiz için sebzeleri, meyveleri, hayvanları yaratan da Allah´tır. Bu sayede ekmek, süt, et ve birbirinden lezzetli sebzeleri ve meyveleri yeriz.
Allah içecek suyumuzun olması için de yağmuru yaratmıştır. Ayrıca tuzlu su olarak denizleri yaratan da Allah´tır. Denizlerdeki canlılar da bu sayede yaşarlar. Yağmurlar olmasaydı yeryüzünde ne tatlı ne tuzlu su olurdu. Su, yaşamımız için çok önemlidir. Çünkü biliyorsunuz ki insan susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Allah vücudumuzda da mikroplara karşı savaşan savunma sistemini yaratmıştır. Savunma sistemimiz sayesinde basit bir nezle mikrobu ile ölmemiz engellenmiştir.
Bunlardan başka kalbimizi hiç durmadan çalışacak şekilde yaratan da Allah´tır. Kalbimiz araba motorları gibi ara sıra durup dinlenme ihtiyacında olsa, sonra tekrar çalışsa elbette yaşayamazdık. Oysa kalp insan ölene kadar senelerce hiç durmadan çalışır ve bu sayede hayatımızı sürdürürüz.
Yine, Allah görebilmemiz için gözlerimizi, duyabilmemiz için kulaklarımızı, güzel kokuları koklamamız ve yemeklerin lezzetini tadabilmemiz için burnumuzu ve dilimizi yaratmıştır.
Buraya kadar saydıklarımız Allah´ın bize verdiği sayısız nimetlerden yalnızca birkaçıdır. Allah´ın bize verdiği nimetleri saymakla bitiremeyiz. Bize karşı çok şefkatli ve çok merhametli olan Allah bir Kuran ayetinde bizlere şöyle seslenmektedir:
SİZE HER İSTEDİĞİNİZ ŞEYİ VERDİ. EĞER ALLAH´IN NİMETİNİ SAYMAYA KALKIŞIRSANIZ, ONU SAYIP-BİTİRMEYE GÜÇ YETİREMEZSİNİZ. GERÇEK ŞU Kİ, İNSAN PEK ZALİMDİR, PEK NANKÖRDÜR.
(İBRAHİM SURESİ, 34)
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah´ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)
Ayetten de anladığınız gibi, bu nimetlere nankörlük yapmak, yani herşeyi bize Allah´ın verdiğini unutmak, O´na teşekkür etmemek çok çirkin bir davranış olacaktır. Allah nankörlük yapanları sevmez.
Verdiği nimetlere karşılık Allah bizden en çok Kendisini sevmemizi ve Kendisine şükretmemizi, yani teşekkür etmemizi istemektedir. Rabbimiz bu emrini Kuran ayetlerinde şöyle bildirmektedir:
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Öyleyse Allah´ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O´na kulluk ediyorsanız Allah´ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. (Müminun Suresi, 78)
Bir başka ayette ise iman edenlerin en çok Allah´ı sevdikleri şöyle anlatılmaktadır:
ALLAH, SİZİ ANNELERİNİZİN KARNINDAN HİÇ BİR ŞEY BİLMEZKEN ÇIKARDI VE UMULUR Kİ, ŞÜKREDERSİNİZ DİYE İŞİTME, GÖRME (DUYULARINI) VE GÖNÜLLER VERDİ.
(NAHL SURESİ, 78)
İnsanlar içinde, Allah´tan başkasını ´eş ve ortak´ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah´ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah´a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah´ın olduğunu ve Allah´ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Gerçek şu ki, size de, annenize de, babanıza da, bütün insanlara ve canlılara da bakan, besleyen, büyüten, koruyan Allah´tır. Hepimiz O´na muhtacız. Saydıklarımızdan bu kadarını bile ne bizim, ne de anne babamızın yapması mümkün değildir. Öyleyse önce Allah´a güvenip O´nu sevmemiz gerekir.
İşte güzel ahlak özelliklerinin başında, önce Allah´ı sevmek, O´na güvenmek, herşeyimizi O´na borçlu olduğumuzu bilmek gelir.
Çevremize karşı göstermemiz gereken güzel ahlak nasıl olmalı
Allah insanların alaycı, şımarık, kendini beğenmiş, yalancı olmasını yasaklamıştır. Dürüst, yumuşak huylu, alçakgönüllü, doğru sözlü olmak Allah´ın hoşuna giden çok önemli özelliklerdir.
İnsan genellikle çevresinden etkilenir. Kötü arkadaşları varsa o insan da onların kötü davranışlarının etkisinde kalabilir. Oysa Allah´a inanan, Allah´ın daima kendisini gördüğünü bilen bir insan, ortam ne olursa olsun daima doğru hareketlerde bulunur. Yanlış davrananlara da güzel örnek olur.
Allah sabırlı insanları da çok sever. Ancak sabretmek denince aklınıza sadece bazı konularda sabretmek ya da sabırsız konuşmalar yapmamak gelmesin. Çünkü Kuran´da bildirilen, sadece zorluklar karşısında değil, aksine insanın yaşamının her anında olması gereken sabırdır. İman etmiş bir insanın sabrı kişilere ya da o anki olaylara göre değişmez. Örneğin Allah korkusu zayıf olan bir insan, menfaat elde edeceği bir kişiye güzel davranırken çıkarları olmayan insanlara karşı ters tavırlarda bulunabilir. Ancak iman eden insan böyle kötü bir ahlak göstermekten şiddetle kaçınır. Başkaları nasıl davranırsa davransın hep güzel karşılık verir. Öfkelense bile öfkesini yener ve bu halini hiç değiştirmez yani sabreder.
Allah bir ayetinde sabırda yarışmayı emretmektedir. Al-i İmran Suresi´ndeki bu ayet şöyledir:
Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah´tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 200)
Allah bize Kuran´da peygamberlerin sabırlı olmalarını güzel bir örnek olarak vermiştir. Örneğin hatırlarsınız, Eyüp Peygambere isabet eden sıkıntı çok uzun sürmüştür. Fakat bu değerli insan sabredip Allah´a dua etmiştir. Ve Allah ona iyileşmesi için yol göstermiştir.
Nuh Peygamber de gemi yaparken kendisi ile alay edenlere karşı sabretmiş, onlara güzellikle davranmış, hep sakince ve güzel sözlerle öğüt vermiştir. Bunlar peygamberlerin yaşadıkları güzel sabır örnekleridir. Allah sabreden kullarını sevdiğini pek çok ayetinde bildirmiştir.
Allah gösteriş yapan kibirli insanları ise sevmediğini bildirmiştir. İnsanların hepsinin maddi durumu aynı değildir. Kiminin güzel bir evi ve arabası vardır. Kiminin de hiçbir şeyi olmayabilir. Ama önemli olan güzel ahlaklı olmaktır. Örneğin iyi kıyafeti var diye arkadaşlarına karşı üstün olduğunu zannetmek, onları küçük görmek Allah´ın hoşuna gitmeyen davranışlardandır. Çünkü Allah insanları dış görünüşlerine göre değil, imanlarına göre değerlendirmeyi emretmiştir.
Allah için üstünlüğün ölçüsü zenginlik, gösterişli olmak, çok kuvvetli olmak, güzellik, yakışıklılık değildir. Allah o insanın Kendisini ne kadar sevdiğine, ne kadar itaat ettiğine, Kuran ahlakını ne kadar yaşadığına göre insanları değerlendirir. Üstünlük bu değerlerle belli olur. Kuran´da bununla ilgili olarak Karun adında bir kimsenin durumu bizlere ders olsun diye anlatılmıştır.
Karun çok zengin bir adamdır. O kadar zengindir ki sahip olduğu şeylerin sadece anahtarlarını taşımak için bile birçok insan gerekmektedir. Etrafındaki halktan cahil kişiler ona imrenerek bakmakta, onun yerinde olmayı istemektedirler. Ancak Karun Allah´ın sözünü dinlemeyen, çok kibirli ve kendini beğenmiş bir insandır. Bütün bu zenginliği kendisine Allah´ın verdiğini kabul etmemektedir. Bunun üzerine Allah ona öyle bir felaket vermiştir ki, bir gecede malıyla beraber yok olmuştur. Onun yerinde olmak isteyenler bu sefer "iyi ki onun durumuna düşmedik" diye sevinmişlerdir. Allah´ın onu cezalandırdığını anlamışlardır. Karun bu tür kötü kişilerin bir örneği olarak Kuran´da şöyle anlatılır:
Gerçek şu ki, Karun, Musa´nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez." (Kasas Suresi, 76)
Karun çok zengin ama çok kibirli ve kendini beğenmiş birisiydi.
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun´a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler.
Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah´ın sevabı, iman eden ve salih (Allah´ın hoşnut olacağı) amellerde (işlerde) bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler.
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah´a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını (malını mülkünü) genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah (kurtuluş) bulamaz" demeye başladılar. (Kasas Suresi, 79-82)
Allah´a karşı göstermiş olduğu azgınlığın sonunda, Karun, bütün servetiyle birlikte yerin dibine geçirildi.
Kuran´da, Allah´ın sevmediği bildirilen davranışlardan biri de "dedikodu yapmak", "başkalarını çekiştirmektir". Birisi hakkında dedikodu yapmak, onun kusurlarını başkasına anlatıp çekiştirmek, onu eğlence konusu yapmak Allah´a inanan bir insanın yapmaması gereken davranışlardandır. Allah bir kimseyi arkadan çekiştirip dedikodusunu yapmayı Kuran´da yasaklamıştır. Bu konu ayette şöyle belirtilmektedir:
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi İşte, bundan tiksindiniz. Allah´tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Görüldüğü gibi Allah ayette, bir kimseyi arkasından çekiştirmenin, ölü kardeşinin etini yemek kadar iğrenç bir şey olduğunu belirtmektedir.
Allah, güzel ahlak özelliklerini, günlük hayatımız içinde uygulamamızı emretmektedir. Aslında hayatımız, Allah´ın bize gösterdiği doğru yolu izlemek için bize verilmiş bir fırsattır. Günümüzde insanların çoğu bu gerçekten habersizdir. Allah´ın emir ve öğütlerine uymak yerine, kendilerine başka yol göstericiler ararlar. Seyrettikleri filmlerin, dinledikleri şarkıların etkisinde kalarak yanlış ahlak anlayışları geliştirirler. Örneğin bir filmdeki acımasız ve kendini beğenmiş bir kahramanı izleyen gençlerin, sokağa çıktıklarında bu kişiye özenerek benzer davranışlar sergilediklerini görebilirsiniz. Böyle yaparak aslında büyük bir hata yapmış olurlar.
Akıllı ve samimi bir insan, her zaman Allah´ın hoşnut olacağı şekilde davranışlarda bulunur. Basit insanlara, basit davranışlara özenmez. Özenmemiz ve örnek almamız gereken insanlar, Allah´ın elçileri olan peygamberlerdir. Göstermemiz gereken ahlak ise, Allah´ın bizim için seçip beğendiği güzel ahlaktır. Bu ahlak, merhametli, şefkatli, bağışlayıcı, mütevazi (alçak gönüllü), sabırlı, itaatli olmayı gerektirir. İnsanlarla basit konular yüzünden tartışıp kavga etmek yerine, alttan almayı, yatıştırıcı ve hoşgörülü olmayı gerektirir. Anne ve babamıza karşı isyankar ve saygısız olmak yerine, onlara karşı daima itaatli ve terbiyeli olmayı gerektirir. Allah anne ve babaya olan saygının önemini Kuran´da şöyle bize bildirmektedir:
Rabbin, O´ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acı(Zeker) alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki:
"Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)
Anne babamıza karşı gelmemek, onlara "öf" bile dememek, onlara karşı hep merhametli ve yumuşak huylu olmak, Allah´ın bizden istediği önemli bir özelliktir. Böyle davranmak, hem Allah´ın sevgisini bize kazandıracak, hem de günlük hayatımızda çok daha mutlu ve huzurlu olmamızı sağlayacaktır.
Tüm bu güzel ahlak özellikleri, dinin yaşanmasıyla mümkün olur. Dinsiz insanların güzel bir ahlak göstermeleri ve bunda kararlı yani sabırlı davranmaları ise imkansızdır. Siz bu insanların durumuna düşmekten şiddetle sakının. Allah´ın Kuran´da bildirdiği; "Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız " (Al-i İmran Suresi, 142) ayetini bir an bile unutmayın. Sabırlı, alçakgönüllü, cömert, fedakar, kısacası güzel ahlaklı olduğunuzda Allah´ın sizi daha çok seveceğini ve size verdiği nimetlerini artıracağını da sakın unutmayın.
İnsanların konuşurken içinde Allah kelimesi geçen cümleler kullandıklarını duyarsınız. Bunlar genellikle "Allah korusun", "Allah kısmet ederse", "İnşallah", "Allah bağışlasın", "Allah kabul etsin" gibi cümlelerdir.
Bu kelimeler Allah anıldığında kullanılan dua içeren veya Allah´ı yücelten ifadelerdir. Örneğin "Allah korusun", Allah´ın sizin ve çevrenizde gördüğünüz canlı cansız her varlığın üzerinde sonsuz gücü olduğu anlamına gelir. Sizi, anne ve babanızı, arkadaşlarınızı kötülüklerden koruyacak olan Allah´tır. Bu nedenle, bu söz özellikle bir sel ya da onun gibi istenmeyen bir olaydan bahsedildiğinde sıkça kullanılır. Bir düşünün, sizce anneniz, babanız ya da seller konusunda bilgi sahibi herhangi bir büyüğünüz bir seli durdurabilir mi Tabii ki durduramaz. Çünkü insanın karşısına böyle bir olayı çıkaran da, onu durdurmaya gücü yeten de yalnızca Allah´tır.
"İnşallah" kelimesi de Türkçe´de, "eğer Allah dilerse" anlamına gelir. Bu yüzden gelecekle ilgili bir dilek ya da niyet belirtecek olduğumuzda, mutlaka "inşallah" deriz. Çünkü geleceği ancak Allah bilir ve herşeyi dilediği gibi yaratır. Allah´ın dilemesi dışında hiçbir şey olmaz.
Bir arkadaşınız örneğin, "yarın mutlaka okula gideceğim" dediğinde hata etmiş olur. Çünkü Allah´ın, gelecekte onun neler yapmasını dilediğini bilemeyiz. Belki de yarın hasta olup okula gidemeyecek veya hava bozacağı için okullar tatil olacaktır.
Bu yüzden geleceğe yönelik bir niyetimizi dile getirirken "inşallah" demekle Allah´ın herşeyi bildiğini, herşeyin ancak O´nun dilemesiyle olacağını, O´nun bize bildirdiği dışında hiçbir şey bilmediğimizi özlü bir biçimde söylemiş oluruz. Böylece sonsuz güç ve bilgi sahibi Rabbimiz olan Allah´a karşı gereken saygılı tavrı göstermiş oluruz.
Allah Kuran ayetlerinde böyle söylememiz gerektiğini bize bildirmektedir. Bunu bize haber veren ayet şöyledir:
Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret (an) ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir. (Kehf Suresi, 23-24)
Bu gibi önemli konular hakkında şimdiye kadar fazla bir şey öğrenmemiş olabilirsiniz, ancak bu önemli değil. Çünkü, Allah´ı tanımak için başkalarının size bir şeyler anlatmasına gerek yok. Bunun için şöyle bir etrafınıza bakmanız ve biraz düşünmeniz yeterli.
Her yer Allah´ı ve O´nun sonsuz gücünü tanıtan güzelliklerle doludur. Sevimli beyaz tavşanı, yunusların gülen yüzlerini, kelebeklerin kanatlarındaki muhteşem renkleri ya da masmavi denizi, yemyeşil ormanları, renk renk çiçekleri ve bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok güzelliği bir düşünün. İşte bunların tümünü yaratan Allah´tır. Gördüğünüz tüm evreni, dünyayı, canlıları Allah yoktan var etmiştir. Bu nedenle yarattığı bu güzelliklere bakarak, Allah´ın yüceliğini görebilirsiniz.
Tabii, herşeyden önce kendi varlığımız Allah´ın varlığının bir delilidir. O zaman ilk önce kendi varlığımız ve Allah´ın bizi nasıl kusursuzca yarattığı hakkında düşünelim.
İnsanın varoluşu
Bir insanın nasıl var olduğunu hiç düşündünüz mü Bu soruya karşılık "her insanın anne ve babası var" diyebilirsiniz. Ama bu yeterli bir cevap olmaz. Çünkü bu ilk anne babanın, yani ilk insanların nasıl meydana gelmiş olduğunu açıklamaz. Size, bu konu ile ilgili okulda veya çevrenizde belki bazı şeyler anlatılmış olabilir. Ama tüm bu anlatılanların içinde doğru olan tek cevap, insanı Allah´ın yaratmış olduğudur. İleride daha detaylı göreceğiz, ama şimdi özet olarak bilmeniz gereken bir şey var; ilk insan Hazreti Adem´dir. Allah diğer bütün insanları onun soyundan meydana getirmiştir.
Hz. Adem de aynı bizim gibi yürüyen, konuşan, Allah´a dua eden, ibadet eden bir insandı. Allah, ilk insan olarak onu ve sonra da eşini yarattı. Böylece onların çocukları tüm dünyaya yayıldılar.
Şunu hiç unutmayın: Allah yaratmak için sadece emir verir. Bir şeyin olması için yalnızca "OL" demesi yeterlidir. Bunun için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Örneğin Allah, Hz. Adem´içamurdan yaratmıştır. Allah için herşey çok kolaydır.
Ancak unutmayın ki, dünyada Allah´ın varlığını inkar edenler de vardır. Bu kişiler, insanın nasıl var olduğu sorusuna başka cevaplar aramaya çalışmışlardır. Bunların amacı doğruyu, gerçeği aramak değildir. Sakın şaşırmayın ama bu tür insanların amacı, sadece ve sadece Allah´ın varlığını kabul etmemek ve O´nun isteklerinden kaçmaktır. Ancak bu gibi insanların herşeyi Allah´ın yarattığını kabul etmemesiyle gerçek değişmez. Onlar ne kadar reddetseler de herşeyi olduğu gibi bu kişileri de Allah yaratmıştır.
Bu neye benzer biliyor musunuz, bir örnekle anlatalım:
Çizgi film karesindeki bu çocuk "beni oluşturan çizgiler tesadüfen mürekkebin kağıda dökülmesi sonucu oluştu" dese, bunun bir ressam tarafından çizildiğini bildiğimiz için bu söz bize çok komik gelir. Kendisini Allah´ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu çizgi film kahramanı gibi komik duruma düşer.
Bir çizgi film kahramanı düşünün. Çok becerikli, kuvvetli, birçok zor işi yapabiliyor. Şimdi bu çizgi kahraman, film sırasında size şöyle dese:
"Ben kendi başıma varım. Beni kimse çizmedi. Beni oluşturan çizgiler zaten hep vardı. Vücudumun şekli, renklerim, gözlerim, kollarım, görmem, konuşmam, herşeyim bana ait. Kendi kendine oldular. Onları bir ressam çizmedi ve boyamadı. Bana hareket kabiliyetini hiç kimse vermedi. Seyrettiğiniz bütün özelliklerimin hiçbir planlayanı, tasarlayanı, şekil vereni, düzenleyeni yok."
Acaba bu çizgi kahramanın size böyle seslenmesi kafanızı karıştırır mı Hiç söylediklerinin doğru olabileceğini düşünür müsünüz Tabii ki hayır. O kahramana sorabilseniz ve size cevap verebilse, mesela şöyle sormaz mısınız:
"Sen böyle söylüyorsun ama bir kere senin çizgilerini çizen bir ressam var. Sen kendinin nasıl çizildiğini, renklendirildiğini ve hareket ettiğini sanıyorsun "
Çizgi kahraman size şöyle cevap verse:
"Beni oluşturan çizgiler mürekkebin kağıda dökülmesi sonucunda tesadüfen oluştu. Boyalar da aynı şekilde tesadüfen döküldü ve renklendirdi. Yani benim oluşmam için beni çizen, şekil veren birine ihtiyacım yok, tesadüfen meydana gelebilirim ben."
Herhalde bu söylenenleri ciddiye almazsınız. Böyle mükemmel çizgilerin, renklerin, hareketlerin, boyaların dökülmesi sonucu tesadüfen ortaya çıkamayacağını bilirsiniz. Çünkü şişe dökülünce sadece mürekkep ve boya lekesi olur. Güzel, düzgün çizgilerden oluşan bir resim ortaya çıkmaz. Anlamlı, konulu, işe yarar şeylerin ortaya çıkabilmesi için onu birinin düşünüp tasarlaması ve çizmesi gerekir. Bütün bunları anlamanız için o çizgi kahramanı çizeni ve boyayanı görmenize gerek yoktur. O kahramanın özelliklerinin, şeklinin, renklerinin, konuşma kabiliyetinin, yürüme, zıplama yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından verildiğini anlarsınız.
Çizgi filmlerdeki kahramanların tüm özelliklerinin, şekillerinin, renklerinin, yürüme, koşma, zıplama gibi yeteneklerinin çizgi filmi hazırlayan kişi tarafından oluşturulduğunu herkes bilir.
İşte bu verdiğimiz örnekten sonra şunu çok iyi düşünün: Kendisini Allah´ın yarattığını kabul etmeyen insan da, aynı bu örnekteki çizgi film kahramanı gibi yalancı durumuna düşer. Şimdi böyle bir kişinin bizimle konuştuğunu düşünelim. Tüm insanların ve kendinin varoluşunu bakın nasıl açıklamaya çalışır bu insan:
"Benim, annemin, babamın, onun babasının ve çok eski tarihlerde ilk anne ve babanın yani ilk insanın meydana gelmesi tamamen tesadüfen olmuştur. Bizim şeklimizi, gözümüzü, kulağımızı, bütün organlarımızı hep tesadüfler oluşturmuştur."
Yapay olarak üretilen gelişmiş robot organlar bile insanın kendi organlarının yanında çok kaba ve ilkel kalmaktadır. Allah insanı en ince detayına kadar mükemmel olarak yaratmıştır.
Kendisini Allah´ın yarattığını inkar eden bu insanın söyledikleri, çizgi kahramanın söylediklerine ne kadar da benziyor. Aradaki tek fark kahraman, kağıt üzerindeki çizgilerden ve boyalardan oluşmuştu. Bunu söyleyen ise hücrelerden oluşmuş canlı bir insan. Peki ne fark eder Bunu söyleyen canlı insan, o çizgi insandan daha mükemmel ve daha çok organa sahip çok karmaşık bir makine gibi değil mi Yani çizgi kahramanın tesadüfen meydana gelmesi imkansız ise, bu insanın tesadüfen oluşması bundan çok daha imkansız demektir. Şimdi bu insana soralım:
"Senin çok güzel ve kullanışlı bir vücudun var. Ellerin, eşyaları en mükemmel makinalardan bile daha hassas tutuyor, ayaklarınla koşabiliyorsun. Gözlerin en kaliteli kameralardan bile daha net görüyor. Kulakların en gelişmiş müzik setlerinden bile daha hışırtısız duyuyor. Ve bunun gibi daha pek çok organın senin haberin bile olmadan seni canlı tutuyor. Yaşamana sebep oluyor. Mesela kalbinin, böbreklerinin, karaciğerinin çalışmasını sen kontrol etmiyorsun. Ama onlar en mükemmel fabrikalardan bile daha kusursuz şekilde çalışıyorlar. Bütün bu organların benzerlerini fabrikalarda yapabilmek için yüzlerce bilim adamı mühendis çalışıyor, plan ve proje yapıyorlar. Yine de organların aynısını elde edemiyorlar. Yani sen çok mükemmelbir canlısın. Peki, şimdi bütün bunları nasıl açıklayacaksın "Bunları Allah´ın yarattığını kabul etmeyen o insan şöyle diyecektir belki: "Ben de mükemmel bir vücuda ve organlara sahip olduğumuzu biliyorum. Ama ben şuna inanıyorum: Cansız ve şuursuz atomlar tamamen tesadüfler sonucunda biraraya gelerek hücrelerimizi, organlarımızı ve bizi meydana getirmişlerdir."
Gözlerimiz en hassas kameradan daha iyi görüyor, kulaklarımız sesi en iyi hoparlör sisteminden daha net algılayabiliyor. Elbette ki vücudumuzdaki bu üstün özellikler kendiliğinden oluşmamıştır. Bunların hepsini, vücudumuzdaki tüm diğer mükemmel sistemler gibi Rabbimiz yaratmıştır.
Herhalde artık bu insanın akıl dışı ve gülünç şeyler söylediğini fark etmişsinizdir. Böyle iddialarda bulunan bir insanın yaşı ve mesleği ne olursa olsun, doğru düzgün düşünemediği ve yanlış şeyler iddia ettiği ortadadır. Ne kadar şaşırtıcı olsa da, çevrenizde böyle imkansız ve saçma şeylere inanan kişilere rastlayabilirsiniz.
En basit bir makinanın bile bir tasarlayanı varken, insan gibi mükemmel bir varlık elbette kendi kendine, tesadüfen oluşamaz. Kuşkusuz ilk insanı yaratan Allah´tır. Ve diğer insanların doğabilmesi için ilk insanın bedeninde gerekli olan sistemleri yaratan da Allah´tır. Allah bütün canlıların soylarının devamlı olmasını hücrelerine yerleştirdiği bir programa bağlamıştır. Biz de Allah´ın yarattığı bu programa göre oluştuk ve bu programda yazılanlar doğrultusunda büyümeye devam ediyoruz. Bu konuyla ilgili şimdi okuyacaklarınız hepimizin yaratıcısı olan Allah´ın sonsuz güç ve bilgi sahibi olduğunu biraz daha iyi anlamanızı sağlayacak.
İnsan bedenindeki kusursuz program
Yukarıda Allah´ın, insan bedenine yerleştirdiği kusursuz bir programdan söz etmiştik. İşte bu program sayesinde insanların hepsi gözlere, kulaklara, kollara, dişlere sahip olur. Bu program sayesinde dış görünüşlerinde bazı farklılıklar olsa da bütün insanlar birbirine benzer. Yine bu program sayesinde akrabalarımıza benzeriz, her ülke halkının kendine özgü özellikleri olur. Örneğin Çinliler ve Japonlar genel olarak birbirlerine benzerler. Zencilerin kendi ırklarına özgü deri renkleri, yüz, ağız, göz yapıları vardır.
İnsan ırkları arasında ilk bakışta farklılıklar olmasına rağmen hepsinde ağız, burun, göz, kulak gibi temel organlar aynıdır. Allah´ın, yaratırken insana yüklediği farklı programlar nedeniyle herkes temelde benzediği halde ayrıntılarda birbirinden farklı görünümlere sahiptir.
Şimdi de bu programın nasıl bir şey olduğunu şöylebir örnekle açıklayalım:
Hepiniz bilgisayarların nasıl çalıştığını az ya da çok bilirsiniz. Bu konuyu iyi bilen bir uzman, bilgisayarı tasarlar. Bilgisayarın bu tasarıma uygun olarak üretilmesi için gerekli olan mikro işlemci, monitör, klavye, disk, hoparlör gibi parçalar da özel fabrikalarda yüksek bir teknoloji ile yine bu konuyu bilen kişiler tarafından üretilir. Artık, ortada çok karmaşık işlemleri yapabilen bir makine vardır. Onunla oyun oynayabilir ya da yazı yazabilirsiniz. Fakat bilgisayarın bu işleri yapabilmesi için "program" denen yazılımlara ihtiyacınız vardır. Yani içine yerleştirdiğiniz oyun disklerindeki bilgiler gibi. O iş için uzman kişiler tarafından özel olarak hazırlanmış programlar olmasa bilgisayarınız işe yaramayacaktır.
Üstelik biliyorsunuz ki, her program her model bilgisayarda çalışmaz. Demek ki programı yazanın aynı zamanda bilgisayarı da tanıması ve ona uygun bir program hazırlaması lazımdır. Bir bilgisayarın çalışması için ne kadar çok şey bilmek gerekiyor değil mi Hem bir makineye hem de onu çalıştıracak uygun programa ihtiyacınız var. Ancak en önemlisi bütün bunları tasarlayan ve üreten kişiler olmasa bilgisayarınız yine çalışmıyor.
Bir bilgisayarın işlem yapabilmesi için program denen yazılıma ihtiyacı vardır. İnsan da tıpkı bu yazılımlara benzeyen ve Allah´ın genlerinde yarattığı bilgi sayesinde yaşamını sürdürür.
İşte, insan vücudu da bir bilgisayar gibidir, biraz önce de söylediğimiz gibi, vücudumuzu oluşturan hücrelerin içine bizim var olmamızı sağlayan bir program yüklenmiştir. Şimdi şunu düşünün, ilk insanın içine konan bu program nasıl oluşmuş olabilir Cevap açıktır: Her insan özel olarak var edilmiştir ve bunu sağlayan programı da çok bilgili, çok üstün güce sahip olan Allah meydana getirmiştir. Vücudumuzu yaratan da, onu şekillendiren programı yaratan da Allah´tır.
İnsan vücudu bir bilgisayarla kıyaslanamayacak kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Bir bilgisayarın tesadüfen oluştuğunu hiç kimse iddia etmezken bazı insanlar vücudumuzun bu özelliklerini tesadüfen kazandığını iddia edebilmektedirler.
Ancak yanlış anlamayın; aslında insan vücudunu bir bilgisayarla kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü vücudumuz en gelişmiş bilgisayardan bile çok daha mükemmel bir yapıya sahiptir. Öyle ki, sadece beynimiz bile bilgisayardan her yönden çok çok üstündür.
Gelin şimdi de bir insanın nasıl oluştuğunu daha doğrusu sizin dünyaya nasıl geldiğinizi birlikte inceleyelim:
Annenizin karnında ilk başta sadece küçücük bir et parçası vardır. Giderek bu parça büyür ve şekillenir. Sırası geldikçe, kemikleriniz, kaslarınız, başınız, gözünüz, kulağınız tam yerli yerinde oluşmaya başlar. Hiçbir organınız yerini şaşırmaz.
Boyunuzun ne kadar olacağı, göz renginiz, kaşınızın, elinizin şekli ve diğer yüzlerce özelliğiniz ilk andan itibaren bellidir. İşte bu bilgilerin tümü Allah´ın hücrelerimizi ilk defa yaratırken içine koyduğu programda yazılıdır. Allah´ın herşeyi bütün detaylarına kadar tasarladığı bu program, her insanın hücrelerinin içine yerleştirilmiştir. Bu sayede insan nesli devam eder. Bu program öylesine mükemmel ve detaylıdır ki, nasıl çalıştığını bile bilim adamları daha yeni yeni anlamaya başlamışlardır.
Daha bizler anne karnında oluşmaya başlarken göz ve saç rengimizin ne olacağı, boyumuzun büyüyünce kaç santim olacağı bellidir.
Allah´ın bedenimize yerleştirdiği bu programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Bu nedenle vücudumuzun büyümesi bize garip gelmez. Doğup büyümemiz onlarca yıl sürer.
Allah´ın bedenimize yerleştirdiği programa uygun olarak seneler boyunca yavaş yavaş büyürüz. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık.
Düşünsenize, bu program çok hızlı çalışsa ne kadar şaşırırdık. Yeni doğmuş bir bebek gözlerimizin önünde, birdenbire, birkaç saat içinde yaşlı bir insan haline gelse hayretler içinde kalırdık.
Diğer canlıların varoluşu
Dünya üzerinde sadece insanlar yoktur elbette. Yeryüzünde bildiğiniz veya bilmediğiniz daha binlerce çeşit canlı vardır. Varlığından haberdar olduklarınızın bazılarını yakından görürsünüz ama birçoğunu da kitaplardan ya da filmlerden tanırsınız. Fakat, bu canlılara dikkat ederseniz hepsinin ortak bir özelliği olduğunu görürsünüz. Bu nedir biliyor musunuz Kısaca "uyum" diyebiliriz bu özelliğe. Şimdi, size dünyadaki canlıların ne ile uyumlu olduklarını sayalım. Canlılar;
- İçinde yaşadıkları ortama uyumlular.
- Ortamda bulunan diğer canlılarla uyumlular.
- Doğanın dengesini sağlamaya uyumlular.
- İnsana çeşitli yararlar sağlamaya uyumlular.
Allah her canlıyı yaşayacağı ortama uygun olarak yaratmıştır. Balıklar suyun içinde soluk alıp yüzecek şekilde, kara canlıları karaya uygun, havadaki canlılar da uçabilecek şekilde tasarlanıp yaratılmışlardır.
Bu maddeleri açıklamadan önce, uyumun ne demek olduğuna basit bir örnek verelim. Şimdi, evimizin duvarındaki prizi ve ona taktığımız elektrik fişini düşünün. İkisi de birbiriyle uyumludurlar. Uyumlu olduğuna nasıl karar veririz Çünkü prizde iki tane delik vardır. Fişte de iki tane metal çıkıntı. Sadece bu yeterli mi acaba Fişin demir çubuklarının kalınlığı tam deliğin kalınlığındadır. Eğer öyle olmasa ya içine girmezdi ya da bol gelir düşerdi, değil mi Yine fişin çubuklarının yanyana mesafesi ile priz deliklerinin yanyana mesafesi aynıdır. Ölçüleri tutmasaydı fişi deliklere sokamazdınız. Bu da yeterli değil, fişin boyu çok uzun olsa idi, yine uymazdı. Fişin çubukları metal olmasaydı, bu sefer prizdeki elektrik fişe geçemezdi. Eğer fişin sapı plastik olmasaydı, bu sefer fişi tutunca sizi de elektrik çarpardı. Gördünüz mü, en basit bir malzemede bile uyum olmazsa kullanılması mümkün olmuyor. Demek ki, prizi ve fişi en başta aynı kişi planlamış. Birbirine uyumlu yapmış. Kullanışlı yapmış. Bunlar demirin ve plastiğin tesadüfen yanyana gelmesi ile oluşmuş olamaz ve birbirinden habersiz ayrı ayrı planlanmış da olamazlar. Çünkü bu durumda birbiriyle uyumlu bir fiş ve priz bulamazsınız.
Canlılardaki uyum ise fiş ve priz uyumundan çok daha detaylıdır. Çünkü canlılarda birbirine uyması ve mükemmel çalışması gereken yüz binlerce sistem ve organ vardır. Bunları tek tek yazmaya kalkarsak yüzlerce cilt kitap ortaya çıkar. Bu yüzden Allah´ın canlılarda yarattığı bu kusursuz özellikleri ilerleyen sayfalarda kısaca anlatacağız:
Arılar bal özü toplamak için kondukları çiçeklerin polenlerini diğer dişi çiçeklere taşırlar. Bu polenleri, gittikleri çiçeklere bulaştırarak onların üreyip, çoğalmasını sağlarlar. Temizlikçi balıklar ise büyük balıkların temizliklerini yaparlar.
- Canlılar, içinde yaşadıkları ortama uyumludurlar
Her canlı ister karada, ister havada, ister suda yaşıyor olsun, o ortama en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaşayabilmesi, korunabilmesi, beslenebilmesi, üreyip çoğalabilmesi için çok değişik ve mükemmel sistemleri vardır. Yani her canlı bulunduğu ortama göre özel olarak tasarlanmıştır.
Organları, hareket şekilleri hep ortamın gerektirdiğine uygundur. Örneğin kuşlar havada uçabilmek için kusursuz kanatlara sahiptir. Balıkların suda nefes almak için özel yaratılmış solungaçları vardır. Eğer bizim gibi ciğerleri olsaydı, suda boğulurlardı.
- Canlılar ortamda bulunan diğer canlılarla uyumludurlar
Bazı kuşlar ve böcekler, bitkilerin üreyebilmesi için çok uygun yaratılmışlardır. Yani farkında olmadan bitkilerin üremesine yardımcı olurlar. Örneğin arılar çiçekten çiçeğe konarken üstlerine bulaşan çiçek tozlarını diğer çiçeklere taşırlar. Bitkiler de bu taşınma işlemi sayesinde çoğalırlar. Kimi zaman da hayvanlar diğer hayvanların yararına olacak işler yaparlar. Örneğin, temizlikçi balıklar, büyük balıkların üzerlerindeki mikroorganizmaları temizleyerek onların sağlıklı yaşamasına yardımcı olurlar. Yani onlarla uyumludurlar.
Doğadaki canlıları Allah özel bir denge içinde yaratmıştır. Bu kusursuz denge sayesinde hepsi milyonlarca yıldır yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmektedir.
- Canlılar doğanın dengesini sağlamaya uyumludurlar
Hiçbir canlı doğadaki dengeyi bozmaz. Hatta onu koruyacak şekilde yaratılmışlardır. Halbuki insan bilinçsizce müdahale edince bu dengeyi bozabilmektedir.
Mesela insan bir canlı türünü çok fazla avlayınca soyunu tüketebilmektedir. Bu sefer soyu tükenen o canlının besini olan başka bir canlı aşırı sayıda üreyebilmektedir. Ve bu, insana ve doğaya zarar verecek hale gelmektedir. Demek ki, canlılar yaratılırken belli bir dengeye göre var edilmişlerdir. Doğanın dengesiyle uyumludurlar.
- İnsana çeşitli yararlar sağlamaya uyumludurlar
Örneğin, balın sizin için ne kadar faydalı olduğunu bir düşünün. Arılar sizin böyle bir besine ihtiyacınız olduğunu nereden biliyor ve böyle bir besini nasıl üretiyorlar Yumurta da, süt de öyle değil mi Tavuk, inek, koyun insanın ihtiyacını kendi kendine bilebilir ve böyle uyumlu, mükemmel besinler üretebilir mi Tabi ki hayır.
Canlılar arasındaki bu çok önemli uyum, onların tek bir yaratıcının eseri olduklarının açık bir delilidir. Yeryüzündeki bu dengeler Allah´ın kusursuz yaratışı sayesinde var olmuştur ve halen de sürmektedir.
Evrenin yaratılışı
Kitabın başından beri canlıları Allah´ın yarattığını anlattık. İşte sıra şimdi de içinde herşeyin yer aldığı evreni incelemeye geldi. İçinde sizin, Dünya´nın, Güneş´in, Güneş Sistemi´nin, gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin kısaca herşeyin yer aldığı evreni de Allah yaratmıştır.
Bu resimde görülen modern ve gelişmiş şehirlerin tesadüfen oluşamayacağını ve bunlardaki yapıların son derece bilgili ve uzman kişilerce tasarlanıp inşa edildiğini hepimiz biliriz. Bunun aksini de hiç kimse iddia bile etmez...
Ancak canlıların yaratılışına karşı çıkanlar olduğu gibi, evrenin yaratılmış olduğuna karşı çıkanlar da vardır. Bu insanlar yine çok saçma iddialar öne sürerler. Evrenin kendi kendine ortaya çıktığını, hatta sonsuzdan beri hep var olduğunu söylerler. Ancak bu son derece mantıksız iddialarının nasıl gerçekleştiğini anlatamazlar. Böyle insanların iddiaları şuna benzer: Bir gün bir deniz yolculuğuna çıksanız ve bir adaya ulaşsanız. Bu adada bugüne kadar görmediğiniz kadar güzel binalarla kurulmuş bir şehrin var olduğunu görseniz. Üstelik bu şehrin her yerinin parklarla, oyun alanlarıyla, hayvanat bahçeleriyle, birbirinden geniş sinemalarla, lokantalarla, her yere rahatlıkla ulaşabileceğiniz caddelerle, tren yollarıyla dolu olduğunu fark etseniz ne düşünürsünüz Bu şehri akıl sahibi insanlar yapmıştır değil mi Biri çıkıp size dese ki, "bu şehri kimse yapmadı, bu şehir sonsuzdan beri burada vardı, biz de geldik içinde oturmaya başladık. Her ihtiyacımız var ve bunların hepsi kendiliğinden olmuş". Bunları söyleyen kişi hakkında ne düşünürsünüz
Elbette bu kişi ya aklını kaybetmiş ya da o an ne söylediğini bilmiyor dersiniz. Ama unutmayın, içinde yaşadığımız evren burada tarif ettiğimiz şehirle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür ve çok daha muhteşem yapılara (gezegenler, güneşler, yıldızlar, uydular, kuyruklu yıldızlar...) sahiptir. Bu durumda, bu kusursuz evrenin yaratılmadığını, eskiden beri var olduğunu söyleyen kişiye bir cevap vermek gerekir, değil mi
Aşağıdaki bölümü okuduktan sonra bu kişiye en güzel cevabı siz vereceksiniz. Şimdi, size biraz evren hakkında açıklamalar yapalım. Asıl cevabı da en sonunda verelim.
O GÖKLERİ VE YERİ YOKTAN VAR EDENDİR...
(ENAM SURESİ, 101)
İçinde yaşadığımız evren ise, önceki sayfada gördüğümüz modern şehirlerle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür. Ve yine önceki sayfalarda gördüğümüz şehirlerden çok daha muhteşem yapılara sahiptir.
Bu durumda bu kusursuz evrenin yaratılmadığını, kendi kendine var olduğunu söyleyebilir miyiz Elbette ki böyle bir iddia çok saçma olur. Evreni, içindeki kusursuz düzenle birlikte yaratan Rabbimiz olan Allah´tır.
- Büyük bir patlama ile herşey var olmaya başlıyor
İnsanlar, gökyüzü ile ilgili gözlem yapma imkanları henüz yeterli değilken, evren hakkında çok az ve gerçek dışı bilgilere sahiptiler. Zamanla ellerindeki gözlem araçları geliştikçe, uzay hakkında daha doğru bilgilere sahip olmaya başladılar. Ve 1900´lü yılların ortalarında çok önemli bir şey keşfettiler: Evrenin de bir doğum tarihi vardı. Yani evren sonsuzdan beri var değildi. Evrenin kendisi, yani içindeki bütün maddeler, maddelerin oluşturduğu yıldızlar, galaksiler, herşey belli bir andan itibaren var olmaya başlamıştı. Bilim adamları, bu başlangıç tarihini günümüzden yaklaşık 15 milyar yıl önce olarak hesapladılar.
Evrenin doğum şekline bir ad verdiler. Ve buna ´Büyük Patlama´ dediler. Çünkü hiçbir şeyin olmadığı 15 milyar yıl önce, herşey tek bir noktanın patlaması ile ortaya çıkmıştı. Kısacası, eskiden beri sonsuz olduğu sanılan maddenin ve evrenin de bir başlangıcı vardı. Peki bunu nasıl anladılar Çok kolay, çünkü o patlama ile etrafa saçılan ve birbirlerinden uzaklaşmaya başlayan maddeler hala birbirlerinden uzaklaşmaya devam ediyorlar. Bir düşünün çocuklar, evren şu anda bile genişlemeye devam ediyor. Evreni şişmiş bir balon gibi düşünün. Bu balonun üzerine iki nokta çizsek, biz balonu şişirdiğimizde ne olur Balona çizdiğimiz noktalar, balon şişip, hacmi genişledikçe birbirinden uzaklaşır. İşte, evrenin debalonda olduğu gibi gittikçe hacmi büyüyor ve içinde olan herşeyin birbirine olan uzaklığı artıyor. Yani, bütün yıldızların, galaksilerin, gök cisimlerinin arası sürekli açılıyor.
Evrenin genişlemesini bir çizgi filmde izlediğinizi düşünün. Sizce filmi en başına sararsanız, evrenin görüntüsü nasıl olur Bir nokta gibi değil mi İşte bilim adamları da aynen böyle yaptılar: Başa döndüler ve gittikçe genişleyen evrenin başlangıçta tek bir nokta olduğunu anladılar.
Şişirilen bir balonun üzerindeki küçük noktacıklar, balon şiştikçe birbirinden nasıl uzaklaşıyorsa, evrendeki gök cisimleri de ilk patlamanın etkisiyle birbirlerinden böyle uzaklaşmışlardır.
Bilim adamlarının Büyük Patlama dediği bu patlama Allah´ın "evren" için belirlediği yaşam sürecinin başlangıç noktası oldu. Allah bu patlamayla beraber evreni oluşturan atomları yarattı. Madde ortaya çıktı.
Evrenin genişlemesini bir film gibi düşünürseniz, görüntüyü başa sardığımız zaman gittikçe genişleyen evrenin başlangıçta sadece tek bir nokta olduğunu görürüz.
Çok büyük bir hızla etrafa saçıldılar. Patlamanın ilk anlarındaki bu ortam adeta atomlardan oluşan bir madde çorbası gibiydi.
Fakat bu çok büyük karmaşa gittikçe düzenli bir yapıyı meydana getirmeye başladı. Allah, atomları birleştirerek yıldızları meydana getirdi. Böylece evrenin içinde bugün gözlemlediğimiz herşey yaratıldı.
İsterseniz bütün bunları daha iyi anlamamızı sağlayacak bir örnek verelim:
Çok büyük bir boşluk düşünün. Uçsuz bucaksız. Sadece bir boya kavanozu var. Başka hiçbir şey yok. Kavanozun içinde de her renk boya birbirine karışmış, garip bir renk oluşturmuş halde. Bu kavanozun içinde bir bomba patlıyor. Patlamanın etkisiyle boya çok küçük damlacıklar halinde etrafa saçılıyor. Milyonlarca boya damlacığının boşluk içinde bütün yönlere doğru yol aldığını gözünüzde canlandırın. Ama bu damlacıkların yolculuğu sırasında garip şeyler olmaya başlıyor. Boya damlacıkları, karmakarışık dağılıp gidecekleri yerde sanki çok akıllılarmış gibi düzenli işler yapmaya başlıyorlar. İlk başta, kavanozdayken karışık bir renk oluşturan damlacıklar kendi renklerine ayrılmaya başlıyorlar. Maviler, sarılar, kırmızılar, her biri kendi renklerine ayrışarak saçılıp uzaklaşmaya devam ediyorlar. Ama gariplikler devam ediyor. Bu sefer de mavi damlacıkların bir yerde 500 tanesi birbirine yapışıp daha büyük bir damla oluşturarak yolculuklarına devam ediyor, başka bir yerde, örneğin 300 kırmızı damla, diğer bir yerde de 200 sarı damla aynı şekilde birleşerek, büyük damlacıklar halinde saçılmaya devam ediyorlar. Hem birbirlerinden uzaklaşıyorlar, hem de bu arada sanki biri onlara emretmiş gibi güzel görüntüler oluşturacak işler yapıyorlar.
Kimi damlacıklar birleşip yıldız görüntüleri oluşturuyor, kimileri Güneş´i çiziyorlar, sonra da bazı damlacıklar bu Güneş´in etrafında gezegenleri oluşturuyor. Bir kısmı biraraya gelip Dünya görüntüsü çiziyorlar ve bir kısmı da Dünya´nın etrafında dönen Ay´ı oluşturuyor. Böyle bir tablo görseniz, bunu, patlayan bir boya kavanozunun tesadüfen meydana getirdiğini düşünür müsünüz Elbette böyle bir şeye asla ihtimal vermezsiniz.
İşte gece başımızı kaldırıp göğe bakınca gördüğümüz o güzel manzarayı, yıldızları, Güneş´i, gezegenleri meydana getiren maddeler de tıpkı bu boya damlacıklarının hikayesinde olduğu gibi, biraraya gelerek bu mükemmel tabloyu oluşturdular. Peki bütün bunlar kendi kendine olabilir mi Gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler, Güneş, Ay, Dünya şuursuz bazı maddelerin kendiliğinden tesadüfen biraraya gelmesiyle ortaya çıkabilir mi Ya dünya üzerinde yaşamını sürdüren anneniz, babanız, arkadaşlarınız ya da kuşlar, kediler, çilekler, muzlar…
Bir kavanozun içindeki karışık renklerden oluşan boyalar kavanozun patlaması ile etrafa dağılıyor. Bu gelişigüzel dağılan boya damlacıkları kendi kendine biraraya gelerek resimde görülen uzay tablosunu oluşturabilirler mi Tabii ki kendi kendine bu tablonun oluşması imkansızdır. Evrenin tesadüflerle oluştuğunu savunmak, tablonun kendiliğinden oluştuğunu söylemekten daha saçmadır.
Elbette böyle bir şey olamaz. Böyle bir şeyi düşünmek, bomba patlayan bir inşaattaki tuğlaların, kiremitlerin kendiliklerinden tesadüfen biraraya gelerek yeni evler yaptıklarını iddia etmekten çok daha saçma bir düşünce olur. Hepimiz biliriz ki, bir inşaatta bomba patlayınca etrafa saçılan tuğlalar, kiremitler, tahtalar gidip de çevrede küçük kulübeler oluşturmazlar. Taş, toprak halinde dağılır gider, hiçbir işe yaramazlar.
Vücudumuzdaki mükemmel düzen Allah´ın kusursuz yaratmasının bir sonucudur.
Ancak burada çok önemli bir detay daha var. Dikkat ettiyseniz biraz önce örnek verdiğimiz boya damlaları şuursuz ve cansız maddelerdir. Boyaların kendiliklerinden biraraya gelmeleri ve bir tablo oluşturmaları imkansızdır. Biz ise burada şuurlu ve canlı yapıların oluşmasından bahsediyoruz. İnsan, bitki ve hayvan gibi canlı varlıkların cansız, başıboş maddelerden oluşması da kesinlikle imkansızdır.
Kendi bedenimizden örnekler vererek bunu düşünelim. Bedenimiz protein, yağ, su gibi gözle görülmeyecek kadar küçük moleküllerin biraraya gelmesiyle oluşur. Bunlar biraraya gelerek hücreleri, hücrelerimiz de biraraya gelerek bedenimizi oluşturur. Vücudumuzdaki mükemmel düzen özel bir tasarımın sonucudur. Herşeyi görebilmemizi sağlayan gözlerimizi, yemek yememiz, bu kitabı tutabilmemiz için ellerimizi, yürümek için bacaklarımızı yaratan Allah´tır. Daha biz annemizin karnındayken nasıl büyüyeceğimizi, boyumuzun ne kadar olacağını, gözlerimizin rengini hepsini Allah belirlemiştir.
Herşeyi yaratan Allah´tır
Hatırlarsanız konumuzun başında Allah´a iman etmeyen bir insana cevap verecektik. İşte artık cevabı biliyorsunuz. Patlamalar düzen oluşturamazlar, ancak var olan düzeni bozarlar. Evrende ise muhteşem bir denge ve düzen vardır. Evrenin oluşumundaki patlamadan sonra ortaya çıkan düzen, buraya kadar anlattığımız örneklerden (büyük şehir ve boya kutusu örnekleri) çok daha mükemmeldir. Bunların tesadüfen oluşabilmesi kesinlikle imkansızdır.
Bu mükemmel sistem ancak sonsuz kudret sahibi olan Allah´ın dilemesiyle ortaya çıkmıştır. Allah için herşeye güç yetirir. Bir şeyi yaratmak için Rabbimizin sadece ´OL´ diye emretmesi yeterlidir.
Allah bizim için kusursuz bir evren içinde çok güzel bir dünya yaratmış. Üzerinde çeşit çeşit hayvanlar, bitkilerle beraber... Bizi ısıtması, enerji vermesi için Güneş´i de yaratmış. Hem de Güneş, Dünya´ya öyle iyi ayarlanmış bir mesafede ki, biraz yakın olsa sıcaktan dolayı, biraz uzak olsa bu sefer soğuktan dolayı ölürdük.
İşte bilim adamları bize bu gerçekleri anlattıkça, biz de Allah´ın gücünü daha iyi anlıyoruz. Çünkü hiçbir şekilde aklı, zekası olmayan o boya damlacığı örneğindeki gibi, maddeler kendileri karar alıp böyle bir şeyi yapamazlar. Demek ki bu evreni de bir yaratan ve düzenleyen vardır. Yıldızları, insanları, hayvanları, bitkileri, canlı, cansız herşeyi meydana getiren maddeler de Allah´ın emriyle hareket etmektedirler. Onun için evrendeki herşey düzenlidir, karışmaz, uyumludur. Çünkü tüm bunları, herşeyi kusursuzca var eden Allah yaratmıştır.
Allah her insanı bir kader ile yaratmıştır
İnsanın başına gelen herşey, doğumundan ölümüne kadar kaderinde bellidir. Bunu bir film şeridi gibi düşünebilirsiniz. Film şeridini elimize alıp bakarsak olayların başlangıcını ortasını ve sonunu aynı anda görebiliriz.
Kitabın başında size ilk insan olan Hz. Adem´in yaratılışından söz etmiştik. Allah diğer insanları da Hz. Adem´in soyundan yaratmıştır. Onları dünyaya imtihan etmek için yerleştirmiş ve neler yapmaları gerektiğini de elçileri vasıtasıyla onlara öğretmiştir.
Her insan dünyada yaşadığı olaylar ile imtihan olur. Yani karşılaştığı olaylara ne gibi tepkiler vereceği, nasıl sözler söyleyeceği, zorluklara sabredip sabretmeyeceği kısacası güzel ahlaklı olup olmayacağı ile denenir. Bu imtihandaki başarısına göre, ölümün ardından da ahirette nasıl bir hayat geçireceği belirlenir.
Ama dünyadaki imtihanın çok önemli bir sırrı vardır. Allah insan için büyük bir rahatlık ve konfor olarak kaderi yaratmıştır. Kader, yani bir insanın yaşayacağı bütün olaylar, o insan daha doğmadan önce Allah katında bellidir. Her insan için ayrı bir kader yaratılmıştır.
Bunu daha iyi anlamanız için kaderi video kasetteki filme benzetebiliriz. Video kasetteki bir filmin başı ve sonu bellidir, ancak biz bunu seyrettikten sonra öğrenebiliriz. İşte kader de böyledir. Bir insanın doğduğu andan itibaren yapacağı herşey, karşılaşacağı olaylar, nerede okuyacağı, ne zaman nerede oturacağı ve ne zaman öleceği kaderinde belirlenmiştir.
Bu kişinin başına gelen tüm iyi ve kötü olaylar Allah katında bellidir. Her insan dünyada kendisi için belirlenmiş olan bu senaryoya göre imtihan olur. Yani dışarıdan müdahale edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bir senaryo dahilinde bazı olaylar yaşar ve bunlara verdiği tepkilere göre ahirette bir karşılık alır.
Kader insan için çok büyük bir kolaylık, Allah´ın bir lütfudur. Bir insanın sonu en başından belli olan olaylar için üzülmesi, yolunda gitmeyen birşeyler olduğunda sıkıntı duyması bu yüzden çok gereksizdir. Dünyadaki imtihana sabredip, herşeyin Allah´tan geldiğini bilenleri, Allah, ayetlerinde cennet ile müjdelemektedir. Bu konuda peygamberler en güzel örnektirler. Allah insanları uyarmak için gönderdiği elçilerini güzel ahlaklarından dolayı cennet ile müjdelemiştir.
Allah (c.c.) Elçiler ve Kitaplar Yollamıştır
Buraya kadar Allah´ın gücünü ve büyüklüğünü kendi kendimize düşünerek tanımamız için çeşitli örnekler ve deliller verdik. Zaten Allah, bize akletme, düşünme yeteneklerini Kendisini tanımamız için vermiştir. Bunun yanında Allah, bize Kendini tanıtmak ve insanlardan neler istediğini bildirmek için kitaplar yollamıştır. Ayrıca Rabbimiz, isteklerini bazen yazılı bazen de sözlü olarak insanlara aktarmaları için de Kendi seçtiği ve çok üstün ahlak özelliklerine sahip peygamberleri görevlendirmiştir.
Peygamberlerin sayısını tam olarak bilemeyiz. Sadece Allah´ın gönderdiği son kutsal kitap olan Kuran´da bildirilen peygamberlerin isimlerini biliriz. Allah, bize bu peygamberlerin hayatlarını güzel davranış ve düşüncelere örnek olarak göstermiştir. Rabbimiz, gönderdiği peygamberler aracılığı ile insanın dünya hayatındaki davranış ve yaşam şeklinin, yani dinin nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. İşte biz, Allah´ın bildirmesiyle, nasıl davranışlarda bulunmamız gerektiğini, neyin daha iyi ve güzel ahlaka uygun olduğunu bilebiliriz. Allah´ın beğenip bize karşılığında ödül vereceği davranışları, beğenmeyip hoşnut olmadığı ve karşılığında ceza vereceği davranışları da ancak O´nun bildirmesiyle öğreniriz.
Kuran 1400 seneden beri hiç değişmeden günümüze kadar ulaşmıştır.
Kuran´da Allah´ın tarih boyunca tüm toplumlara Kendisini anlatacak elçilerini gönderdiği haber verilir. Peygamberler gönderildikleri toplumları daima uyarmışlardır. Onları Allah´a ibadet etmeye, dua etmeye ve O´nun istediklerini yapmaya çağırmışlardır. Aksi takdirde cezalandırılacaklarını da bildirmişlerdir. Yani toplumlarını uyarmışlar, Allah´ı ve dinini inkar edenleri, kötülük yapanları korkutmuşlar, inanan insanları da Allah´ın ödüllendireceğini müjdelemişlerdir. Çünkü Allah iyi insanları ölümlerinden sonra cennetle müjdelemekte, kötüleri de cehennem ile korkutup başlarına geleceklere karşı uyarmaktadır. (Cennet ve cehennem konularını ileriki bölümlerde daha detaylı anlatacağız.)
Allah´ın insanlara gönderdiği son peygamber, Hz. Muhammed´dir. Son kutsal kitap da Kuran´dır.
Kuran´dan önce gönderilen kitapları kötü niyetli insanlar değiştirmişlerdir. Bu kitaplar zamanla değiştirilmiş, unutulmuş veya kaybolmuşlardır. Bu yüzden onların asıl olan, yani ilk gönderilen halleri günümüze ulaşamamıştır. Ama Allah bize, hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini bildirdiği Kuran´ı yollamıştır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed ve sonra gelen Müslümanlar da Kuran´ı çok iyi korumuş ve çoğaltmışlardır. Kuran herkesin anlayabileceği gibi apaçıktır. Kuran´ı okuduğumuzda bunun Allah´ın sözü olduğunu hemen anlarız. Günümüze kadar bozulmadan gelmiş olan Kuran Allah´ın koruması altındadır ve kıyamete kadar geçerli olan tek kutsal kitaptır.
Bugün dünyanın her yerindeki Kuran´lar birbirinin aynıdır, kelimesine hatta tek bir harfine varıncaya kadar hiçbir farklılık yoktur. Peygamberimizin yakın dostlarından ve halifelerinden (yerine yönetici olarak bıraktığı kişi) Hz. Osman´ın günümüzden 1400 sene önce yazdırdığı Kuran ile bugünkü Kuran´lar arasında da hiçbir farklılık yoktur. Hepsi birebir aynıdır. Demek ki Kuran Peygamber Efendimize indirildiği ilk günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelmiştir. Çünkü Allah, Kuran´ı kötü niyetli kimselerin değiştirmesinden, bozmasından korumuştur. Allah Kuran´ı özel olarak koruyacağını yine bir Kuran ayetinde bizlere şöyle haber vermektedir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kur´an´ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Allah bu ayette geçen "Biz" kelimesiyle Kendisini kastetmektedir. Allah´tan başka bir ilah yoktur, O´nun bir ortağı, yardımcısı da yoktur. Allah herşeye gücü yeten, sonsuz bilgi ve kuvvet sahibi, tek olan ilahtır.
Allah Kuran´da Kendisi için bazı yerlerde "Biz" bazı yerlerde "Ben" diye hitap etmektedir. Kuran´ın asıl dili olan Arapçada "biz" kelimesi tek bir kişi için de kullanılır. Karşı tarafta güç, kudret ve saygı hissi uyandırmak için. Aynı Türkçede, karşıdaki bir kimseye, saygı amacıyla "sen" yerine "siz" demek gibi. Artık kitabın bundan sonraki bölümlerinde size surelerden (yani Kuran bölümlerinden) ve ayetlerden (yani Kuran cümlelerinden) örnekler vereceğiz. Onlar en doğru sözlerdir. Çünkü bizi yaratan ve bizi bizden daha iyi bilen Allah´ın sözleridir.
Allah Kuran´da peygamberlerin hayatlarından örnek almamızı bize bildirmiştir. Bu ayet şöyledir:
Andolsun, onların (peygamberlerin) kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Yusuf Suresi, 111)
Allah´ın bu ayette dikkat çektiği insan, Kuran´ın Allah´ın sözü olduğunu bilip ona göre düşünen, aklını kullanıp Kuran´ı anlamaya ve uygulamaya çalışan insandır.
Allah, peygamber gönderdiği topluluğu Kendi emirlerine uymaktan sorumlu tutmaktadır. İnsanlar da kendilerine Allah´ın mesajı ulaştığı için ahirette hesap verirken hiçbir bahane öne süremeyeceklerdir. Çünkü Allah´ın elçileri gönderildikleri toplumlara, Allah´ın varlığını ve insanlardan neler yapmalarını istediğini anlatırlar. Böylece, bu sözleri duyan kişilerin sorumluluğu başlar.
Kuran´da şöyle bildirilmiştir:
Elçiler; müjdeciler (yani Allah´ın ölümden sonra iyilere vereceği ödülle müjdeleyenler) ve uyarıcılar (yani Allah´ın ölümden sonra kötülere ceza vereceğini söyleyenler) olarak (gönderildi). Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah´a karşı (savunacak) delilleri olmasın. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir. (Nisa Suresi, 165)
KENDİLERİNDEN ÖNCE NİCE NESİLLERİ YIKIMA UĞRATTIĞIMIZI GÖRMÜYORLAR MI ...
(ENAM SURESİ, 6)
Allah yeryüzünde birçok insan topluluğu yaratmıştır. Bu topluluklardan bazıları kendilerine gönderilen elçilerin anlattıklarını yalanlayıp onları elçi olarak kabul etmediklerini söylemişlerdir. Ve onların sözlerini dinlemedikleri, Allah´ın emirlerini yerine getirmedikleri için cezalandırılmışlardır. Allah peygamberleri ile, eğer Allah´ın sözüne uymazlarsa dünyada da kötü bir karşılık alacaklarına dair bu toplulukları uyarmıştır. Buna rağmen bu topluluklar peygamberlere karşı gelmeye ve iftira atmaya başlamışlar, hatta onları öldürmek isteyecek kadar saldırganlaşmışlardır. Bunun üzerine Allah onlara hak ettikleri ve alacaklarını söylediği karşılığı vermiştir. Bu kavimlerin yerlerine zaman içinde yepyeni topluluklar geçmiştir. Kuran´da Allah böyle toplulukların durumunu şöyle bildirmektedir:
Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık, nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle biz onları yıkıma uğrattık ve arkalarından başka nesillervar ettik. (Enam Suresi, 6)
Peygamberlerin hayatlarından vereceğimiz örneklerde Allah´ı reddeden bu topluluklara karşı Allah´a iman eden insanların örnek davranışlarını anlatacağız.
İlk insan ve ilk peygamber: Hz. Adem
Hatırlarsak insanın yaratılışından bahsederken ilk insanın Hz. Adem olduğunu söylemiştik. Hz Adem aynı zamanda ilk peygamberdir. Yani ilk insan nesline Allah hemen bir peygamber de göndermiş ve onlara dinlerinin ne olacağını ve Allah için neler yapmaları gerektiğini öğretmiştir.
Canlıların tesadüfen oluştuklarını söyleyen evrim teorisinin yalanlarını bu kitapta okuyabilirsiniz.
İlk insan olan Adem peygambere Allah, konuşmayı ve herşeyin ismini öğretmiştir. Bu, Kuran´da şöyle anlatılır:
Ve Adem´e isimlerin hepsini öğretti. (Bakara Suresi, 31)
Bunun ne kadar önemli olduğunu düşünün. Allah´ın yarattığı canlılar içinde sadece insan konuşarak anlaşır. Konuşmak insana ait bir özelliktir. Etrafındaki eşyaları tanıması ve onlara bir isim vermesi bunları Allah´ın ilk olarak Adem peygambere öğretmesi sayesinde olmuştur.
Adem peygamberden sonra gelen nesil de, şu an dünyada yaşayan insanlar gibi düşünebilen, konuşan, duyguları olan, sevinen, üzülen, elbise giyen, eşyalar kullanan, sanat ve müzik kabiliyeti olan insanlardı. Bilim adamlarının araştırmaları sonucu bulunan en eski insan kalıntılarının yanında eşyaların, flüt gibi müzik aletlerinin, duvar resimlerinin bulunması, bu söylediklerimizin tarihi delilleridir.
Yani bazı insanların iddia ettiği gibi ilk insanlar hiçbir zaman yarı insan-yarı maymun gibi vahşi yaratıklar olmadılar. Zaten hiçbir maymunun veya başka canlının konuşamayacağını, düşünemeyeceğini, insan gibi davranamayacağını biliyorsunuz. Bütün bu yetenekleri Allah insana özel olarak vermiştir. (Bu konu ile ilgili daha önce yazılmış olan "Çocuklar, Darwin Yalan Söyledi" isimli kitabımızda çok detaylı bilgi bulabilirsiniz.)
Fakat ilk insanın Hz. Adem olduğunu kabul etmek istemeyen bazı insanlar kendilerince çeşitli iddialar ortaya atmışlardır. İlk insana sahte bir kimlik uydurmuşlardır. Bunların hayali iddialarına göre insan ve maymun aynı canlıdan, yani ortak bir atadan zaman içinde değişikliklere uğrayarak bugünkü hallerine gelmişlerdir. Bu garip iddianın nasıl gerçekleştiğini sorarsanız tek cevap vardır: "Tesadüfen oldu". "Peki bunu ispatlayacak delil var mı " diye sorarsanız da hiçbir delil gösteremezler. Yani insanın başka bir canlıdan bugünkü haline geldiği iddiasını kanıtlayacak tek bir kalıntı bile yoktur.
"Geçmişe ait kalıntılar nelerdir " diye sorarsanız, şöyle anlatabiliriz: Bazı canlılar öldükleri zaman arkalarında izlerini bırakırlar ve bu izleri, yani kalıntıları milyonlarca yıl hiç bozulmadan kalabilir. Ancak bunun olabilmesi için o canlının hava ile temasının aniden kesilmesi gerekir. Örneğin bir kuş yerde dururken üzerine aniden bir kum yığını gelse ve orada kuş ölse, bu kuşun kalıntıları günümüze kadar gelebilir. Veya ağaçlardan akan ve bala benzeyen amber denen sıvılar vardır. Bazen bu amber, bir böceğin üzerine akar ve böcek bu amberin içinde ölür. Böylece sertleşerek milyonlarca yıl hiç bozulmadan günümüze kadar gelebilir. Biz de böylece çok eskiden yaşamış olan canlılar hakkında bilgi edinebiliriz. İşte canlılardan kalan bu kalıntılara "fosil" denir.
En üst sırada yukarıdaki canlıların fosillerini görüyorsunuz. Bu resimlerden de anlaşıldığı gibi geçmişte yaşamış karınca, kurbağa veya balıkla bugün yaşayanlar arasında hiçbir fark yoktur.
İlk insanın maymun benzeri bir canlıdan oluştuğunu öne sürenler, bununla ilgili bir fosil gösteremezler. Yani yarı maymun-yarı insan gibi garip bir canlının fosili dünya üzerinde hiçbir zaman bulunmamıştır. Fakat söz konusu kişiler bu açıklarını kapamak için sahte fosiller, sahte resimler, çizimler düzenlemişler ve bunları okul kitaplarına bile koymuşlardır.
Elbette, bu sahtekarlıkları zamanla tek tek açığa çıkmış ve bilim sahtekarlıkları olarak her yerde yazılmıştır. Yani bu insanların durumu başta anlattığımız çizgi kahramanın durumu gibidir. Bu gibi insanlar inatçı ve akılsız olduklarından, Allah´ı kabul etmeleri ve herşeyi O´nun yarattığının farkına varmaları adeta imkansızdır. Bunların sayıları gittikçe azalmaktadır. Fakat hala bazı okullarda, gazetelerde, dergilerde bu yanlış düşüncelerini yaymaya çalışmaktadırlar. İnsanları inandırmak için de söylediklerinin çok bilimsel ve doğru olduğunu ısrarla tekrar ederler. Oysa akıllı bilim adamlarının ortaya koyduğu her araştırma ve delil maymunun insana dönüşmediğini bilimsel olarak da ispat etmiştir.
Hz. Adem, yani ilk insan bugünkü insanlar gibidir ve Allah, onu özel olarak yaratmıştır. Bunlar Allah´ın bize Kuran´da bildirdiği gerçeklerdir. Hz. Adem ile ilgili olarak Allah´ın Kuran´da bize haber verdiği çok önemli bir konu daha vardır: Bütün insanların düşmanı olan şeytan ve Hz. Adem arasında geçen olaylar…
- İnsanın en büyük düşmanı: Şeytan
Şeytan ile ilgili bazı şeyler biliyor olabilirsiniz. Ancak sizi çok iyi tanıdığını ve sizi ne yapıp edip kandırmaya çalıştığını biliyor musunuz Peki ya sizi kimi zaman dost gibi görünerek kandırmaya çalışan şeytanın gerçek amacını biliyor musunuz Gelin en başından başlayalım ve şeytanın neden bizim en büyük düşmanımız olduğunu hatırlayalım. Bunun için size Hz. Adem ve şeytan arasında geçen ve Kuran´da bildirilen bir olayı anlatacağız.
Kuran´a göre şeytan, Hz. Adem´den bu yana bütün insanları Allah yolundan saptırmak için çaba harcayan ve kıyamete kadar da bunun için uğraşacak olan varlıkların genel adıdır. Şeytanların en büyüğü ise, Hz. Adem´in yaratılmasıyla birlikte Allah´a isyan eden İblis´tir.
Kuran´dan öğrendiğimize göre Allah Hz. Adem´i yaratmış ve meleklerden bir saygı ifadesi olarak ona secde etmelerini istemişti. Melekler Allah´ın emrini yerine getirirken, İblis Hz. Adem´e secde etmedi. Kendisinin insandan daha üstün bir yaratık olduğunu öne sürdü. İtaatsiz ve küstah olması nedeniyle Allah´ın huzurundan kovuldu.
Allah´ın huzurundan ayrılmadan önce, bu duruma düşmesine neden olan insanları kendisi gibi saptırmak için Allah´tan süre istedi. Şeytanın amacı kendisine tanınan süre içinde insanları Allah yolundan şaşırtıp saptırmaktı. Bunun için her yolu deneyecek ve insanların çoğunu kendisine uyduracaktı. Allah şeytanı ve ona uyanları cehenneme dolduracağını bildirdi. Burada anlattığımız olaylar Kuran´da şöyle haber verilmektedir:
Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem´e secde edin" dedik. Onlar da İblis´in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi " (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
(Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi. (Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım."
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 11-18)
Şeytan Allah´ın huzurundan kovulduktan sonra, kıyamete kadar sürecek olan mücadelesine başladı. İnsanları aldatarak saptırmak için onlara sokuldu. Sinsice tuzaklar kurdu, insanları hiç akıllarına gelmeyecek yöntemlerle kandırdı. Şimdi daha iyi anladığınız gibi, şeytan insana çok sinsice yaklaşabilen bir düşmandır. Bu nedenle ondan sakınmak için çok büyük dikkat göstermeniz gerekir.
Sakın unutmayın ki şeytan şu anda da sizi kandırmak için bekliyor. Sizi bu kitabı okumaktan, okuduklarınızı düşünmekten alıkoymaya çalışıyor. Bir arkadaşınıza iyilik yapmanızdan, büyüklerinizin sözünü dinlemenizden, Allah´a şükretmenizden ve dua etmenizden, hep doğruyu söylemenizden sizi vazgeçirmeye çalışıyor. Sakın şeytanın sizi kandırmasına, yalanları ile sizi güzel ahlaklı bir insan olmaktan, vicdanınızın sesini dinleyerek hareket etmekten alıkoymasına izin vermeyin.
Aklınıza kötü bir düşünce geldiğinde ya da canınız güzel bir şey yapmak istemediğinde hemen şeytandan Allah´a sığının ve Allah´tan yardım isteyin. Allah´ın Kuran´da haber verdiği gibi şeytanın iman eden kişiler üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını da sakın unutmayın.
Hz. Nuh Peygamber
Nuh Peygamber de diğer peygamberler gibi kavmini yani içinde yaşadığı topluluğu doğru yola çağırmıştır. Allah´a inanmalarını, herşeyin yaratıcısının Allah olduğunu, başka şeylere tapmamalarını, aksi takdirde Allah´ın kendilerini cezalandıracağını söylemiştir. Bu olay, Kuran´da şöyle anlatılır:
Andolsun, biz Nuh´u kavmine gönderdik. (Onlara:) "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum."
"Allah´tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım" (dedi). (Hud Suresi, 25-26)
Fakat çok az kişi haricinde kendisine inanan olmamıştır. Bunun üzerine Allah Nuh Peygambere büyük bir gemi yapmasını emretmiştir. İnananların bu gemi sayesinde kurtulacağını bildirmiştir.
Nuh Peygamberin, etrafta hiç deniz yokken gemi yapması Allah´a inanmayanları çok şaşırtmış ve bu yüzden onunla alay etmişlerdir. Oysa inanmayanlar başlarına gelecekleri bilmemekte fakat Allah bilmektedir. Gemi bitince, günlerce süren çok şiddetli yağmurlar yağmış, her tarafı sular kaplayıp karalar denize dönüşmeye başlamıştır. O zaman gerçekleşen bu felaket günümüzde bilim adamları tarafından da doğrulanmıştır. Ortadoğu bölgesinde şimdi dağ olan birçok yerin bir zamanlar sularla kaplı olduğuna dair deliller bulunmuştur.
Televizyonda çeşitli ülkelerde olan sel felaketlerini görmüşsünüzdür. Böyle felaketlerde, insanlar çatılara çıkıp yardım gelmesini beklerler, onlara ancak deniz motorları ya da helikopterlerle yardım ulaştırılabilir. O dönemde ise Hz. Nuh´un gemisinden başka onları kurtaracak hiçbir şey olmamıştır. İşte Nuh Peygamber zamanında olan ve ´Nuh Tufanı´ olarak adlandırılan bu olay, o dönemdeki peygambere inanmayan, inançsız insanları cezalandırmak için Allah´ın özel olarak meydana getirdiği bir cezadır. Allah´ı dinlemeyen, O´nun Nuh Peygamber aracılığı ile gönderdiği uyarılara yüz çeviren, şımarık, kötü huylu insanların hiçbiri o gemiye binmemiş, kendilerini Allah´tan başka şeylerin koruyacağını zannetmişlerdir. Allah´a değil başka varlıklara güvenmişlerdir.
Halbuki Allah dilemezse bizi hiçbir şey koruyamaz. Bu gerçeği bilmeyen insanlar tepelere, yüksek yerlere çıkmalarına rağmen dev dalgalar onlara da ulaşmış, böylece boğulup gitmişlerdir. Çok az sayıda insan Allah´a inanıp güvenmiş, Nuh Peygamberle beraber gemiye binmiş ve kurtulmuştur. Yanlarına da yine Allah´ın emri ile dişi ve erkek çeşitli türden hayvanlar almışlardır. Kuran´da bu konu şöyle anlatılmaktadır:
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O ´baskı altına alınıp engellenmişti.´
Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al."
Biz de ´bardaktan boşanırcasına akan´ bir su ile göğün kapılarını açtık.
Yeri de ´coşkun kaynaklar´ halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.
Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık; Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi.İnkâr edilmiş-nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükafat olmak üzere.
Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı
Şu halde Benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış (Kamer Suresi, 9-16)
Bütün peygamberler gönderildikleri toplumlara benzeri şekilde aynı konuları anlatmışlar ve onları Allah´a ibadet etmeye çağırmışlardır. Bu görevlerini yaparken de o insanlardan herhangi bir karşılık istememişlerdir. Çünkü Allah´ın sözlerini kendi toplumlarına ileten bu insanların hiçbir çıkarları yoktur. Sadece Allah onları görevlendirdiği için ve Allah´ı çok sevdikleri, O´nun da kendilerini sevmesini istedikleri ve O´ndan korkup çekindikleri için bu görevi yaparlar. Ve bu sırada başlarına birçok olay gelir; sıkıntıya, eziyete, iftiraya uğrarlar. Hatta geçmişte bazı peygamberler inkarcılar tarafından öldürülmek istenmiş, içlerinden öldürülenler de olmuştur. Ancak peygamberler yalnızca Allah´tan korkan insanlar oldukları için, karşılaştıkları hiçbir zorluk onları doğru yoldan döndürmemiştir. Yaşadıkları zorlukların karşılığını Allah´ın dünyada ve ölümden sonraki ahiret hayatında eksiksiz olarak vereceğini hiçbir zaman unutmamışlardır.
Hz. İbrahim Peygamber
Bu bölümde Kuran´da adı geçen bütün peygamberleri teker teker anlatmayacağız. Fakat, Kuran´da bazı özellikleri önemle vurgulanan peygamberlerin hayatlarından örneklere yer vereceğiz.
Hz. İbrahim de bu peygamberlerden biridir. O, daha çok genç yaşta iken ve çevresinde kendisine Allah´ın varlığını anlatan hiç kimse yokken, kendi kendine gökyüzünü inceleyerek tüm varlıkları Allah´ın yarattığını fark etmişti. Bu konu Kuran´da şöyle anlatılır:
(İbrahim) Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim rabbimdir." Fakat kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.
Ardından Ay´ı, (etrafa aydınlık saçar) doğar görünce: "Bu benim rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "And olsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum."
Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk (Allah´a ortak, eş) koşmakta olduklarınızdan uzağım."
"Gerçek şu ki, ben bir muvahhid (Allah´ı tek yaratıcı kabul eden) olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden (Allah´a ortak koşan) değilim." (Enam Suresi, 76-79)
Yine İbrahim Peygamber, içinde yaşadığı toplumu Allah´tan başkasına tapmamaları için şöyle uyarmıştır:
Onlara İbrahim´in haberini de aktar-oku:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz " demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara (kendi yaptıkları ve değer verdikleri çeşitli heykellere) tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."
Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı "
"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu "
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızıböyle yaparlarken bulduk."
(İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü "
"Hem siz, hem de eski atalarınız "
"İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç"
"Ki beni yaratan ve bana hidayet (doğru yolu) veren O´dur;"
"Bana yediren ve içiren O´dur;"
"Hastalandığım zaman bana şifa veren O´dur;"
"Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O´dur,"
"Din (ahirette hesap) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O´dur;" (Şuara Suresi, 69-82)
Hz. İbrahim, o devirdeki krala ve halka, yukarıdaki şekilde "Allah´a iman edin" diye dini anlatınca, ona düşman olanlar onu öldürmeye kalkıştılar. Büyükçe bir ateş yakıp Hz. İbrahim´i içine attılar. Fakat Allah onu korudu ve ateşten sapasağlam kurtardı. Bu olay Kuran´da şöyle anlatılır:
Bunun üzerine kavminin (İbrahim´e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim´e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiya Suresi, 69)
Herşeyi yaratan ve kontrol eden Allah´tır. Ateş de Allah´ın emriyle İbrahim Peygamberi yakmamıştır. İşte bu, Allah´ın bir mucizesidir. Allah´ın gücünün herşeye yettiğini çok iyi gösteren örneklerden biridir. Çünkü yeryüzündeki herşey Allah´ın izni ile gerçekleşir. O, dilemediği sürece bir insana hiçbir şey zarar veremez, hiç kimse bir başka insanı öldüremez. Kuran´da Allah şöyle bildirmektedir:
Allah´ın izni olmaksızın hiçbir nefis (can) için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır (kader yazısı)... (Al-i İmran Suresi, 145)
Allah´ın İbrahim Peygamber için dilediği ölümün zamanı gelmediği için, ateşe atıldığı halde ölmemiş, Allah onu oradan kurtarmıştır.
Allah, Kuran´ın başka bir ayetinde de İbrahim Peygamberin çok üstün bir ahlakı olduğunu şöyle anlatır:
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah´a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
Allah iyi huylu ve kendisine çok bağlı olan insanları sever. Bu ayetten de anladığımız gibi, efendi olmak, asi ruhlu olmamak, Allah´ın emirlerine tam teslimiyetli olmak Allah katında çok önemli özelliklerdendir.
Hz. Musa Peygamber
Hz. Musa da Kuran´ın birçok yerinde başından geçen olaylar anlatılan bir peygamberdir. Kendisine kutsal kitaplardan biri olan Tevrat gönderilmiştir. Fakat Tevrat, Musa Peygamberin ölümünden sonra insanlar tarafından değiştirildiği için günümüzde asıl hali bulunmamaktadır. Ama değiştirilmiş şeklini Museviler hala kutsal kitap zannederek okumaktadırlar. Günümüzdeki Musevilerin okuyup inandıkları bu kitap, Musa Peygamberin getirdiği kutsal kitap olmadığı için onlar doğru bir inanışa sahip değildirler.
Tevrat, Musa Peygamberden sonra bazı kötü niyetli insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bu nedenle günümüzde okunan Tevrat Allah´ın Hz. Musa´ya gönderdiği orijinal halinden çok farklıdır.
Biz Hz. Musa´nın yaşamı ve güzel ahlakı ile ilgili tüm bilgileri Kuran´dan öğreniriz. Kuran´da bildirildiğine göre, eski Mısır hükümdarlarına "firavun" denirdi. Bunların bir çoğu Allah´a inanmayan, kendilerini kutsal bir kişi gibi gören, çok kibirli insanlardı. Musa Peygamberi de Allah bu firavunların en zalimlerinden birisine göndermişti.
Hz. Musa´nın hayatından bize haberler veren ayetleri okurken üzerinde durulması gereken önemli bir konu, kaderdir. Hz. Musa´nın Firavun´un sarayına gönderilişi şöyle olmuştur:
Tam Hz. Musa´nın doğduğu sırada, Firavun zalimce bir emir vermiş ve ülkesindeki tüm erkek çocukların öldürülmesini istemiştir. Hz. Musa da ölüm tehlikesiyle karşılaşmıştır. Ancak Allah Hz. Musa´nın annesine oğlunu suya bırakmasını söylemiş ve sonunda onu Firavun´un alacağını ve onun kendisine geri dönüp peygamber olacağını bildirmişti. Annesi Hz. Musa´yı bir sandığın içine yerleştirerek suya bıraktı. Nehirde başıboş ilerleyen bu sandık bir süre sonra Firavun´un karısı tarafından bulundu ve Hz. Musa daha bebekken büyütülmek üzere saraya alındı. Böylece Firavun, ileride kendisine Allah´ı anlatacak, yanlış fikirlerine karşı koyacak olan insanı, bilmeden yanına almış ve büyütmüştür. Herşeyi bilen Allah, Firavun´un Hz. Musa´yı nehirde bulup, onu sarayında yetiştireceğini de bilmektedir.
Mısır hükümdarlarına "firavun" denirdi. Bunların bir çoğu Allah´a inanmayan, kendilerini kutsal bir kişi gibi gören, çok kibirli insanlardı.
Hz. Musa doğduğunda onun bir sandık içinde suya bırakılacağı, Firavun´un onu bulacağı, sonunda ise Hz. Musa´nın bir peygamber olacağı belliydi. Çünkü Allah onun kaderini öyle belirlemişti. Allah bunu Hz. Musa´nın annesine bildirdi.
Burada Hz. Musa´nın hayatındaki tüm detayların en ince ayrıntısına kadar Allah katında kaderde belirlenmiş olduğuna ve aynen takdir edildiği gibi gerçekleştiğine dikkat etmek gerekir.
Hz. Musa büyüdükten sonra Mısır´dan ayrıldı, bir süre bir başka ülkede yaşadı ve sonra da Allah onu peygamber olarak görevlendirdi. Ve Musa Peygambere yardımcı olarak kardeşi Hz. Harun´u gönderdi.
İkisi birden bu zalim Firavun´un karşısına çıkıp Allah´ı ve O´nun emirlerini anlattılar. Musa Peygamberin yaptığı çok zor bir işti. Çünkü Allah´ı inkar eden çok zalim bir hükümdarın karşısına çıkıp çekinmeden onu, Allah´ı tanımaya ve O´na ibadet etmeye çağırmıştı. Kuran´da Hz. Musa´nın bu daveti şöyle anlatılmaktadır:
İsrailoğulları Mısır´da Firavun yönetimi tarafından köleleştirilmişlerdir. Yukarıda ağır işlerde çalıştırılan insanlar görülüyor.
Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa´yı ayetlerimizle (sözlerimiz-delillerimizle) Firavun´a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
Zalim Firavun, Musa Peygambere inanan topluluğu esir tutuyor, onları köle olarak çalıştırıyordu.
Firavun´un bütün inananları yok etmeyi düşündüğü anlaşılınca iman edenler Hz. Musa önderliğinde Mısır´dan kaçtılar.
Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (yani bütün herşeyi yaratıp düzenleyenden) bir elçiyim."
"Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah´a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını (Musa´nın kendi toplumu) benimle gönder." (Araf Suresi, 103-105)
Firavun ise kendini beğenmiş ve kibirli bir insandı. Bütün gücün kendinde olduğunu zannedip Allah´a başkaldırmıştı. Halbuki Firavun´a o gücü, malı ve toprakları veren de Allah´tır. Ama Firavun akılsız olduğu için bu gerçeği anlayamamıştır.
Hz. Musa´ya karşı çıkan ve iman etmeyen Firavun, daha önce de söylediğimiz gibi, çok alim bir insandı. Musa Peygambere inanan topluluğu (İsrailoğulları) esir tutuyor, onları köle olarak çalıştırıyordu. Sonunda Firavun´un Hz. Musa´yı ve bütün inananları yok etmeyi düşündüğü anlaşılınca bu topluluk Hz. Musa önderliğinde Mısır´dan kaçtı. İsrailoğulları ve Hz. Musa, önlerine çıkan denizle arkalarından gelen Firavun´un ordusu arasında kaldılar. Ama Musa Peygamber böyle çaresiz gibi görünen bir durumda bile asla umudunu ve Allah´a güvenini kaybetmedi. Allah, bir mucize yaratarak inananların geçmesi için denizi ikiye yardı ve denizde bir yol açtı. Bu, Allah´ın Musa Peygambere verdiği büyük mucizelerden birisidir. İnananlar geçince deniz kapandı, onları takip eden Firavun ve ordusu ise suda boğuldular.
Allah Kuran´da bu mucizevi olayı şöyle bildirmektedir:
Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. (Enfal Suresi, 54)
Hz. Musa ve yanındakiler önlerine çıkan denizle, arkalarından gelen Firavun´un ordusu arasında kaldılar. Ama Musa Peygamber asla umudunu ve Allah´a olan güvenini kaybetmedi. Allah, inananların geçmesi için denizi ikiye yardı ve denizde bir yol açtı. Bu, Allah´ın Musa Peygambere verdiği büyük mucizelerden birisidir. İnananlar geçince deniz kapandı, onları takip eden Firavun ve ordusu ise suda boğuldular.
Tam öleceğini anladığı sırada Firavun Allah´a inandığını söyleyerek kendisini kurtarmasını istemiştir. Fakat son andaki bu pişmanlığı fayda etmemiştir. Çünkü Allah, yaptığımız hatalardan ancak samimi olarak pişman olursak bizi affedeceğini bildirmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır. Ama insanın tam öleceğini anladığı sıradaki pişmanlığı, samimi ve zamanında duyulan bir pişmanlık olmadığından fayda etmeyebilir. Firavun´a da böyle olmuştur. O halde bizim unutmamamız gereken şudur: Hayatımız boyunca Allah´ın hoşnut olacağı şekilde yaşamalı ve Firavun´un düştüğü hataya düşmemeliyiz. Çünkü hayatımızı Kuran´a uygun güzel bir ahlakla geçirmezsek, Kuran´da emredilenleri yapmazsak, ölüm anında pişman olmamız fayda etmeyebilir.
Hz. Yunus Peygamber
İnsan ne kadar zor ve çaresiz durumda olursa olsun daima Allah´a güvenmeli ve O´ndan yardım istemelidir. Biraz önce de anlattığımız gibi, Musa Peygamber Firavun´un ordusu ile önlerindeki deniz arasında kalınca asla umutsuzluğa düşmemiş ve Allah´a güvenmişti. İşte Yunus Peygamberin davranışı da böyle güzel bir davranışın örneklerindendir.
Yunus Peygamber, ilk önceleri Allah´ın kendisine verdiği göreve rağmen uyarması gereken toplumu terk etmişti. Bunun üzerine Allah onu çeşitli denemelerden geçirdi. Hz. Yunus ilk önce bindiği gemidekiler tarafından denize atıldı. Sonra denizde kendisini dev bir balık yuttu. Bu olayların üzerine Hz. Yunus yaptığından dolayı pişman oldu ve Allah´a sığınıp dua etti. Kuran´da bu olay şöyle anlatılır:
Balık sahibi (Yunus´u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.
Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)
Allah, Kendisine güvenip, dua etmeseydi Hz. Yunus´un başına gelecekleri Kuran´da şöyle bildirmiştir:
Hz. Yunus ilk önce bindiği gemidekiler tarafından denize atıldı. Sonra denizde kendisini dev bir balık yuttu. Allah Yunus Peygamberi umutsuz gibi görünen böyle bir durumdan kurtarmıştır.
Eğer (Allah´ı çokça) tesbih edenlerden (ananlardan, yüceltenlerden) olmasaydı,
Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere attık.
Ve üzerine, sık-geniş yapraklı (dış etkilere karşı korumak için) (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. (Saffat Suresi, 143-147)
Allah Yunus Peygamberi tamamen umutsuz gibi görünen bir durumdan kurtarmıştır. Bu, Allah´tan hiçbir zaman umut kesilmeyeceğine dair açık bir işarettir. Kuran´da bildirilen bu olayları okuyup öğrenen bizlerin yapması gereken de, her ne zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım, daima Allah´a dua edip O´ndan yardım dilemektir.
Hz. Yusuf Peygamber
Kuran´da Yusuf Peygamberin başından geçenler çok uzun ve detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Burada kısaca anlatıp, Hz. Yusuf´un ahlakından nasıl örnek almamız gerektiğini göreceğiz.
Hz. Yusuf, Yakup Peygamberin oğullarından biridir. Küçük yaşta kardeşleri onu kıskandıkları için çölde bir kuyuya atıp babalarına da "onu bir kurt yedi" diye yalan söylemişlerdir. Kuyudan su çeken bir kervan onu bulup Mısır´da bir yöneticinin sarayına götürmüştür. Orada bir olaydan dolayı iftiraya uğrayıp zindana atılmış ve senelerce zindanda kalmıştır.
Sonunda suçsuz olduğu anlaşılmış, zindandan çıkarılmış, çok güvenilir ve akıllı bir insan olduğu için Mısır´da hazinenin başına getirilmiş, yönetici olmuştur. Kendisine zamanında eziyet eden kardeşlerini de affetmiştir.
Yusuf Peygamber çok üstün bir ahlaka sahiptir. Allah onu birçok şekilde denemiş, kuyu gibi kurtulması imkansız görünen bir yerden çıkarıp en sonunda onu üstün bir makama getirmiştir. Yusuf Peygamber başına gelen her olayda Allah´a dua etmiş, O´na yönelmiştir. Senelerce suçsuz olmasına rağmen hapiste kaldığı halde bunun Allah´ın bir denemesi olduğunu unutmamıştır. Hapiste yanında bulunanlara hep Allah´ın gücünü ve büyüklüğünü anlatmıştır. Bu kadar zor şartlar altında Allah´a olan güven ve bağlılığını koruması, onun çok üstün bir ahlak sahibi olduğunu bize göstermektedir.
Hz. Eyüp Peygamber
İnsanın başına gelenlere karşı sabırlı olması çok önemli bir Müslüman özelliğidir. Hz. Eyüp kendisine çok sıkıntı veren bir hastalıkla denenmiştir. Ama Eyüp Peygamber hastalığının geçmesi için sadece Allah´tan yardım istemiş ve O´na güvenmiştir. Allah onun duası üzerine hastalığının nasıl iyileşeceğini kendisine bildirmiştir. Hz. Eyüp´ün üstün ahlakı ve duası Kuran´da şöyle anlatılır:
Kulumuz Eyyub´u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici (çok can yakıcı) bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti.
"Ayağını depret.(yere vur) İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su, diye vahyettik).
... Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü O, (daima Allah´a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 41-44)
Bazı insanlar, hastalık, acı, sıkıntı gibi zorluklarla karşılaştıkları zaman hemen ümitsizliğe kapılırlar. Bazıları ise isyankar bir tavır içine girerler. Oysa bunlar çok yanlış düşüncelerdir. Hz. Eyüp örneği de bize göstermektedir ki, Allah en üstün kullarına bile çeşitli dertler ve sıkıntılar verebilir. Bundaki amaç, insanın olgunluğunu artırmak ve Allah´a olan bağlılığını sınamaktadır.
Biz de başımıza gelen her sıkıntı karşısında Allah´a dua etmeli ve O´na güvenmeliyiz. Hz. Eyüp gibi sabreden ve daima Allah´a yönelip dönen insanlar olmalıyız. O zaman Allah hem dertlerimizi giderir, hem de yaşadığımız sıkıntılara karşılık olarak dünyada ve ahirette bize büyük mükafat verir.
Hz. İsa Peygamber
İsa Peygamberi Allah özel bir yaratılışla yaratmıştır. Allah onu da Adem Peygamber gibi babası olmadan dünyaya getirmiştir. Bu, Kuran´da şöyle haber verilir:
Şüphesiz, Allah katında İsa´nın durumu, Adem´in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)
Hazreti İsa, Kuran´da annesinin adıyla, yani Meryemoğlu İsa olarak geçer. Hz. Meryem Allah´ın tüm kadınlara örnek kıldığı çok değerli bir Müslümandır. Son derece iffetli ve Allah´a çok bağlı bir mümindir. Allah ona, çocuğunun peygamber olacağını müjdelemiştir.
Allah Meryemoğlu İsa´yı Peygamber yapmış ve ona kutsal kitaplardan İncil´i vermiştir. (İncil de Hz. İsa´dan sonra kötü niyetli insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bugün elimizde gerçek İncil yoktur.) Allah Hz. İsa´ya birçok mucizeler de vererek topluma gerçekleri anlatmakla görevlendirmiştir. Daha bebekken konuşarak Allah´ı anlatmıştır. İsa Peygamber kendisinden sonra gelecek olan Peygamberimiz Hz. Muhammed´i de müjdelemiştir. Peygamberimizin bir adı da Ahmet´tir. Hz. İsa´nın Peygamberimizi müjdeleyişi Kuran´da bize şöyle bildirilmektedir:
Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah´tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat´ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmet" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle (çeşitli mucizelerle) gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)
İsa Peygambere, yaşadığı dönemde inanıp yardımcı olan çok az insan olmuştur. İsa Peygamberin düşmanları onu öldürmek için tuzak kurmuşlar ve onu ele geçirip astıklarını zannetmişlerdir. Ama Allah bize Kuran´da olayın böyle gerçekleşmediğini ve Hz. İsa´yı öldüremediklerini bildirmektedir:
Ve: "Biz, Allah´ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa´yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna (varsayıma) uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
İsa Peygamberin arkasından düşmanları onun söylediği gerçekleri saptırmaya çalışmışlardır. İsa Peygamberi ve annesi Meryem´i de insanüstü varlıklar gibi, hatta daha da ileri giderek "tanrı" gibi göstermeye başlamışlardır. Hala günümüzde bu yanlış inanışlar ve davranışlar devam etmektedir. Allah bize bu inançlarının yanlışlığını Kuran´da İsa Peygamberin kendi sözleriyle bildirmektedir:
Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah´ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen misöyledin " dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen´de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri bilen Sen´sin Sen."
"Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ´Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah´a kulluk edin.´ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen´din. Sen herşeyin üzerine şahid olansın." (Maide Suresi, 116-117)
Hz. İsa´nın arkasından kendisine inananlar artmıştır. Fakat onlar da değiştirilip yanlış şeyler eklenmiş İncil´e uyduklarından, onlar da bugün yanlış bir yoldadırlar. Doğru olan tek yol, Allah´ın hiç bozulmamış olan son kitabı Kuran´da bildirilen, Hz. Muhammed´in yoludur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed
Son peygamber olduğu ve günümüzden yaklaşık 1400 yıl önce yaşadığı için hakkında en fazla şey bilinen peygamber Hz. Muhammed´tir. İnsanlar, Hz. Muhammed´den önce gönderilen bütün dinleri değiştirip bozmuşlardır. Bu nedenle, insanların dünya hayatının sonu olan kıyamete kadar sorumlu tutulacakları son kitap olan Kuran, Peygamberimize gönderilmiştir. Allah bütün istediklerini Kuran aracılığı ile bize bildirmiştir.
Peygamberimiz de diğer peygamberlerde olduğu gibi, içinde yaşadığı topluma gerçekleri anlatırken birçok zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmıştır. Hiçbir çıkarı olmadığı ve hiçbir şekilde ücret istemediği halde suçlanmıştır. Doğup büyüdüğü Mekke şehrinden göç etmeye zorlanmıştır. Kendisine inanan ilk Müslümanlara (sahabeler) eziyet ve işkenceler yapılmıştır. Ama Allah zamanımıza kadar hiç değişmeden gelen İslam dinini, inkar edenlerin yok etmelerine müsaade etmemiştir. Allah´ın vadettiği gibi Kuran, günümüze kadar tek kelimesi bile değişmeden korunmuştur.
ANDOLSUN SİZE, İÇİNİZDEN SIKINTIYA DÜŞMENİZ O´NUN GÜCÜNE GİDEN, SİZE PEK DÜŞKÜN, MÜMİNLERE ŞEFKATLİ VE ESİRGEYİCİ OLAN BİR ELÇİ GELMİŞTİR.
(TEVBE SURESİ, 128)
Hz. Muhammed´in bu çağrısı bugün yaşayan tüm insanlar için geçerlidir. Allah dinini tebliğ etmeleri için gönderdiği elçilere tam bir itaati emretmiş, birçok ayette elçiye itaatin aslında Kendisine itaat olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle Peygamberimize itaat, dinin en önemli ve hayati konularından biridir. Ve bu itaatin gösterilmesi de elbette Peygamberimizin hayattayken bildirdiği konuları tam bir teslimiyetle uygulamakla olur.
Allah Kuran´da Peygamberimizin tüm insanlara örnek olan üstün ahlakını, pek çok ayetle bize tanıtmıştır. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:
Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O´nun gücüne giden, size pek düşkün, mü´minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah´ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. (Ahzab Suresi, 40)
Andolsun ki Allah, mü´minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)
Ayrıca Kuran´da "De ki" ile başlayan ayetlerle Allah, Peygamberimize söylemesi gerekenleri bildirmiş, Hz. Muhammed bu ayetlerle tüm insanlara dini anlatmıştır. Allah´tan korkan ve bağışlanmayı isteyen kulların Hz. Muhammed´e uyması gerektiği bir ayette şöyle bildirmiştir:
De ki: "Eğer siz Allah´ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i İmran Suresi, 31)
Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, Allah´ın bizi sevmesini istiyorsak Peygamberimizin söylediklerine uymamız, onları eksiksiz olarak yerine getirmemiz gerekmektedir.
Mucizelerle Dolu Kur´an
Peygamberimize verilen en büyük mucizenin Kuran olduğunu daha önce belirtmiştik. Kuran, insanlara günümüzden 1400 yıl önce gönderilmiştir. Fakat içinde anlatılan öyle gerçekler vardır ki, onların günümüzdeki bilimsel buluşlara uygun olduğu daha yeni anlaşılabilmiştir.
Kainattaki herşeyi, gezegenleri, yıldızları, insanları, hayvanları, doğa kanunlarını Allah yaratmıştır. Rabbimiz olan Allah, bizim daha keşfetmediğimiz herşeyi zaten bilmektedir. Dilediklerini Kuran´da bize bildirmiştir. Biz sadece zamanı gelince bu bilgileri öğrenmekte ve bunların Allah´ın birer mucizesi olduğunu anlamaktayız.
Kuran´ın pek çok bilimsel mucizesi vardır. Burada Kuran´ın bilimsel mucizelerinin hepsini değil, sadece birkaç tanesini örnek olması için anlatacağız. (Kuran´ın daha pek çok mucizesini öğrenmek istiyorsanızKuran Mucizeleri isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.)
Evrenin yaratılışı
Kuran´da evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:
BİZ GÖĞÜ ´BÜYÜK BİR KUDRETLE´ BİNA ETTİK VE ŞÜPHESİZ BİZ, (ONU) GEİŞLETİCİYİZ.
(ZARİYAT SURESİ, 47)
O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)
Kitabın ilk bölümünde hatırlarsanız evrenin hiçbir şey yokken bundan yaklaşık olarak 15 milyar yıl önce bir patlamayla ortaya çıktığını detaylı olarak anlatmıştık. Yani evren hiçbir şey yokken birdenbire var olmuştur.
Bu büyük buluşun delilleri ise, ancak geçtiğimiz yüzyılda çok modern teknolojik aletlerle elde edildi. Dolayısıyla bunun 1400 yıl önce bilinmesi mümkün değildi. Ama yukarıdaki ayette de gördüğünüz gibi, Allah bu gerçeği bize hiçbir insanın bundan haberdar olmadığı, Kuran ilk indirildiği dönemde bildirmiştir. Bu anlatım Kuran´ın bir mucizesidir ve onun Allah´ın sözü olduğunun delillerinden biridir.
Evrenin genişlemesi
Evrenin patlamayla ortaya çıkışı ve hala genişlemekte olduğu günümüzde ispatlanmıştır. Bunu da size baştaki bölümlerde şişirilen bir balon örneği vererek anlatmıştık. 15 milyar yıl önce yaratılan maddeler bu patlamanın etkisiyle hala birbirlerinden uzaklaşmaya devam etmektedirler. Yani tüm evren büyük bir patlamanın ardından genişlemeye devam etmiştir ve hala da genişlemektedir. Modern astronomi araçları ile yapılan araştırmalar sonucu bu, çok açık olarak gözlemlenmiştir. Bu gerçek de 1400 yıl önce, tek bir insanın dahi bundan haberdar olmadığı bir zamanda, Kuran´da bir mucize olarak bildirilmiştir. Bu konuyla ilgili ayet şöyledir:
Biz göğü ´büyük bir kudretle´ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yörüngeler
İŞTE BU, SİZİN RABBİNİZ ALLAH´TIR; HERŞEYİN YARATICISIDIR; O´NDAN BAŞKA İLAH YOKTUR. ÖYLEYSE NASIL OLUR DA ÇEVRİLİYORSUNUZ
(MÜMİN SURESİ, 62)
Pek çoğunuz Dünyamızın ve diğer gezegenlerin bir yörüngesi olduğunu biliyor olabilirsiniz. Aslında sadece Güneş Sistemimizdekilerin değil, evrendeki bütün gök cisimlerinin bir yörüngesi vardır. Yani hepsi kendileri için belirlenmiş olan bir yol üzerinde dolaşırlar. Bilim adamları bu bilimsel gerçeği yakın bir dönemde keşfetmişlerdir. Ancak günümüzden 1400 yıl öncesi gibi, gök cisimlerinin yörüngelerinden haberdar olunmadığı bir dönemde, Kuran´da Allah bu gerçeği bir mucize olarak şöyle bildirmiştir:
Geceyi, gündüzü, Güneş´i ve Ay´ı yaratan O´dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 33)
Bu ayette gördüğünüz gibi, Allah ancak günümüzde anlaşılan bilimsel bir gerçeği haber vermektedir. Kuran´ın indirildiği dönemde insanlar gök cisimlerinin sabit yörüngelerde hareket ettiklerinden habersizdirler. Ama Allah herşeyi bilen ve dilediğini de kullarına bildirendir.
Dünya´nın yuvarlak oluşu
Kuran´ın gönderildiği dönemdeki gök bilim anlayışına göre, Dünya´nın tıpkı bir tepsi gibi düz olduğu düşünülüyordu. Dikkat ederseniz, bugün herkesin bildiği bu gerçek bile o zaman bilinmiyordu. Ama Kuran´da kullanılan kelimelerden Dünya´nın yuvarlak olduğu açık şekilde anlaşılıyordu. Bu bilginin bize haber verildiği ayet şöyledir:
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor... (Zümer Suresi, 5)
Bu ayetin Türkçesinde "sarıp-örtme" diye tercüme edilen kelimenin Arapçadaki tam anlamı, "bir şeyi yuvarlak bir şeyin üstüne sarmak"tır. Demek ki, gece ve gündüzün üzerine sarıldığı Dünya yuvarlaktır. Oysa biraz önce de söylediğimiz gibi, Kuran´ın indirildiği dönemde Araplar Dünya´nın düz olduğunu zannediyorlardı. Kuran´da ise Dünya´nın yuvarlak olduğuna işaret edilmişti. Çünkü Allah herşeyin en doğrusunu insanlara öğretendir. Allah´ın kitabı Kuran´da o devirde bildirilen bu gerçek yüzyıllar sonra bilim adamları tarafından keşfedildi ve Dünya´nın yuvarlak olduğu anlaşıldı.
Kuran, Allah´ın sözü olduğu için bilimsel tarifler yapılırken olabilecek en doğru kelimeler kullanılmıştır. Herhangi bir insanın bunları bilip kullanması mümkün değildir. Ama Allah herşeyi bildiği için gerçekleri istediği herhangi bir dönemdeki insanlara bildirebilir.
Parmak izi
Allah Kuran´da insanın yaratılışından söz ederken özellikle parmak uçlarına dikkat çekmiştir:
İnsan, onun kemiklerini bizim kesin olarak biraraya getirmeyeceğimizi mi sanıyor
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 3-4)
Tamamen dağılıp çürümüş olan bir insan vücudunun tekrar biraraya getirilmesi Allah için çok kolaydır. Şimdi parmak ucunuzu inceleyin. Parmak izleriniz hepinizde ayrı ayrıdır. Hatta ikiz olsanız bile kardeşinizinki sizinkinden farklıdır. Dünyada hiçbir insanın parmak uçlarındaki bu çizgiler bir başka insanınkine benzemez. Yani her insanın adeta kimliği gibidir bu izler...
Allah sonsuz kudret sahibi olduğu için, bu kadar ince farklılıklara kadar bizi tekrar yaratabileceğini söylemektedir. Fakat bu arada biz bir şeyi daha öğrenmekteyiz. Bu izlerin önemi ve herkeste farklı olduğu ancak 19. yüzyılda öğrenilmiştir. Ama Allah 1400 yıl önce yukarıda okuduğunuz ayetle Kuran´da buna dikkat çekmiştir. Yani bu da bilimsel bir Kuran mucizesidir.
Daha bunun gibi birçok konu mucizevi şekilde Kuran´da bildirilmiştir. Biz burada bir kısmını anlattık. Bu kadarı bile Kuran´ın Allah sözü olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. (Daha fazlasını öğrenmek için Kuran Mucizeleri isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.)
Allah, mucizelerle dolu olan Kuran için şunları söylemektedir:
Onlar hâlâ Kuran´ı iyice düşünmüyorlar mı Eğer o, Allah´tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler-tutarsızlıklar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi, Kuran´da haber verilen herşey doğrudur. Bilim ilerledikçe her geçen gün Kuran´da haber verilen yeni mucizeler bulunmaktadır. Bu da bize Kuran´ın Allah´ın gönderdiği hak kitap olduğunu göstermektedir. Bizim yapmamız gereken ise, Allah´ın gönderdiği bu kitaptaki herşeyi eksiksiz olarak öğrenmek ve uygulamaktır.
Allah Kuran´a uymamızı birçok ayetinde emretmiştir. Bu konudaki ayetlerden birkaçı şöyledir:
Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitap´tır. Şu halde O´na uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz. (Enam Suresi, 155)
... O (Kur´an), bir öğüttür. Artık dileyen, onu ´düşünüp-öğüt alsın. (Abese Suresi, 11-12)
Allah (c.c.) Bizden Nasıl Bir Ahlak İstiyor!
İnsanlar için bir öğüt olan Kuran, Allah´ın sözüdür. Kuran´ın ayetlerini okuyarak ve uygulayarak Allah´ın beğeneceği bir ahlaka sahip olabilirsiniz. Bu çok kolaydır. Ancak buna rağmen insanların büyük bir çoğunluğu hataya düşmüş ve Allah´ın emrettiği güzel ahlaktan uzaklaşmışlardır. Eğer bir gün çevremizdeki her insan kendi üzerine düşeni yapar ve Allah´ın istediği ahlaka sahip olursa, dünya üzerinde de cennettekine benzer bir ortam oluşabilir. Şimdi, kısaca bu güzel ahlak özelliklerini anlatalım.
Hepimiz biliyoruz ki, insanı Allah yaratmıştır. Dolayısıyla insanın iyi ve kötü özelliklerini de en iyi Allah bilir. Ayrıca insan diğer insanları kandırabilir ama Allah´tan herhangi bir şey gizlemesi mümkün değildir. Çünkü Allah bizim gibi sadece insanların dışını değil, onların düşüncelerini de bilir. O halde insanın Allah´a karşı her zaman dürüst ve samimi olması gerekir. Kuran´da şöyle bildirilmektedir:
De ki: "Sinelerinizde (içinizde-kalplerinizde) olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir. (Al-i İmran Suresi, 29)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah´ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 284)
Allah´ın, her sözünü işittiğinin, her yaptığını gördüğünün, her düşüncesini bildiğinin farkında olan insan, gizlice de olsa kötülük yapamaz. Demek ki insanların gerçekten iyi insanlar olabilmeleri için mutlaka Allah´ın varlığına inanmaları ve O´nun gücünü, her an herşeyi gördüğünü ve duyduğunu anlamaları gerekir. Bu, Allah´ın istediği ahlakı yaşayabilmenin en önemli yollarından biridir.
Allah´ı sevmek ve O´na güvenmek
Annenizin, babanızın sizi sevmesi hoşunuza gidiyor değil mi Siz de onları çok seviyorsunuz. Onlar sizi koruyor, sevgi gösteriyor, ihtiyaçlarınızı karşılıyor. Onlara güveniyorsunuz. Zor bir durumda kalsanız size yardıma koşacaklarını biliyorsunuz.
Peki Allah´ı ne kadar seviyor ve O´na ne kadar güveniyorsunuz
Allah, yarattığı bütün canlıların her ihtiyacını verendir. O´nun sonsuz şefkati ve merhameti sayesindedünya üzerinde nimetler içinde ve rahat yaşıyoruz.
Mesela bizim yaşayabilmemiz için Allah Güneş´i yaratmıştır. Beslenmemiz için sebzeleri, meyveleri, hayvanları yaratan da Allah´tır. Bu sayede ekmek, süt, et ve birbirinden lezzetli sebzeleri ve meyveleri yeriz.
Allah içecek suyumuzun olması için de yağmuru yaratmıştır. Ayrıca tuzlu su olarak denizleri yaratan da Allah´tır. Denizlerdeki canlılar da bu sayede yaşarlar. Yağmurlar olmasaydı yeryüzünde ne tatlı ne tuzlu su olurdu. Su, yaşamımız için çok önemlidir. Çünkü biliyorsunuz ki insan susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Allah vücudumuzda da mikroplara karşı savaşan savunma sistemini yaratmıştır. Savunma sistemimiz sayesinde basit bir nezle mikrobu ile ölmemiz engellenmiştir.
Bunlardan başka kalbimizi hiç durmadan çalışacak şekilde yaratan da Allah´tır. Kalbimiz araba motorları gibi ara sıra durup dinlenme ihtiyacında olsa, sonra tekrar çalışsa elbette yaşayamazdık. Oysa kalp insan ölene kadar senelerce hiç durmadan çalışır ve bu sayede hayatımızı sürdürürüz.
Yine, Allah görebilmemiz için gözlerimizi, duyabilmemiz için kulaklarımızı, güzel kokuları koklamamız ve yemeklerin lezzetini tadabilmemiz için burnumuzu ve dilimizi yaratmıştır.
Buraya kadar saydıklarımız Allah´ın bize verdiği sayısız nimetlerden yalnızca birkaçıdır. Allah´ın bize verdiği nimetleri saymakla bitiremeyiz. Bize karşı çok şefkatli ve çok merhametli olan Allah bir Kuran ayetinde bizlere şöyle seslenmektedir:
SİZE HER İSTEDİĞİNİZ ŞEYİ VERDİ. EĞER ALLAH´IN NİMETİNİ SAYMAYA KALKIŞIRSANIZ, ONU SAYIP-BİTİRMEYE GÜÇ YETİREMEZSİNİZ. GERÇEK ŞU Kİ, İNSAN PEK ZALİMDİR, PEK NANKÖRDÜR.
(İBRAHİM SURESİ, 34)
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah´ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)
Ayetten de anladığınız gibi, bu nimetlere nankörlük yapmak, yani herşeyi bize Allah´ın verdiğini unutmak, O´na teşekkür etmemek çok çirkin bir davranış olacaktır. Allah nankörlük yapanları sevmez.
Verdiği nimetlere karşılık Allah bizden en çok Kendisini sevmemizi ve Kendisine şükretmemizi, yani teşekkür etmemizi istemektedir. Rabbimiz bu emrini Kuran ayetlerinde şöyle bildirmektedir:
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Öyleyse Allah´ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O´na kulluk ediyorsanız Allah´ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. (Müminun Suresi, 78)
Bir başka ayette ise iman edenlerin en çok Allah´ı sevdikleri şöyle anlatılmaktadır:
ALLAH, SİZİ ANNELERİNİZİN KARNINDAN HİÇ BİR ŞEY BİLMEZKEN ÇIKARDI VE UMULUR Kİ, ŞÜKREDERSİNİZ DİYE İŞİTME, GÖRME (DUYULARINI) VE GÖNÜLLER VERDİ.
(NAHL SURESİ, 78)
İnsanlar içinde, Allah´tan başkasını ´eş ve ortak´ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah´ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah´a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah´ın olduğunu ve Allah´ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Gerçek şu ki, size de, annenize de, babanıza da, bütün insanlara ve canlılara da bakan, besleyen, büyüten, koruyan Allah´tır. Hepimiz O´na muhtacız. Saydıklarımızdan bu kadarını bile ne bizim, ne de anne babamızın yapması mümkün değildir. Öyleyse önce Allah´a güvenip O´nu sevmemiz gerekir.
İşte güzel ahlak özelliklerinin başında, önce Allah´ı sevmek, O´na güvenmek, herşeyimizi O´na borçlu olduğumuzu bilmek gelir.
Çevremize karşı göstermemiz gereken güzel ahlak nasıl olmalı
Allah insanların alaycı, şımarık, kendini beğenmiş, yalancı olmasını yasaklamıştır. Dürüst, yumuşak huylu, alçakgönüllü, doğru sözlü olmak Allah´ın hoşuna giden çok önemli özelliklerdir.
İnsan genellikle çevresinden etkilenir. Kötü arkadaşları varsa o insan da onların kötü davranışlarının etkisinde kalabilir. Oysa Allah´a inanan, Allah´ın daima kendisini gördüğünü bilen bir insan, ortam ne olursa olsun daima doğru hareketlerde bulunur. Yanlış davrananlara da güzel örnek olur.
Allah sabırlı insanları da çok sever. Ancak sabretmek denince aklınıza sadece bazı konularda sabretmek ya da sabırsız konuşmalar yapmamak gelmesin. Çünkü Kuran´da bildirilen, sadece zorluklar karşısında değil, aksine insanın yaşamının her anında olması gereken sabırdır. İman etmiş bir insanın sabrı kişilere ya da o anki olaylara göre değişmez. Örneğin Allah korkusu zayıf olan bir insan, menfaat elde edeceği bir kişiye güzel davranırken çıkarları olmayan insanlara karşı ters tavırlarda bulunabilir. Ancak iman eden insan böyle kötü bir ahlak göstermekten şiddetle kaçınır. Başkaları nasıl davranırsa davransın hep güzel karşılık verir. Öfkelense bile öfkesini yener ve bu halini hiç değiştirmez yani sabreder.
Allah bir ayetinde sabırda yarışmayı emretmektedir. Al-i İmran Suresi´ndeki bu ayet şöyledir:
Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah´tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 200)
Allah bize Kuran´da peygamberlerin sabırlı olmalarını güzel bir örnek olarak vermiştir. Örneğin hatırlarsınız, Eyüp Peygambere isabet eden sıkıntı çok uzun sürmüştür. Fakat bu değerli insan sabredip Allah´a dua etmiştir. Ve Allah ona iyileşmesi için yol göstermiştir.
Nuh Peygamber de gemi yaparken kendisi ile alay edenlere karşı sabretmiş, onlara güzellikle davranmış, hep sakince ve güzel sözlerle öğüt vermiştir. Bunlar peygamberlerin yaşadıkları güzel sabır örnekleridir. Allah sabreden kullarını sevdiğini pek çok ayetinde bildirmiştir.
Allah gösteriş yapan kibirli insanları ise sevmediğini bildirmiştir. İnsanların hepsinin maddi durumu aynı değildir. Kiminin güzel bir evi ve arabası vardır. Kiminin de hiçbir şeyi olmayabilir. Ama önemli olan güzel ahlaklı olmaktır. Örneğin iyi kıyafeti var diye arkadaşlarına karşı üstün olduğunu zannetmek, onları küçük görmek Allah´ın hoşuna gitmeyen davranışlardandır. Çünkü Allah insanları dış görünüşlerine göre değil, imanlarına göre değerlendirmeyi emretmiştir.
Allah için üstünlüğün ölçüsü zenginlik, gösterişli olmak, çok kuvvetli olmak, güzellik, yakışıklılık değildir. Allah o insanın Kendisini ne kadar sevdiğine, ne kadar itaat ettiğine, Kuran ahlakını ne kadar yaşadığına göre insanları değerlendirir. Üstünlük bu değerlerle belli olur. Kuran´da bununla ilgili olarak Karun adında bir kimsenin durumu bizlere ders olsun diye anlatılmıştır.
Karun çok zengin bir adamdır. O kadar zengindir ki sahip olduğu şeylerin sadece anahtarlarını taşımak için bile birçok insan gerekmektedir. Etrafındaki halktan cahil kişiler ona imrenerek bakmakta, onun yerinde olmayı istemektedirler. Ancak Karun Allah´ın sözünü dinlemeyen, çok kibirli ve kendini beğenmiş bir insandır. Bütün bu zenginliği kendisine Allah´ın verdiğini kabul etmemektedir. Bunun üzerine Allah ona öyle bir felaket vermiştir ki, bir gecede malıyla beraber yok olmuştur. Onun yerinde olmak isteyenler bu sefer "iyi ki onun durumuna düşmedik" diye sevinmişlerdir. Allah´ın onu cezalandırdığını anlamışlardır. Karun bu tür kötü kişilerin bir örneği olarak Kuran´da şöyle anlatılır:
Gerçek şu ki, Karun, Musa´nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez." (Kasas Suresi, 76)
Karun çok zengin ama çok kibirli ve kendini beğenmiş birisiydi.
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun´a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler.
Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah´ın sevabı, iman eden ve salih (Allah´ın hoşnut olacağı) amellerde (işlerde) bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler.
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah´a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını (malını mülkünü) genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah (kurtuluş) bulamaz" demeye başladılar. (Kasas Suresi, 79-82)
Allah´a karşı göstermiş olduğu azgınlığın sonunda, Karun, bütün servetiyle birlikte yerin dibine geçirildi.
Kuran´da, Allah´ın sevmediği bildirilen davranışlardan biri de "dedikodu yapmak", "başkalarını çekiştirmektir". Birisi hakkında dedikodu yapmak, onun kusurlarını başkasına anlatıp çekiştirmek, onu eğlence konusu yapmak Allah´a inanan bir insanın yapmaması gereken davranışlardandır. Allah bir kimseyi arkadan çekiştirip dedikodusunu yapmayı Kuran´da yasaklamıştır. Bu konu ayette şöyle belirtilmektedir:
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi İşte, bundan tiksindiniz. Allah´tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Görüldüğü gibi Allah ayette, bir kimseyi arkasından çekiştirmenin, ölü kardeşinin etini yemek kadar iğrenç bir şey olduğunu belirtmektedir.
Allah, güzel ahlak özelliklerini, günlük hayatımız içinde uygulamamızı emretmektedir. Aslında hayatımız, Allah´ın bize gösterdiği doğru yolu izlemek için bize verilmiş bir fırsattır. Günümüzde insanların çoğu bu gerçekten habersizdir. Allah´ın emir ve öğütlerine uymak yerine, kendilerine başka yol göstericiler ararlar. Seyrettikleri filmlerin, dinledikleri şarkıların etkisinde kalarak yanlış ahlak anlayışları geliştirirler. Örneğin bir filmdeki acımasız ve kendini beğenmiş bir kahramanı izleyen gençlerin, sokağa çıktıklarında bu kişiye özenerek benzer davranışlar sergilediklerini görebilirsiniz. Böyle yaparak aslında büyük bir hata yapmış olurlar.
Akıllı ve samimi bir insan, her zaman Allah´ın hoşnut olacağı şekilde davranışlarda bulunur. Basit insanlara, basit davranışlara özenmez. Özenmemiz ve örnek almamız gereken insanlar, Allah´ın elçileri olan peygamberlerdir. Göstermemiz gereken ahlak ise, Allah´ın bizim için seçip beğendiği güzel ahlaktır. Bu ahlak, merhametli, şefkatli, bağışlayıcı, mütevazi (alçak gönüllü), sabırlı, itaatli olmayı gerektirir. İnsanlarla basit konular yüzünden tartışıp kavga etmek yerine, alttan almayı, yatıştırıcı ve hoşgörülü olmayı gerektirir. Anne ve babamıza karşı isyankar ve saygısız olmak yerine, onlara karşı daima itaatli ve terbiyeli olmayı gerektirir. Allah anne ve babaya olan saygının önemini Kuran´da şöyle bize bildirmektedir:
Rabbin, O´ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acı(Zeker) alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki:
"Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)
Anne babamıza karşı gelmemek, onlara "öf" bile dememek, onlara karşı hep merhametli ve yumuşak huylu olmak, Allah´ın bizden istediği önemli bir özelliktir. Böyle davranmak, hem Allah´ın sevgisini bize kazandıracak, hem de günlük hayatımızda çok daha mutlu ve huzurlu olmamızı sağlayacaktır.
Tüm bu güzel ahlak özellikleri, dinin yaşanmasıyla mümkün olur. Dinsiz insanların güzel bir ahlak göstermeleri ve bunda kararlı yani sabırlı davranmaları ise imkansızdır. Siz bu insanların durumuna düşmekten şiddetle sakının. Allah´ın Kuran´da bildirdiği; "Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız " (Al-i İmran Suresi, 142) ayetini bir an bile unutmayın. Sabırlı, alçakgönüllü, cömert, fedakar, kısacası güzel ahlaklı olduğunuzda Allah´ın sizi daha çok seveceğini ve size verdiği nimetlerini artıracağını da sakın unutmayın.
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca