Thread Rating:
  • 53 Vote(s) - 3 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mahremlik ve nâmahremlik ne demektir
#1
Mahremlik ve nâmahremlik ne demektir

“Mahremlik ve nâmahremlik ne demektir? Bir kişinin mahremleri ve nâmahremleri kimlerdir? Nâmahremlerimize karşı tutumumuz nasıl olmalı?”

Mahremlik, “evlenme haramlığı” demektir. Yüce dinimize göre, kardeşlik, nesep bağı, süt hısımlığı ve eşten doğan hısımlık bağı itibariyle bizimle evlenme haramlığı bulunan, yani söz konusu bağlardan dolayı bize nikâh düşmeyen kadınlar bizim mahremimizdirler. Üstad Bedîüzzaman’ın ifadesiyle, mahremlerimizin simaları, yakınlık ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve meşrû muhabbeti hissettirdiklerinden; fıtraten nefsî ve şehvânî meyli kırar.1 Bundan dolayı yüce dinimiz mahremlerimizle ve nâmahremlerimizle münasebetlerimizi ayrı ayrı düzenlemiştir.

Nâmahremlik ise, evlenme haramlığının bulunmama durumu, yani nikâh düşme (nikâh yapılabilme) durumu demektir. Aralarında kardeşlik, soy bağı, süt hısımlığı veya eşten doğan hısımlık gibi bağlardan hiçbiri bulunmayan kadın ve erkek birbirlerine nâmahremdirler. Yani evlenmeye niyetlenseler, eğer kadın evli değilse, aralarında nikâh geçerlidir. Öyleyse, böyle erkek ile kadının, yani birbirlerine nâmahrem olan erkek ile kadının hukukunu ve münasebet şartlarını da yüce dinimiz ayrıca düzenlemiştir.

Allah, Kur’ân’da mahremlik sınırlarını çizmiştir. Şöyle ki: Bir Müslüman kadının kocası, babası, kayınpederi, kendi oğulları, eşinin (varsa) başka kadından oğulları, erkek kardeşi, erkek kardeşinin oğulları, kız kardeşinin oğulları, Müslüman hanımlar ve çocuklar kendisine mahremdirler; bu çizginin dışındakiler ise kendisine namahremdirler.2

Erkeğin mahremleri ise: Annesi, kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi, kız ve erkek kardeşlerinin kızları, oğlunun hanımı, sütannesi, sütkardeşi, kayın validesi, hanımının kızı ve hanımının kız kardeşidir.3 Bu çizginin dışındaki kadınlar da bir erkek için nâmahremdirler.

Birbirlerine nâmahrem olan kişilerin karışık yaşamaları, tokalaşmaları, gülüşmeleri, şakalaşmaları, gayri ciddî tutum ve davranışları, açık saçık giyimleri, edepten ve terbiyeden uzak hâl ve tavırları dinimizce bundan dolayı uygun görülmemiştir. Bu fiillerin haramlık derecesini de, şiddetine göre artırmıştır.

Dinimiz bu tedbirleri alırken, ne kadını dört duvar arasına kapamak niyetindedir, ne de erkeği ahlâksız ilân etmek peşindedir. Dinimiz sadece nezaket, edep ve terbiye kurallarını belirlemiş ve edebin yaşanmasını istemiştir. Şimdi gayri İslâmî kültürlerin etkisiyle başımız beynimiz dönüp, dinimizi bu kurallardan dolayı itham edemeyiz. Kadın ve erkek birlikte çalışmak zorundaysa, bu kurallar içinde çalışacaklardır. Yani edep, edep, edep!

Bin dört yüz yıldır ecdadımız bu kuralları dem ve damarlarına sindirmiş ve en güzel biçimde yaşayarak “icmâ” meydana getirmiştir. Yani tereddütsüz, şeksiz, şüphesiz Kur’ân’ın ve Kur’ân Peygamberinin (asm) tavsiye ve öğütlerini baş tâcı yapmıştır.

Asır değişti şüphesiz. Kültürler birbirine olabildiğince yaklaştı. Dünya küçüldükçe küçüldü. İş alanları arttı. Kadınları sosyal hayata çeken sebepler, araçlar ve iş kolları fazlalaştı. Kadınları ve erkekleri bir arada, aynı çatı altında toplayan meslek dalları çoğaldı. Bütün bunlarla beraber, yaşadığımız birçok yerde sünnet ve İslâm şuuru da zafiyete uğradı. Sünneti ve takvayı yaşamak zorlaştı.

Ama ne gam ki, bir şey ne kadar zorlaşırsa, sevabı da o denli yüksek olur. Haramdan kaçınmak ve sünneti yaşamak ne kadar zor ise, sevabının da o denli yüksek olacağını unutmayalım. Bu bize yeter. Zor da olsa, ağır da olsa, biz, sünneti ve takvayı yaşama gayreti ve azmi içinde olalım!

İslâmiyet kadını dört duvar arasına kapatmıyor. Kadından ve erkekten iffet istiyor, edep ve hayâ istiyor, ar ve namus istiyor, görgü ve nezaket istiyor. Kadın isterse, bir meslek alanına ilgi duymuş ve kendini yetiştirmişse, bir alanda uzman olmuşsa, elbette o alanda topluma hizmet verecek, elbette çalışacak, elbette sosyal hayata girecektir! İslâm’ın edep ve terbiyesi yaşandığı sürece, bunlarda günah söz konusu değildir. Hazreti Âişe validemiz (ra) iftiraya uğradığında evinde oturmuyordu; savaştan dönüyordu. Ensar kadınları İslâm ordusu ile birlikte gazalara katılırlar, hastalara su verirler, yaralılara hizmet ederler ve tedavi uygularlardı. Ama onlarda edep, nezahet, nezaket, terbiye ve ahlâk yaşanan niteliklerdendi.

Dipnotlar:

1- Lem’alar, s. 199
2- Nûr Sûresi: 31

Halvet ve Mahremlik

Bir erkeğin, yabancı ve hür bir kadınla, bir evde başbaşa kalmaları, harama yakın mekruhtur. (Bazı fıkıh kitaplarında ise "Haramdır" denilir. Bak. Ibn Nüceym, el-esbah ve`n-Nezâir (Hamevi şerhi ile birlikte) M. Âmire; N/lll.)

Ancak bulundukları odaların araları kesikse ve herbirinin ayrı ayrı kilidi varsa; ya da kilidi yoksa da aralarında duvar ve perde gibi bir engel olup, erkek de güvenilir birisi ise veya kadının yanında bir mahremi, ya da cinsel ilişkide bulunamayacak, ancak saldırıyı önleyebilecek derecede yaşlı bir kadın varsa, veya erkek o derece (yaşlı kadın gibi) yaşlı ise veya yanında bulunduğu kadın borçlu olup, erkek onu takip için orada bulunuyorsa, halvet haram değildir.(Alâuddin Abidin, el-Hadıyy·e`l-Alâiyye, (1984) s. 243-44)

Resülullah: Biriniz, mahremi olmayan bir kadınla başbaşa kalmasın", "Bir erkekle bir kadın başbaşa kaldıklarında, üçüncüleri mutlaka şeytan dır." buyurmuştur. (Buhârî, Nikah, 111-ll2; Müslim, Hac 424; Tirmizi, Radâ`, 16)) Erkeğin, mahremi olan kadınla halvette bulunmasında ise, şehvetten emin olunması halinde mahzur yoktur. Ancak süt kız kardeş, genç kayınvalide ve eşinin başka kocadan olan kızı gibiler bunlardan istisna edilmiştir. (Alâuddîn - Abidin, age. 244.) Erkek, yabancı kadınlarla, birden çok olsalar da bir arada bulunamaz. (Kadızâde Efendi, Netâicü`l-Efkâr, N/122.) Bu yüzden erkeğin; içlerinde başka erkek ya da kendi hanımı ve annesi gibi bir mahremi bulunmayan kadınlara, ev gibi bir yerde imam olup namaz kıldırması, mekruh görülmüştür. Ancak bunun camide olması halinde mekruhluk ortadan kalkar. (Serahsî, age N/166.) Serahsî`nin bu ifadesine dayanarak bazıları; bir erkekle bir kadının halveti, yabancı da olsa, bir başka erkeğin bulunmasıyla önlenmiş olur, ancak mahremi ve güvenilir bir yaşlı kadın dışındaki yabancı kadınlarla ortadan kalkmaz ve erkeğin birden çok yabancı kadınla başbaşa kalması da, harama yakın mekruh olur demişlerdir. (Bak. Ibn Abidin, age. VI/368-69; Hamid Mirzâ Fergâni, el-Fethur-Rahmanî, Kahire 1396, N/212.)


Erkek-Kadın ihtilali (Karışık Yaşantı) 1) İhtilal terimi ve kapsamı:


Erkekle kadının aynı yer ve zamanda birlikte ve karışık olarak bulunmasına "ihtilat" denir. Bu terim daha çok yabancı erkekle kadınların erkekli-kadınlı karışık eğitim görmesi; iş yerinde birlikte çalışması; nişan, düğün ve benzeri kutlamalarda karışık oturması ve ev ziyaretlerinde birlikte oturmayı kapsamına alır.

İslam'da ihtilal için düzenleme yapılırken "fitne korkusu" önemli bir etken olmuştur. Bu yüzden fitne korkusu bulunmayan kadın-erkek ihtilatının izlerine önceki şeriatlarda rastlandığı gibi İslam'da da çeşitli örnek ve uygulamalara rastlanır.

İslam'da erkek ve kadın, toplumun ayrılmaz parçalarıdır. Kadın eve hapsedilmemiş, fakat ev dışındaki davranışlarında da tamamen serbest bırakılmamıştır. İslam, erkeklerin kendi aralarında, kadınların da kendi aralarında olmak üzere eğitim, ibadet, kutlama, eğlence vb. gayeler için toplanmaları esasını getirmiştir. Fakat bu ayrı cins topluluklar genel topluluk içinde karşı cinslerle birlikte bulunurlar.

2) Hz. Peygamber döneminde ayrı gruplar halinde ihtilal:

Bu dönemde, kendi cinsleriyle gruplar oluşturan erkek ve kadınların, daha büyük bir toplulukta yanyana geldikleri görülür. Namaz cemaatı, ilim meclisleri ve gazvelere katılma buna örnek verilebilir.

a) Kadınların cemaate devam etmesi:

Hz. Peygamber döneminde kadınlar da beş vakit namaza, cum'a ve bayram namazlarına cemaat olarak katılıyorlardı. Ancak erkekler ön, kadınlar ise arka saflarda yerlerini alıyordu. Mescid içinde gerçekte iki topluluk vardı. Fakat bunlar ihtilal (erkek-kadın karışık) olmaksızın ayrı yerlerde bulunuyor ve mescid cemaatının bir bölümünü oluşturuyorlardı.

Kadınlar önceleri istedikleri kapıdan girebilirken, giriş ve çıkışlarda görülen izdiham yüzünden Hz. Peygamber, kapılardan birisinin kadınlara ayrılmasını emir buyurmuştur. Bu kapı günümüzde de "kadınlar kapısı (babu'n-nisa)" adını almaktadır.

Sahabe hanımları cuma namazlarına da giderlerdi. Nitekim bir kadın "kaf" suresini cuma namazlarında uzun süre bizzat Nebî (sas)'den dinleyerek ezberlemiş ve Hz. Ömer'in mehrin azaltılmasını istediği cuma hutbesine, arkadan bir kadın cemaat, mehre sınır getirmeyen en-Nisa Suresi 20. ayeti okuyarak itiraz etmiştir.

b) Kadınlara ait ilim meclisi oluşturulması:

Kadınlar erkek toplulukları nda, istedikleri gibi soru sorup İslam'ı öğrenemediklerini anlayınca, Hz. Peygamber'den kendileri için özel bir gün belirlemesini istediler. Nebî (sas) onlara haftada birgün belirledi ve o günde yalnız hanımların irşadı ile meşgul oldu. (bk. Buharî, İlim, 36, A. b. Hanbel, III, 34; Nevzat Aşık, Sahabe ve Hadis rivayeti, İzmir, 1981, S: 78 vd.)

c) Kadınların çeşitli gazvelere katılması:

Bazı sahabe hanımlarının gazvelere katılarak mücahidlere moral verdikleri, yemek hazırladıkları, hastabakıcılık ve yaraları sarma gibi geri hizmetlerde bulundukları bilinmektedir.

Nitekim Ümmü Atıyye (r. anha) Hz. Peygamberle birlikte yedi gazveye katılmış, (Müslim, Cihad, 141; İbn Mace, Cihad, 37; Darimî. Cihad, 29; A. b. Hanbel, V, 84.) Hz. Aişe ve Ümmü Süleym Uhud gazvesinde geri hizmetlerde bulunmuş, (bk. Buharî, Cihad, 65, 66, Menakıbu'l-Ensar, 18, Megazî 18; Müslim, Cihad, 136.) başka yedi kadın sahabe de Hayber'i kuşatan orduya katılarak önemli geri hizmetleri başarı ile yürütmüşlerdir. (Ab Hanbel, V, 271; Ebu Davud, Cihad, 141.)

Huneyn gününde bir hançer edinen Ümmü Seleme, bunu ne yapacağını soran Rasülullah (sas)'a; "Eğer müşriklerden birisi bana yaklaşırsa, bununla onun karnını yaracağım" diye cevap vermiştir. (Müslim, Cihad, 134.)

Sahabe hanımlarının erkeklerin yanında savaşa katılma istek ve arzuları sonraki yıllarda da sürdü. Nitekim, ileride İslam ordusunun deniz seferine çıkacağını Allah'ın Rasulünden öğrenen Ümmü Haram (r. anha); Hz. Peygamber'den, kendisinin de bu ordunun içinde bulunması için Allah'a dua etmesini istemiş ve Hz. Peygamber dua etmiştir. (Buharî, Cihad, 3,4, Ta'bir, 12; Müslim, imare, 160, 182; Nisaî, Cihad, 40; İbn Mace, Cihad, 10) Nitekim Ümmü Haram, Hz. Osman (ö. 35/655) devrinde, kocası Ubade b. es-Samit (ö. 34/654) ile birlikte Kıbrıs'ın fethi için deniz yolculuğuna çıkmış ve Kıbrıs'ta bindiği hayvanından düşerek vefat etmiştir. Kabri Kıbrısta'dır.

İslam'ın ilk dönemlerindeki kadınların bu faaliyetleri erkeklerin yanında ve çoğu kere onların toplulukları içinde yapılmıştır. Ancak bütün bunlar İslami ölçü, edep ve haya sınırları içinde olmuş, ihtilata, yalnızlığa ve tenha yerlerde başbaşa kalmağa fırsat verilmemiştir.

3) Geçmiş şeriatlarda kadın-erkek ilişkisi:

Kur'an-ı Kerim'de geçmiş peygamberlere verilen örneklerdeki erkek-kadın ilişkilerinde de aynı edep ve inceliğin korunduğu görülür. Mesela;

a) Mısır'ı bırakıp Medyen diyarına giden Musa (as) şehir kenarında koyunlarını sulamak için sıra bekleyen iki genç kıza yardım teklif eder, koyunlar sulandıktan sonra eve giden kızlardan birisi geri gelerek utana utana Musa'nın yanına gelir ve babasının, su çekme ücretini vermek üzere kendisini eve çağırdığını bildirir. Kızların babası ise Şuayb Peygamberdir. Yine iki kızdan birisinin isteği üzerine Musa (as), Şuayb (as)'ın koyunlarına çoban olur ve onun kızı ile evlenir. Kur'an-ı Kerîm'de uzun olarak anlatılan bu kıssadan günümüz aile yapısı için alınacak ibretler olduğunda şüphe yoktur. (bk. el-Kasas, 28/23-26.)

b) Hz. Meryem de kızlık çağında Mescid-i Aksa çıkışında kendisine ayrılan odada yaşarken teyzesinin kocası olan Hz. Zekeriyya O'nun yanına girer ve maişeti ile ilgilenirdi. Ancak bu arada meleklerin Hz. Meryem'e yemek ikram ettikleri görülür. Allahü Teala olayı şöyle bildirir: Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık bulur ve; "Ey Meryem! bu sana nereden geliyor?" der, o da: "Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir" derdi. (Al-i İmran, 3/37)

c) Sebe' Melikesi Belkıs'ın Süleyman (as)'ın hak dine çağıran mektubunu alınca, kavmi ile yaptığı istişare toplantısı Kur'an'da şöyle haber verilir: "Sonra Melike dedi ki: Beyler! Bu işimde bana bir fikir verin. Bilirsiniz ki, siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam. Onlar şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli insanlarız. Zorlu savaşçılarız. Emir senindir, artık ne buyuracağını sen düşün. Melike: Hükümdarlar bir ülkeye girince, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) Onlar da böyle yapacaklardır, dedi." (en-Neml, 27/32-34.)

Daha sonra Yemen yöresinden Kudüs'e gelen Belkıs, Süleyman (as)'ın kurduğu medeniyet ve saraylar karşısında hayran kalır ve şu sözleriyle hak dine girer: "Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (en-Neml, 27/44)

Bu ayetlerde bir kadının, devletin en üst düzey bir görevinde, ciddiyet ve ağırbaşlılıkla ülkesinin problemini görüşmek üzere toplantı yaptığı ve efkar-ı umumiyeden destek alarak hareket etmeyi tercih ettiği görülmektedir. Diğer yandan heyetleriyle Hz. Süleyman'ın beldesine ve sarayına kadar gelen Belkıs özel olarak yaptırılan billur köşklerde ağırlanmış olup, bu güzel muamelenin onun hak dine girmesinde etkili olduğunda şüphe yoktur.

Yukarıda belirtilen geçmiş şeriatlar ayet veya sahih hadisle neshedildiği bildirilmediği sürece bizim için de şerîattır. Nitekim, Allahü Teala, şöyle buyurmuştur: "İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy." (el-En'**, 6/90.)

Sonuç olarak yukarıda arzettiğimiz ayet, hadis ve sahabe uygulamalarından da anlaşılacağı gibi İslam, erkek ve kadının bir arada bulunmasını prensip olarak yasaklamış değildir. Bu, temelde caiz olup maslahata yönelik bulununca istenen bir şeydir. Ancak bu görüşmenin İslamî edep ve ölçü sınırları içinde olması gerekir.

4) Bir kadının yabancı erkekle görüşmede dikkat etmesi gereken durumlar:

Mü'min bir kadının okul, hastane, fabrika, alış-veriş vb. yerlerde eğitim, iş veya meslek gereği yabancı erkeklerle karşılaşma ve görüşmesi durumunda aşağıdaki esaslara dikkat etmesi beklenir.

a) Bakışların kontrol altında tutulması:

Erkek ve kadının konuşma ve birbirine muhatap olma durumunda bakışlarını kontrol altında tutmaları gerekir. Bir mü'min, karşı cinsin bakılması yasaklanan yerlerine bakamaz ve bakışını ihtiyaç dışında uzatamaz. Ayetlerde şöyle buyurulur: "Mü'min erkeklere, gözlerini haramdan sakınmalarım söyle." (en-Nur, 24/30.) Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar..." (en-Nur, 24/31.)

b) Altını göstermeyen bolca giysi ile örtünme:

Kadının el ve yüz dışında bütün bedenini, altını göstermeyen ve vücut hatlarını ortaya çıkarmayan bolca bir giysi ile örtmesi gerekir. (Ayrıntı için bk. "Örtünme" konusu). Örtülü hanımlar İslam toplumunda saygı görür. Çünkü örtü, kötü niyetli erkeklerin bakışlarına ve sarkıntılık etmelerine karşı onları korur.

c) Ölçülü konuşma ve ölçülü yürüme:

Mü'min bir kadın yabancı erkekle konuşmasında ölçülü olmalı ve ihtiyaç kadar konuşmalıdır. Ayette şöyle buyurulur: "Yabancı erkeklere çekici bir eda ile konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin." (el-Ahzab, 33/32.) Yürüyüşün de ölçülü olması gerekir. Salınarak, kırıtarak yürüme mü'minin vekarı ile bağdaşmaz. Ayette şöyle Duyurulur: "Kadınlar gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayakları yere vurarak yürümesinler." (en-Nur, 24/31.) Nitekim, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Musa (as)'ı çağırmaya gelen, Şuayb (as)'ın kızı, onun yanına utana utana yaklaşmıştır. (el-Kasas, 28/25.) Bu olayın Kur'an-ı Kerim'de haber verilişinde, günümüz hanımlarına da bir mesaj vardır. Yabancı bir erkekle muhatap olma durumunda kalan bir kadın edep, ciddilik, ağır başlılık ve utanma hasletlerini koruyarak görüşmeli ya da konuşmalıdır.

d) Süslü ve çekici giysi ile örtünmeme:

Süslü ve çekici giysiler evde giyilmeli, yabancı erkeklerin yanında ve evin dışında bunlar baş örtüşü ve dış giysi ile örtülmelidir. Diğer yandan dışarıda, erkeklerin dikkatini çekmek için parfüm sürülmesi de, mü'min kadının ağır başlı ve ciddi tavırları ile bağdaşan bir durum değildir.

e) Yabancı erkekle tenhada başbaşa kalmaktan kaçınmak:

Yabancı bir erkekle, kimsenin olmadığı yerlerde başbaşa bulunmamak gerekir. Bu durum hadisle yasaklanmış ve böyle bir yerde üçüncü kişinin şeytan olduğuna dikkat çekilmiştir. (bk. Buharî, Nikah, 111,112; Müslim, Hacc, 424; Tirmizî, Rada, 16; Fiten, 7; A. b. Hanbel, l, 222, III, 339, 446.)

Özellikle, kocanın hısımlarından birisi ile, kimsenin olmadığı yerde başbaşa kalmanın daha tehlikeli olduğu Allah elçisi tarafından şöyle belirtilmiştir:

"Kadınların yanına girmekten sakınınız! Dediler: Ey Allah'ın elçisi! Kayın birader hakkında ne buyurursunuz?. Şöyle buyurdular. Kayın birader ölümdür. Yani bu bir helak nedenidir. (bk. Buharî, Nikah, III; Müslim, Selam, 20; Tirmizî, Rada' 16; Darimî, İsti'zan, 14; A. b. Hanbel, IV, 149,153.) Çünkü bir cinsel macera meydana geldiği takdirde, bu tarafları ölüme kadar götürür ve hısımlık yerine düşmanlıklar geçer.

f) Zorunlu ihtilafın zaruret ve ihtiyaçla sınırlı tutulması:

Yabancı erkeklerle bir arada bulunma zaruret ve ihtiyaçla sınırlı tutulmalıdır. Çünkü gereksiz, ihtiyaç dışı ve uzun görüşmeler fitneye yol açabilir. Ayrıca kadını kutsal görevlerini yapmaktan, evinin hakkını gözetip, çocuklarını eğitmekten alıkoyar.

Sonuç olarak mü'min kadınlar nişan, düğün, bayram ve benzeri kutlamaları veya ev ziyaretlerini yahut diğer sosyal faaliyetleri kendi hem cinsleriyle oluşturacakları topluluklar içinde yapmayı şiar edinmelidir. Kadın evinin dışındaki eğitim, iş, meslek, ibadet vb. faaliyetlerde ya bir mahremi ile birlikte bulunur ya da güvenilir kadın toplulukları içinde yerini alır.

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 2 Guest(s)