Thread Rating:
  • 7 Vote(s) - 2.86 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
"Hiçbiriniz, ben kendisine anababasından daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”
#1
Dini-1 


“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine anasından babasından da evlâdından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” Hadisini nasıl anlamalıyız?
Bir insanın gerçek mümin olması için, Peygamberi kendi anne babasından daha fazla sevme mecburiyeti koyulmasına gerek var mıdır? - Bir peygamberin, "Beni annenden daha fazla sevmelisin." demesi, biraz bencilce bir düşünce örneği olmuyor mu?

İlgili Hadisin meali şöyledir:

    “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine babasından da evlâdından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman 7)

Bu hadis, şu ayetin bir açıklaması mahiyetindedir:

    “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

Görüldüğü gibi peygamber sevgisi ile ilgili ayet ve hadis tam bir bütünlük arz etmektedir. Bir Müslüman için Allah ve Resulünün sevgisi her şeyden önce gelir. Çünkü bu sevgiyi isteyen Allah’tır. Hz. Muhammed (asm) de Elçi olarak Allah’ın indirdiği ayetleriyle bildirdiği gibi, hadisleriyle de açıklamaktadır.

- Hz. Peygamber (asm)'in şahsının sevilmesini istemesi, kendi nefsi için değildir. Onun -zaten her mümin tarafından sevilen sayılan- şahsına karşı böyle bir sevgi istemesi, peygamberlik şahsiyeti ile ilgilidir. İnsanları Allah’a iman etmeye davet eden, her türlü şirkten uzaklaştıran, kula kul olmaktan kurtaran, cennet gibi ebedî bir mükâfatı vaad eden, dünya ve ahiret mutluluğunu netice veren bir din ortaya koyan, onun bu peygamber olan şahsiyetidir. İnsanları -tek kelimeyle- hakiki insanlık mertebesine yükselten onun bu mânevî şahsiyetinin sevilmesinin, imanla yakından bir bağlantısı vardır. İnsan onu sevdikçe imanını pekiştirmiş olur.

Evet, Hz. Peygamberi (asm) sevmek Allah namına olduğu için doğrudan Allah’ı sevmek demektir. Allah’ı sevmek her şeyden üstün olduğuna göre, o sevgiyi gösteren peygamberi sevmek de her şeye tercih edilmelidir.

Hz. Muhammed (asm) müminlerin hayat modelidir. Onlar için canlı bir örnektir. Bu modelliğin güçlü olması, onu sevmekle doğru orantılıdır.

    “Ey Resulüm, de ki: 'Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir/çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir!..'”(Âl-i İmran, 3/31)

mealindeki ayette Hz. Muhammed (asm)’i sevmenin, ona tabi olmanın mahiyetini görebiliriz.

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri de onların analarıdır…” (Ahzab, 33/6)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben ken­disine babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 7)

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tatmış demektir:

1. Allah ve Resulünü, herkesten fazla sevmek.

2. Sevdiğini Allah için sevmek.

3. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, İman 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, İman 67.)

Görüldüğü gibi Peygamber sevgisi ile ilgili ayet ve hadisler tam bir bütünlük arz etmektedir. Bir Müslüman için Allah ve Resulünün sevgisi her şeyden önce gelir.

İnsanlık âleminden eğer tüm duyguları çekip alabilseydik sadece makine yığınları kalırdı geriye. Sevmeyen, özlemeyen, acımayan, merhamet etmeyen robotik yığınlar. Anneleri anne yapan asil duyguların hiçbiri kalmazdı annelerde. Sanatçıları ölümsüz yapan müzik, estetik, romantizm, şiir, edebiyat vs. gibi tüm duygusal aktiviteleri de yaşamımızdan çıkarmamız gerekecekti. Böyle bir yaşamı düşünebiliyor musunuz? Bu anlamda duygular ne kadar önemli. Peki, duyguların hepsi kalsın yalnız sevgiyi çekip alalım deseydik. O zaman da müspet anlamda birbirine bir şey hissetmeyen ama daha çok kin, düşmanlık, nefret, kıskançlık gibi duygular içinde çekişip duran, savaşan mutsuz bir insanlık kalacaktı geride. Sevginin toplum içindeki önemini anlamak için gerçekten bir gücümüz olsaydı, böyle bir deneyi yapmayı başarabilseydik bunu çok iyi anlayabilirdik; ama eminim böyle bir toplumda yaşamayı kimse istemezdi. Nitekim dünya üzerinde özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafya uzun yıllardır böyle bencillik, kin, nefret, sevgisizlik duygularının yıkımı ile kan ve gözyaşı içinde.

İşte çevremizde insanlık adına, iyilik ve güzellik namına ne görüyorsak bunların hepsinin temelinde sevgi duygusu veya neticesinde sevgiden filizlenen şefkat, merhamet gibi duyguların etkisi yatmaktadır. Bunun farkında olmak lazım. Farkında olmak lazım ki bu duyguları besleyip büyütelim, çoğaltalım ve düşmanlıklar yerine bu duyguları ekelim gönüllere. Sevmek ve sevilmek, toplumlar ve fertler için ekmek gibi su gibi ihtiyaç… Bu duygular fıtraten de var içimizde. Ama şartlar bazen bu duyguları öyle tüketir ki sevgisiz kalır insan ve böyle bir yeteneğinin olmadığını düşünmeye başlar, hatta inanır buna. İşte burası bence en büyük tehlike… O sebeple sevgiyi unutanlara tekrar hatırlatmak, bu duyguyu bir vesileyle yitirmiş kaybetmiş insanlara yeniden kazandırmak ve topluma yaymak, teknolojik gelişmelerden, maddi refahtan ve eğitimimizin vazgeçilmezi sanılan matematik, fizik, kimyadan daha önemlidir aslında tüm yaşamımızda.

Bütün güzelliklerin olduğu gibi, sevginin de asıl kaynağı yalnız Allah’tır (c.c). O’nu sevip itaat etmek ise en azından şükran borcudur bizlere. Yaradan’a karşı sevgi ve bağlılık tüm canlılarda fıtraten mevcuttur. Bu nedenle bütün semavi dinler ve aynı kaynaktan gelen İslam dini, Allah sevgisi ile beraber tüm mahlûkatı sevmeyi en önemli bir ibadet olarak bildirir müminlerine. Sevgi duygusu, Allah’ın “Vedûd” isminin tüm canlılar üzerindeki bir tecellisidir. Yani canlıların birbirlerine ve yavrularına karşı olan sevgisi Allah’ın “Vedûd” isminin bir tecellisidir. Peygamberler de tevhitle beraber daha çok sevgi, şefkat, merhamet, gibi güzel hasletleri öne çıkarmak ve toplumlara bu duyguları yeniden kazandırmak ve hatırlatmak için gönderilmişlerdir. Nitekim son semavi kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’de de sevgiyi, merhameti ibadet olarak emreden ayetler ve yine hadis kitaplarında bu minvalde hadisler öyle kabarıktır ki bu gerçeği görmezden gelmek mümkün değildir.

Allah (c.c) deyince gönle sevgi, şefkat, merhamet hisleri dolmalıdır önce, korku değil. Ama bunu kazanamadık ve kazandıramadık Müslüman nesillere. Bugün, İslam dini sevgi ile anılması gerekirken şiddetle anılan bir din haline geldi. Din düşmanlarının bu algıda katkısı olsa da Müslümanların katkısı daha büyük. Bu sebeple bu yanlış algıyı düzeltmek Müslümanların üzerinde önemli bir görev ve hesabı verilmesi gereken büyük bir vebaldir.

Müminler önce en çok Allah’ı sevmeliler, sonra O’nun Rasulü’nü, sonra birbirlerini, sonra tüm mahlukatı... Bu sevgilere işaret eden ayetler de hadisler de çok fazla…

İşte, müminleri gönülden birbirine bağlayan güçlü bağa, yani sevgiye işaret eden açık ayeti kerimeler ve kutlu nebînin sözlerinden misaller:

“…Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Mâide, 5/54)

“(Rasulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 3/31)

“Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfâl, 8/63)

Allahu Teâlâ kıyamet gününde; “Benim için birbirlerini sevenler nerede? Onları, gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde Arşın gölgesinde gölgelendireceğim.” buyuracak. (Müslim, Birr ve Sıla, 161)

“Allahu Teâlâ buyurdu ki: Benim için birbirlerini ziyaret eden, benim için birbirlerine iyilik ve ihsanda bulunanlara sevgim vacib oldu.” (Taberani)

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman)

“Ben kendisine; ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça hiçbir kul (kâmil) iman etmiş olmaz.” (Müslim)

Görüldüğü gibi; “Ey müminler! Allah’ı, O’nun kutlu elçisini ve birbirinizi sevin. Sevmezseniz imanınız makbul değil. Sevmek için emek harcayın. Sevgiyi yayın ki mükâfatı da o nispette çok büyük olacak.” diyor ayetler ve hadisler açıkça.

Bu kısa girişten sonra, genel olarak makalelerimde yaptığım gibi yine bu konuda da gönlü sevgiden ve merhametten yana deryalar misali zengin, asrımızın çok önemli ve kıymetli âlimi, ilim, hikmet ve irfan ehli Seyyid Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden derlediğim sevgiyle alakalı paylaşımlarla okuyucumuzu aydınlatmak istiyorum.

Sevgi Nedir ?

Sevgi, gönlün iyilik gördüğü şeye kendiliğinden meylidir. Yine sevgi, güzel olana, kâmil olana gönlün tabii meylidir. Sevginin kategorileri vardır. Öz sevgi: İnsan kendini ve kendine ait olan şeyleri sever. Kendine ait olmasa da güzelliği ve kemâlâtı sever, kendine yapılan iyiliği sever, kendine benzeyen şeyleri sever. Tanımadan da sever, gizli sebeplerden sever…

Sevgi Yeteneği Herkeste Var mıdır ?

Sevgisini hissetmeyen insanların “Demek ki bende sevgi yeteneği yok.” gibi bir gerekçeye sığınarak sevgisiz bi şekilde yaşama devam etmeleri ve değişmek için çabayı terk etmeleri yersizdir.

Sevgi yeteneği herkeste vardır. Yoksa ayetlerin ve hadislerin bizden sevmemizi istemeleri anlamsız ve adaletsiz olurdu. Çünkü Allah (c.c), kulundan yapamayacağı şeyleri istemez. İnsanlar da bunun farkındandır ki kendini ve kendine ait olan değerleri, kendine yapılan iyilikleri ve iyilik yapanları sever; yine güzelliği, güzel olan şeyleri sever. Yaratılışında bu yetenek vardır. Bizler de bu gerçeği yaşamımızdan hisseder, biliriz. İnsanların kalplerine böyle bir yeteneğin verildiği ayette şöyle geçer.

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.”(Âl-i İmrân, 3/14)

Bu ayette ifade edilen şeyleri herkes sever, bu konuda kimse itiraz edemez. Sevme yeteneği demek ki herkeste vardır. Bu sevgiyi içimizde akan bir dere gibi düşünüp bu derenin yatağını değiştirmek ve sevmemiz gereken alanlara yönlendirmek bizim sorumluluk alanımızdır. Bir çiftçi gibi, bu da bilgi ve emek ister.

Sevgi Yeteneği Varsa Sevgisizliğin Sebebi Nedir ?

Sevgisizliğin veya daha açık bir şekilde sevgimizi saklamanın ve sevmemiz gereken kişilere ve alanlara yönlendiremeyişimizin en önemli sebebi, eğitim hataları ve yetişme bozukluklarıdır. Aileler olarak bu gerçeğin farkında olamadık. Çocuklarımızı yetiştirirken onların önüne hep dünyalık maddi hedefler koyduk. Etiketini, kariyerini, parasını düşündük ama ahlakını, sevgisini, merhametini hesap etmedik. Çocukları büyüttük ama yetiştirmedik. Özellikle kendini koruması için “Bencil ol!” diye tavsiyelerde bulunduk. Böylece hem yalnızlığa, asosyalliğe hem sevgisizliğe ellerimizle ittiğimizi fark edemedik bile. Sevgimizi, çocuklarımızdan anlamsız sebeplerle esirgedik, sevdik ama söyleyemedik. Gelenekler, ahlaki kuralların ve psikolojik gerçeklerin önüne geçti. Hâlâ bazı toplumlarda çocuklar, dedelerin veya büyüklerin yanında anası-babası tarafından kucağa alınıp sevilmez. İşte şeytanın ilhamı olduğu açık, garip kültürlerle sevgisizliğe meydan verdik. Sevilmeyen çocuk, sevmeyi nasıl öğrenecek?

Bizim toplumumuzda bu mesele ciddi bir faciadır. Sevgiyi açıklamak, sevdiğini söylemek; acizlik, zayıflık gibi bir kültür yerleşmiştir. Ne çocuklarımıza ne arkadaşlarımıza ne eşlerimize sevgimizi belli ediyoruz. Bunu açıkça ifade etmekten çekinen, utanan garip bir toplum olduk. Bunların İslam’la alakası elbette ki asla yok. Hazreti Peygamber’in eşlerine, çocuklarına, torunlarına, arkadaşlarına ve tüm ümmetine olan sevgisi ortada iken, bunu nasıl görmezden geldik anlamıyorum. Şeytanın ahlakı olan sevgisizlik ahlakını ve bunun ürettiği nefret kültürünü hep birden değiştirmek ve sevgi ahlakını ve sevgi kültürünü yaymak, bu zamanda Allah (c.c) için en önemli hizmettir.

Bizde Mevcut Olan Sevgi Yeteneğini Nasıl Açığa Çıkarabiliriz ?

Bu mesele önce doğru bilgi, sonra emek ve gayret ister. Birinci önemli bilgi; sevgi yeteneğimiz olduğunu bilmek ve buna inanmaktır. İkincisi; bunları nasıl ortaya koymamız gerektiğini bilmektir.

Bununla ilgili Kur’ân’ın ve Efendimiz’in (sav) tavsiyelerine kulak vermek, bu konuda ehil âlimleri dinlemek gerekir.

Sevgiyi doğuran ve çoğaltan amellerden bazıları şu hadis-i şeriflerde bildirilmiştir:

“Aranızda selamı yayarsanız birbirinizi seversiniz!” (Müslim)

“Birbirine kin gütmeyen iki Müslüman birbiriyle musafaha ederse elleri henüz ayrılmadan, Cenab-ı Hakk, her ikisinin de günahlarını mağfiret eder. Yine içinde kin olmadan Müslüman kardeşine sevgiyle bakanlar, günahları bağışlanmadan evlerine dönmezler.” (İbni Neccar)

“Musafahalaşın ki kalplerinizden kin duyguları yok olsun!” (İbni Adiy)

“Hediyeleşin ki muhabbetiniz (sevginiz) artsın!” (Taberani)

“Hediye dostluğu artırır, kırgınlığı giderir.” (Ebu Nuaym)

“Ziyareti aralıklı yap ki muhabbeti artırasın!” (Bezzar)

Bu hadislerden de açıkça anlaşılıyor ki güzel ahlakın tamamı, güzel olan davranışların tekrarı ile ahlak haline gelebilir. Cimri, cömertlik yapa yapa cömert, kibirli mütevazı, bencil kişi sencil, sevgi hissetmeyen de sevgi dolu olur. “Sevmiyorum” sözcüğünü, Allah’ın buğz edin dediği şeylerin dışında, tamamen hayatımızdan çıkarmamız gerekir. İnsanların birçoğu iradesiyle sevgisizliği tercih ediyor. Sevgi potansiyeli olduğu halde sevgisini ortaya koymak için hareket etmiyor. Bu tipler asosyal insanlardır. İnsanın terakkisi ve irşadı için sevgi olmazsa olmazdır. Yemek içmek nasıl bedenimize gıda oluyorsa sevgi de öyledir, ruhumuz bununla gıdalanır.

İnsanları sevmemek ve geçinememek; başkalarında kusur aramaktan, onları yerli yersiz tenkit etmekten, bencillik ve enaniyetten ileri gelir. Bir kişinin küçük bir kusuruna takılıp o kişideki yüzlerce iyiliği görmemek ve bu sebepten o kişiye buğz edip onunla geçinememek, onu sevmemek, arayı soğutmak anlaşılır değildir. Sevmek için bakalım çevremize; sevmek için bakarsak sevmemize yardım edecek bir sürü güzellikler görürüz. Zira tamamen kötü ya da kötülük yoktur. Her kötünün illa ki sevilecek bir yönü de vardır. Baktığımız yer önemlidir. Şeytanda bile bazı güzel özellikler bulur sayabilirim. Mesela inadı, âbidliği, ilmi yok muydu? Bunlar kötü değerler mi?

İnsanlara merhamet etmek ve sevgiyle bakmak lazım… Duygular çok önemli. Hem Allah (c.c) ile ilişkilerde hem eş, dost ve arkadaş ilişkilerinde duygular olmazsa olmaz. Duyguları açığa çıkarmak için kabir ziyareti yapmak, öksüzlerin başını okşamak, hasta ziyareti yapmak, yetimlere harçlık vermek, hediyeleşmek, aranmadan aramak... İşte bu davranışların tekrarı sevgi, şefkat ve merhamet hislerinin üstünü açar. Bunları yapan insan, zamanla nasıl bu güzel duygularla dolduğuna bizzat şahit olacaktır. Bu ahlak işleri bisiklete binmeye benzer; önce zordur sonra alışırsın ve öğrenirsin. Bisiklete binmek bir daha unutulmaz. İşte bunun gibi, güzel ahlak da insanda yerleşir kalır. Yani güzel duygular ve güzel ahlak mücadele ile ele geçer. Bunları; namaz gibi, oruç gibi bir ibadet olarak hatta onlardan daha faziletli bir amel olarak görmek lazım ki hadis-i şerifler bu konuda çoktur.

Niye sevmediğimizin hesabı bir gün sorulacak. Allah için sevmeyi ve buğz etmeyi öğrenmeliyiz. Birbirimizi sevmemiz noktasında bir örnek verelim; Allah’ın kullarını sevmesindeki yöntemi bize örnek olsun. Allah’ın (c.c) kullarına olan sevgisini şu örnekle anlaşılır hale getirebiliriz: Bir babanın iki evladı olsun. Biri çok çalışkan ama namaz, amel, ibadet yok. Baba bunun çalışkanlığını sever ama amel yapmamasını sevmez. Diğer oğlu da çok namaz kılıp amel yapıyor, ancak tembel. Onun da tembelliğini sevmez, ibadete düşkünlüğünü sever. İşte Allah da (c.c) böyledir. Mesela Edison’un lambayı bulmasını sever ama küfrünü sevmez. Allah, kâfirin de güzel yönlerini, çalışkanlığını ve toplum için yaptığı faydalı buluşlarını, sanatını sever. Ancak küfrünü, imansızlığını sevmez. Bir kişi günah işlemiş veya bize karşı bir kusuru olmuş. O kişiyi hemen kusuru ile aynı mı görmek lazım! Günahını kişiliğine indirgemek, böyle yapıp o kişiyi sevememek adalete sığar mı? Allah bunun hesabını sorar. İyilik ve sevmek aslında karşılık bekleyerek de olmamalı. Karşılıklı olursa menfaat alışverişi olur. Herkese iyi olalım. Dostluk, menfaat üzerine kurulmaz; fedakârlık üzerine kurulur. Biz hizmet edersek biz verirsek dostluk zor olmaz. Akıllı insan herkesle iyi geçinen, dostluk kurabilen kimsedir. Bir hadis-i şerifte; “Aklın başı, insanlarla güzel geçinmek, onların sevgisini kazanmaktır.” (İbni Asakir) buyrulmuştur.

Sevgisiz insan, önce sevmeyi sevmekten başlamalı. İnsanların arasında sevmemeyi sevenler var. Sevmeyi sevmek; sevmeyi taklit etmek ve bunu arzulamakla olur. Sevgisizliğin zıddını yapan, sevgiyi elde eder. Cıvıl cıvıl olmak, neşeli olmak, insanları mutlu etmek için çabalamak, insanı sevgi dolu ve mutlu yapar. Akıllı insan sevgisiz bile olsa nezaketli olur, en azından düşman kazanmaz, dostları çoğaltır. Dostluklar hem ahirette hem dünyada en önemli kazanımlardır. Cennetin tadı, yakınlar ve dostlarla çıkacak...

İçimizdeki Allah (c.c) sevgisini derinleştirmek ve artırmak için ne yapabiliriz?

Allah’ı (c.c) sevmek imanın şartlarından, her şeyden çok sevmek de kâmil imanın şartlarındandır. Sevgisiz iman yavandır; çünkü imanın zevk ve tadına sevgi yoluyla varılır. Zaten imanın tadına varmanın sevgiden başka bir yolu da yoktur. Felsefî iman ile İslam’daki imanı ayıran nokta da buradadır: Felsefî imanda zevk ve haz aranmaz; çünkü o aklî bir çıkarımdan ibarettir. Ancak, İslam’ın öğrettiği imanda kalp için zevk ve tat vardır. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır:

“Kimde üç şey bulunursa imanın tadını tatmış olur: Allah ve Rasulü, kendisine, her şeyden daha sevgili olmak; başka insanları sadece Allah için sevmek; küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.”

Allah’ı (c.c) sevmemiz, Allah’ın da bizi sevdiğini gösteren en açık delildir. Ama sevmenin kanıtı yalnızca sözlerle olmaz. Bu itirafların; sevgilinin gönlüne girmek ve orada kalmak için çekilen sıkıntılar, fedakârlıklar vs. şeklinde eylemsel tezahürleri olması gerekir. Maşuk, âşıkta bunları görmek ister. Rabbimiz, âşıklarının iddialarını kanıtlamak için yapmaları gerekenleri Kur’ân’da tek tek saymış ve O’nun gönlüne girmenin yollarını açıklamıştır.

“(Ey Muhammed!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin…” (Âl-i İmrân, 3/31) Bu ayette Allah (c.c), insanların kendisini sevmesinin alameti ve kendisinin de onları sevmesinin şartı olarak Rasul’e bağlanmayı zikretmiştir. Bu nedenle Rasul’ün getirdiklerine bağlanmadığı görülen kimsenin, Allah’ı (c.c) sevme iddiası yalandır.

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler, size Allah’tan, Peygamberi’nden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğunu doğru yola erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

Her kim, bu ayette zikredilenlerden herhangi birisine itaati, Allah (c.c) ve Rasulü’ne itaatten önde görürse bu kimse için Allah (c.c) ve Rasulü, bu zikredilenlerden daha sevgili değil demektir. Böyle yapmasına rağmen hâlâ Allah (c.c) ve Rasulü’nün sevgisinin onlara olan sevgisinden daha üstün olduğunu söylüyorsa işte o kimse sözünde yalancıdır.

İnsan sevmediğine teslim olmaz; teslimiyet ve tevekkül sevince olur. Allah (c.c) yolunda Peygamber’i ve hizmeti daha çok sevemezsek gerekli olan kâmil imanı elde etmemiş oluruz. En çok Allah’ı seveceğiz ve en yakınımız ya da akrabamız gibi Rabbimiz’le yaşayacağız. Yani masada otururken arkadaşlarımızı saydığımız gibi Allah’ı da yanımızda sayacağız. Böyle düşünürsek, arkadaşımızın yanında nasıl günah işlemiyorsak Allah bize baka baka da günahlara dalamayız. Allah’ı böyle somut olarak algılayalım, ama bunun yanına anne sevgisini ve şefkatini de koyalım. İşte Allah (c.c) ile ilişkiler sağlıklı bir zemine ancak böyle oturmuş olur.

Allah’ı insanlara despot bir güç gibi tanıtıyorlar. Allah kullarına karşı, hadislerde geçen anne örneğindeki gibi çok merhametli ve şefkatlidir. Allah’ı kullarına sevdirmek lazımdır. Zaten bu, Müslüman’ın görevleri arasındadır. Allah ile ilişkilerde kilit duygu; sevginin yanında bir de acz ve fakr duygusudur. Bir çocuk nasıl ki anne ve babasına karşı istek ve arzular içerisinde yanaşıyor ve davranış sergiliyorsa biz de öyle olabiliriz. Annemizden beklediğimiz merhamet ve şefkati, Rabbimiz’den bekleyerek O’na sığınalım ve ondan isteyelim. Çocukların durumunu düşünelim; hep annelerden ister ve eteğine yapışırlar. Biz de Allah’tan böyle isteyelim. Kur’an okuyup ağlayalım. “Ağlayamıyorsanız da ağlamaya çabalayın.” diyor Efendimiz. Kur’ân okumak Allah ile konuşmadır. Her halükârda Allah (c.c) ile diyalog da olmalı. Namaz ile, Kur’ân ile, zikir ve tefekkürle… Mesela namaz, Allah ile kucaklaşmaktır. O yüzden Peygamberimiz’in ve O’un yolunda giden büyüklerin nefes aldığı tek yer namazdır. Namazları böyle kılmaya çalışalım. Namazı Allah (c.c) ile buluşma ve kucaklaşma olarak görelim. Niye, zaten namaz mü’minin miracı değil mi? Miraç’ta Allah Rasûlü, Allah ile nasıl konuştu ve görüştü ise namaz da işte öyledir; Allah’ın huzuruna çıkmaktır. Bu sebeple namazda Allah’tan başka bir şey bizim için daha önemli olmamalı. Allah (c.c) ile ilişkilerimiz kuru ilkelerle olmamalıdır. Bunun içinde sevgi ve korku dediğimiz duygular olmalıdır. Yoksa kuru ilkeler insanı bir yere kadar götürür. Allah (c.c) Kur’ân’da şeytanı niye hep örnek veriyor? Şeytanın durumuna düşmeyelim diye. Sevmeden olmaz, sevince teslimiyet de olur çünkü. Şeytan kendini daha çok sevdi ve Allah’ın isteği ona emir olarak gelince nefsinin peşinden gitti. Mantıksal analizler yaparak, o topraktan ben ateşten diyerek Allah’ın emrini dinlemedi, kibir ve isyanını ortaya koyarak lanetlendi. Bu isyanında sevgisizliğinin katkısı büyüktür. Neticede Allah (c.c) ile olan ilişkilerimiz soyut olmaktan çıkıp bizle yaşayan bir zât gibi değilse ilişkilerimiz bozuk demektir. Ne yapacağız? Aczimizin ve fakrımızın farkına varacak ve “Lebbeyk Allahım!” diyeceğiz.

Tövbe suresi 24. ayette Rabbimiz; “De ki: Babalarınız, oğullarınız… size Allah yolunda cihattan daha sevgiliyse...” diyor, ama “anneleriniz” demiyor. Burada bir incelik var. Anne sevgisi Allah sevgisi gibi aynı frekanstadır. Bu ayette, Allah (c.c) ile ilişkilerimizde annemizle olan ilişki gibi bir diyaloga işaret vardır. Anneden mesaj veriyor ama annelerden de 70 kat daha fazla kullarına karşı şefkat ve merhametlidir diye hadiste hatırlatılıyor. Bu örnekten hareketle Allah’ın (c.c) bizi ne kadar çok sevdiğini duygudaşlık kurarak hissedelim. İşte bu tür sıcak duyguları Rabbimiz’e karşı hissetmek, aramızdaki olması gereken ilişkiyi mekaniklik ve soğukluktan çıkaracak, kulluk boyutunda daha sıcak, gerçekçi ve sıhhatli bir zemine oturtacaktır inşallah.

Kulluğumuzu bu boyuta taşıyabilmek dua ve temennisiyle Allah’a (c.c) emanet olun.

ALINTI





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)