Thread Rating:
  • 97 Vote(s) - 3.06 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” Menkıbeleri 1.Bölüm
#1

Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” Menkıbeleri 1.Bölüm

Birinci Menâkıb: Muhyissünne Imâm-ı Begavî “rahimehullah”
(Meâlimüt-tenzîl) kitâbında, Feth sûresinde, meâl-i serîfi,
(Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın Resûlüdür. Onunla
berâber olanlar, kâfirlere karsı sert, birbirlerine karsı merhametlidirler.....)
olan âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyuruyor. Mubârek
bin Füdâleden, o da Hasenden rivâyet eder, (Allahü teâlâ
kâfî olan sâhiddir ki, Muhammed Allahın Resûlüdür) buyuruldukdan
sonra; (Onun ile olan kimse) kelâmı ile Ebû Bekr-i
Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Kâfirlere
karsı siddetlidirler) ile Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh”
kasd edilmekdedir. (Birbirlerine karsı merhametlidirler) ile Osmân
bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Onları
rükû’da ve secdede görürsün) ile Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü
teâlâ anh” kasd edilmekdedir. (Allahü teâlâdan, dünyâda
ve âhıretde her iyiligi, üstünlügü ve rızâsını isterler!) kelâmı ile
Cennet ile müjdelenen (Âsere-i Mübessere)nin geri kalanı kasd
edilmekdedir. (Onların hâlleri, serefleri, Tevrâtda ve Incîlde
bildirilmisdir. Incîlde bildirildigi gibi, onlar ekine benzer) kelâmı
ile Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kasd edilmekdedir.
(Ince bir filiz çıkarır) kelâmı ile, Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü anh”, (Onu kuvvetlendirir) kelâmı ile, Ömer bin
Hattâb “radıyallahü anh”, (Onu kalınlasdırır) kelâmı ile, ya’nî
yumusak iken islâm dîni için sert olur kelâmı ile, Osmân bin Affân
“radıyallahü anh”, (Onu ayakda durdurur) kelâmı ile, islâmı
kılınç ile müstekîm etdigi için Alî bin Ebû Tâlib “radıyallahü
anh”, (Herkes hayrete düser) kelâmı ile, diger mü’minler
kasd edilmekdedir. (Kâfirler kızarlar) kelâmı ile, sık, kalın, kuvvetli
ve güzel ekin gibi ve kuvvetli olan mü’minlerin kâfirleri kîne
bogacagı bildirilmekdedir. Ömer “radıyallahü teâlâ anh”
îmân ile müserref olunca; “Bugünden sonra artık gizli ibâdet etmeyiz”
buyurmus idi.
– 409 –
Ikinci Menâkıb: (Hulefâ-i râsidînin) yüce sânları için nâzil
olan âyet-i kerîmeler beyânındadır. Ma’lûm olsun ki, yerlerin
ve göklerin yaratanı Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri,
Âdem aleyhisselâmdan beri, Enbiyâ-i ızâm “alâ nebiyyinâ ve
aleyhimüssalâtü vesselâm” hazretlerine indirdigi yüzdört kitâbın
bas tarafında; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzîn olan; günâhdan çok sakınan
Sıddîk ve çok anlayıslı Fârûk ve çok cömert Zinnûreyn ve çok
vefâlı Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin fazîletlerini
beyân etmisdir. Bu tertîbin kesf ve beyânını ve serh ve îzâhını,
Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin tevfîk ve yardımı ile
açıklıyalım.
Allahü rabbül’âlemîn celle celâlühü ve azze sânühü ve amme
nevâlühü hazretleri on suhuf Âdem alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü
vesselâm hazretlerine gönderdi. Ilk suhufun baslangıcı
Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve
Çihâr yâr-i güzînin fadlı beyânında idi. Ondan sonra elli suhuf
da Sit “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine
gönderdi. Açık olarak ilk sahîfelerinde, Muhammed “aleyhissalâtü
vesselâm” hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzînin seref ve fadlının
beyânı vardı. Ondan sonra otuz suhuf da Idris “alâ nebiyyinâ
ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Bunun
da baslangıcı yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin ve Çihâr yâr-i güzînin ve Eshâb-ı kirâmın fadlı beyânındadır.
Ondan sonra on suhuf da Ibrâhîm Halîl “alâ nebiyyinâ
ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine gönderdi. Bunun
da baslangıcında aynı seklde, onların fazîletleri açıklandı. Mûsâ
“alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine Tevrâtı
gönderdi. O büyük kitâb içinde, birçok yerde Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini ve yârânlarını anlatdı.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, meâl-i serîfi
(Biz nidâ etdigimizde, Tûr cânibinde sen olmadın) olan, Kasâs
sûresinin 46.cı âyet-i kerîmesinin tefsîrinde buyurur ki, Cebrâîl
aleyhisselâm benim yanıma geldi. Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretlerinden selâm getirdi. Dedi ki, Hak celle ve sânühü bu-
– 410 –
yurur ki: Ben Hudâyım. Cümle esyâya kâdirim. Mûsâ bin Imrâna
Tûr-i Sînâda vâsıtasız otuzbin kelime söyledim. Mûsâya
isitdirdigim otuzbin kelimenin yetmis kelimesi Mûsâ hakkında
ve ümmeti hakkında idi. Yirmidokuzbin dokuzyüzotuz
kelimesi, yâ Muhammed, senin hakkında ve yârânın hakkında,
Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûk ve Osmân-ı Zinnûreyn
ve Alî Mürtedâ ve gayri eshâbın ve ümmetinin hakkında idi.
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kelâmı kadîmdir. Ve
azîmdir. Ve mecîddir. Ve kerîmdir, ezelî ve ebedîdir. Ve evveli
ve âhıri yokdur. Baslaması ve bitmesi yokdur. Lâkin, Allahü
teâlâ ve tekaddes hazretlerinin kelâmında bildirilen rakam,
Mûsâ aleyhisselâmın duymasına [isitmesine] nisbetledir. Zebûru
Dâvüd “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine
gönderdi. Orada da, Muhammed Mustafânın “sallallahü
aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzînin “radıyallahü teâlâ anhüm”
üstünlüklerini bildirdi. Incîli Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü
vesselâm” hazretlerine gönderdi. Hazret-i Muhammed
Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i
güzînin üstünlüklerini orada da bildirdi. Fürkân-ı azîm-üs-sânı
gönderdi. Kur’ân-ı azîm-üs-sânda gelen [Alak sûresinin] bes
âyetini, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri Muhammed
aleyhissalâtü vesselâm hazretlerinin sânı hakkında göndermisdir.
1– Meâl-i serîfi (Herseyi yaratan Rabbinin ismi ile oku!) olan
[Alak sûresindeki] âyet-i kerîme, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerinin baht-ı hümâyûn ve sân-ı serîfleri
hakkındadır. Meâl-i serîfi, (Insanı alakdan yaratdı) [uyusmus
kandan yaratdı] olan âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü
teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl-i serîfi (Oku,
Rabbin ekremdir) olan âyet-i kerîme; Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü
teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl-i serîfi (O
kimse ki kalem ile ta’lîm etdi) olan âyet-i kerîme, Osmân bin
Affânın “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Meâl-
i serîfi (Insana bilmedigini bildirdi) olan âyet-i kerîme, hazret-
i Alî bin Ebî Tâlibin “kerremallahü vecheh” sân-ı serîfleri
hakkındadır.
Âlimlerin ekserîsi, bunun üzerindedir ki, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri üzerine nâzil olan bu sû-
– 411 –
renin o bes âyet-i kerîmesinden, Onun fadlı ve serefi anlasılmalıdır.
Abdüllah bin Amr bin âs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu
ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine
dedim; (Sizden isitdigim hadîs-i serîfleri yazayım mı?). Buyurdular
ki, (Yaz ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri böyle
buyurur: (Kalem ile ta’lîm etdi. Insana bilmedigini ögretdi.))
Katâde “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Kalem, Allahü teâlâ
ve tekaddes hazretlerinden büyük bir ni’metdir ki, eger kalem
olmayaydı, din yeryüzünde bâkî kalmazdı. Kimse kendi
maslahatını hıfz edemezdi [saklıyamazdı].
2– Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini ve Çihâr yâr-i güzîn “radıyallahü
anhüm” hazretlerini, Sûre-i Fâtihada yâd etmisdir ve
buyurmusdur. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi rabbil’âlemîn.
Bu âyet-i kerîme Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretlerinin sân-ı serîfleri ve tâlı’-ı [çiçek tozu] mubârekleri
hakkındadır. Delîl odur ki, Allahü teâlâ ve tekaddes
hazretleri, meâl-i serîfi (Seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik) olan âyet-i kerîmede buyurmusdur. (Errahmânirrahîm.)
Bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” hazretlerinin sân-ı serîfleri hakkındadır. Hücceti, delîli,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Ümmetimin en
çok merhametlisi Ebû Bekrdir) buyurmusdur. Fâtihâ sûresinin
üçüncü âyet-i kerîmesi, Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü teâlâ
anh” sân ve serefi hakkındadır. Delîli o hadîs-i serîfdir ki, hazret-
i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu:
(Allahın dîninde en kuvvetliniz, Ömer-ibnül Hattâbdır.) Fâtihâ
sûresinin dördüncü âyet-i kerîmesi, Osmân bin Affânın “radıyallahü
teâlâ anh” sân-ı serîfleri hakkındadır. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmusdur: (Hayâda
en sâdık olanınız, Osmân bin Affândır.) Fâtihâ sûresinin besinci
âyet-i kerîmesi, Alî bin Ebî Tâlib “kerremallahü vecheh ve
radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sân-ı serîfleri hakkındadır.
Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri; (Ümmetimin
en çok ikrâm edeni ve âlimi, Alî bin Ebî Tâlibdir) buyurmusdur.
Sûre-i Fâtihânın geri kalan âyet-i kerîmesi, Allahü
– 412 –
teâlâ ve tekaddes hazretlerinin gadab etdigi ve dalâletde kalan
kimseler, yehûdîler, hıristiyânlar, râfizî ve hâricîler hakkındadır.
Bunlar, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
ve Çihâr yâr-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
hazretlerinin düsmanlarıdır.
3– Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri Sûre-i Fâtihâdan sonra,
Kur’ân-ı azîm-üs-sânda yemîn ederek buyurur ki:
(Elif.lâm.mim). (Elif); Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
ilahlıgı ve vahdâniyyeti hakkı için, (Lâm); Cebrâîl aleyhisselâmın
elçiligi ve imâmeti hürmeti için, (Mim), Muhammed aleyhisselâmın
nübüvveti ve risâleti hürmeti için denilmekdedir.
(Elif), Allah lafzının elifidir. (Lâm), Lâ ilâhe illallah lafzının
(lam)ı, (mim), Muhammed aleyhisselâmın ismindeki (mim)dir.
Beyt:
Seher vakti dostun cemâli görününce,
Benim cânım senin askından taht kurdu.
Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden
on kisinin rivâyetiyle hadîs-i serîfde bildirilmisdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki; (Ümm-i Hânî “radıyallahü teâlâ anhâ” se’âdethânesinden,
beni mi’râca iletdikleri o gece, (Kabe kavseyn) makâmına
giderken, Arsın önünde, arkasında, sagında ve solunda üçyüzbiner
perdesinden her birinde, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Resûlullah. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn,
Aliyyül Mürtedâ) “radıyallahü teâlâ anhüm” yazılı idi.)
Bu sûre-i azîmenin baslangıcında, Allahü tebâreke ve teâlâ buyurdu
ki, (elif, lâm, mim) ve bu kasem neden ötürüdür? (Bu ulu
kitâbdır ki, size bunun ile va’de vermisdik ve bu Kur’ândır ki,
yirmiüç senede teenni ile size göndermisim ve bu kitâbdır ki,
yüzyirmiüçbindokuzyüzdoksandokuz Nebî [Mevcûd Nebîlerin
bir noksanı] “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm” Allahü
tebâreke ve teâlâ ve tekaddes hazretlerinden bu kitâbı istemisler
ve Kur’ân-ı kadîm arzûsu ile dirilmislerdir. Bunun arzûsu
ile intikâl buyurmuslar [göç etmisler]dir. Bunu ne görmüsler
ve ne isitmislerdir. Bu büyük bir ni’metdir.)
Ey müslimânlar, yüzondört sûre olan bu Kur’ân-ı kerîmin
– 413 –
kıymetini bilemez, hak ve hurmetini gözetemezsiniz. [Bunun
için çalısmalıdır.] Ondan sonra Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri
(Onda sübhe yokdur) buyurur. Ey benim kullarım! (Elif);
benim hakkım için, zât ve sıfatım hakkı için. (Lâm), Cebrâîl-i
emînim hurmeti için. (Mim), Resûlüm ve seçilmisim Muhammed
hurmeti için ki, bu kitâb Kur’ândır. Kur’ân-ı azîme dogrulukda
sübhe yokdur. Bu Kur’ân benim kelâmımdır. Benim kelâmımın
dogrulugunda sek ve sübhe yokdur. Kadîmdir, ciddîdir
[oyun degildir], sonradan meydâna gelme ve mahlûk degildir.
Her ne kadar çok okunursa, dostların dili üzerinde, o kadar hafîf
gelir. Kimse onu okumakdan usanmaz, bıkmaz. Onu ne kadar
isitirler ise, dostların kalbinde ferâhlılık olur. Onu isitmekle
kimseye bıkkınlık gelmez. (Müttekîler için hidâyetdir), beyândır
ve delîldir. Mü’min ve zühd sâhiblerine ve müttekîlere
bu kitâb dogru yoldur. Bu Kur’ân âsıkların gönlüne sifâdır. Fakîrlerin
rûhuna gıdâdır.
Beyt:
Bize tâ’ate ve zühde yapısmayı anlatma,
Bize kerâmet makâmlarından bahs etme.
Çünki, biz ve o dört seçilmis zât can gibiyiz,
Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî.
Ey müslimân! Bu Kur’ân-ı azîm-üs-sân devleti ve bu îmân
ni’meti, bütün müslimânlar ve cümle mü’minler hakkında umûmîdir.
Lâkin, Çihâr yâr-i güzîn ve hulefâ-i râsidîn, mürsid-i
emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk ve emîr-ül mü’minîn
Ömer-ül Fârûk ve emîr-ül mü’minîn Osmân-ı zinnûreyn ve
emîr-ül mü’minîn Aliyyül Mürtedâ “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”
hazretlerinin haklarında husûsîdir. Bunun delîlini
Kur’ân-ı azîm-üs-sândan getireyim. (Gayba îmân eden kimseler)
meâlindeki âyet-i kerîme, bütün mü’minler için umûmî,
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir.
(Nemâzlarını kılarlar) meâlindeki âyet-i kerîme, bütün
mü’minler için umûmî, hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü
teâlâ anh” hakkında husûsîdir. (Onlara verdigimiz rızklardan
dagıtırlar) meâlindeki âyet-i kerîme, bütün mü’minler hakkında
umûmîdir. Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ
– 414 –
anh” hakkında husûsîdir. (Sana indirilen kitâba ve senden önce
indirilenlere inananlar..) meâlindeki [Bekara sûresinin 4.cü]
âyet-i kerîme, bütün mü’minler için umûmîdir. Hazret-i Alî ibni
Ebî Tâlib “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh”
hakkında husûsîdir.
4– Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
sehâveti [cömertligi], Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
muhabbetinde oldugu için, kabûl edip, âgâh olmak için; meâl-i
serîfi; (... Fekat, iyilik su kimselerin iyiligidir ki, Allahü teâlâya,
Âhıret gününe, Meleklere, Kitâba, Peygamberlere inanır, sevdigi
malını yakınlarına, yetîmlere, fakîrlere yolculara verir ve rikâbda
sarf eder) olan Bekara sûresinin 177.ci âyet-i kerîmesinde
buyurulmusdur. Bu âyet-i kerîmede bildirilen güzel vasflar,
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinde mevcûd
idi.
Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki:
Eger ister isen sen de o dereceye nâil olmak, çok sevdigin o malını,
sıhhatin kemâlde iken, buhl etmeyip [cimrilik yapmayıp],
hâlisâne olarak; Allahü teâlâ için sadaka ver. Fakîr olmakdan
korkma. Sükr edip, fekat ögünme. Hazret-i Sıddîk-ı ekber “radıyallahü
teâlâ anh” hazretleri bütün malını, mülkünü dîn-i islâm
ugruna sarf edip, bir palas ile kalmıs idi. Bu husûs birçok
menkıbelerinde beyân olundu. Niçin mal koyarsın. Cânın hulkûma
[rûhun gargaraya] geldigi ânda falana bu kadar verin; demenin
kıymeti yokdur. Yukarıdaki âyet-i kerîme hazret-i Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır.
(Nemâzı kılar) meâl-i serîfindeki âyet-i kerîme bütün nemâz
kılan mü’minler için umûmîdir. Hazret-i Ömer “radıyallahü
teâlâ anh” hakkında husûsîdir. (Zekâtını verir) meâl-i serîfindeki
âyet-i kerîme, zekât veren bütün mü’minler için umûmîdir.
Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında husûsîdir.
(Verdikleri sözde dururlar) meâl-i serîfindeki âyet-i kerîme; ahdinde
vefâ gösteren bütün mü’minler için umûmîdir. Hazret-i
Alî “kerremallahü vecheh” hakkında husûsîdir.
5– Allahü teâlâ hazretleri, [Âl-i Imrân sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde
meâlen] (Sabr edenler) buyurdu. Ya’nî Resûlullah
– 415 –
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ki, tâ’at etmek üzerine ve
müsriklerin cefâsı ve yaramazlıklarına sabr etdi. (Sâdık olurlar)
buyurulması, ya’nî o kimseler ki, sırda [gizlide] ve âlâniyyede
[açıkda] dogru olurlar, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” içindir. Meâl-i serîfi (Devâmlı itâ’at edenler) olan
âyet-i kerîmede bahs edilenler, devâm üzere Allahü teâlâ hazretlerine
mutî’ olan kimselerdir. Ömer bin Hattâb “radıyallahü
teâlâ anh” içindir. Meâl-i serîfi (Infâk edenler) olan âyet-i kerîmede
anlatılan kimseler, Allahü teâlâ yolunda infâk ederler,
ya’nî malını dagıtırlar, buyurulması, malını Allah yolunda dagıtan
Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” içindir. Meâl-i
serîfi (Seher vaktlerinde istigfâr edenler) olan âyet-i kerîmede
bahs edilen kimseler, seher vaktinde istigfâr ederler. Aliyyül
Mürtedâ “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” içindir.
6– Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri [Âl-i Imrân sûresi
134.cü âyet-i kerîmesinde meâlen] (O kimseler ki infâk ederler,
sürûr ve sıkıntılı hâllerinde) buyurdu. Her zemân, mubârek eli
sehâvetden [cömertlikden] ve fakîrlere yardımdan geri kalmayan,
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” içindir. (Gadablarını
içine atanlar) meâlindeki âyet-i kerîmede kasd edilen o kimseler,
aslâ kendi nefsi için gadablanmıyan, kızacagı zemân kendini
tutanlardır. Ömer ibnül Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” ki,
kendisi için gadaba gelmezdi. Geldigi takdîrde gadabını tutardı.
Bu âyet-i kerîme hazret-i Ömer içindir. (Insanları afv ederler)
meâlindeki âyet-i kerîmede buyurulan o kimselerdir ki, intikâma
kâdir oldukları hâlde insanları afv ederler. Ya’nî hazret-i
Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” ki, dâimâ suçluları
hatâ ve sehv etseler de afv eder, onlara ikrâmda bulunurdu. Bu
âyet-i kerîme hazret-i Osmân içindir. (Allahü teâlâ ve tekaddes
hazretleri, ihsân edicileri sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Aliyyül
Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” içindir.
7– Hazret-i Resûl-i Hudâ Muhammed Mustafâ “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ
aleyhim ecma’în”, su âyet-i kerîmeleri düâlarında okurlardı.
Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, meâl-
i serîfi, (Yâ Rabbî! Mahlûkâtı bos yere, bâtıl yaratmadın. Se-
– 416 –
ni tenzîh ederim. Bizi Cehennem azâbından koru) olan, Âl-i
Imrân sûresi 191.ci âyet-i kerîmesini okurdu.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, meâl-i serîfi,
(Yâ Rabbî! Cehenneme atdıgın kimseyi çok zelîl edersin. Kâfirlerin
[zulm edenlerin] yardımcıları yokdur) olan, Âl-i Imrân
sûresi 192.ci âyet-i kerîmesini okurdu. Hazret-i Ömer-ül Fârûk
“radıyallahü teâlâ anh”, meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Insanları
îmâna çagıran bir münâdî isitdik, îmân etdik) olan, Âl-i Imrân
sûresi 193.cü âyet-i kerîmesini okurdu. Hazret-i Osmân
“radıyallahü teâlâ anh”, meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Günâhlarımızı
magfiret et. Rûhlarımızı, sâlihlerin rûhları ile berâber et)
olan, Âl-i Imrân sûresi 193.cü âyet-i kerîmesinin devâmını
okurdu. Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü teâlâ vecheh”,
meâl-i serîfi, (Yâ Rabbî! Resûllerin lisânı üzere bize
va’d etdigin sevâbı ver. Kıyâmet günü bizi rüsvay eyleme. Elbette
sen va’dinden dönmezsin) olan, Âl-i Imrân sûresi 194.cü
âyet-i kerîmesini okurdu.
8– Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, Çihâr yâr-i güzîn
“rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri hakkında; Âl-i
Imrân sûresi 200.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ey îmân edenler!
Sabr ediniz!) buyurdu. Ya’nî, îmân getirmis o kimselersiniz
ki, hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda
sabr ediniz, demekdir. (Sabr edici olunuz!) Ya’nî hazret-i Ömerin
“radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda, kâfirler ile gazâda
sabrlı olunuz, demekdir. (Rabt edici olunuz!) Ya’nî hazret-i Osmânın
“radıyallahü teâlâ anh” dostlugunda sebât ediniz, demekdir.
(Allahü teâlâdan korkup, sakınınız. Ümîd edilir ki, felâh
bulursunuz!) Ya’nî, hazret-i Aliyyül Mürtedânın “radıyallahü
teâlâ anh” dostlugunda, Allahü teâlâdan korkunuz ki, felâh
bulasınız, demekdir.
9– Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve Çihâr yâr-i güzînin
vasfları hakkında mutî’ olan mü’minlere müjde verip, buyuruyor
ki: (Her kim ki mutî’ olur, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine
ve Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine.
O mutî’ olanlar ol kimselerdir ki, Allahü teâlâ hazretleri
onları ni’metlendirmisdir!) [Nisâ sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi.]
– 417 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:27
(Nebîlerden), hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem”, (Sıddîklardan), mübâlega ile sâdık olanlardan, Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, (Sehîdlerden),
Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, (Sâlihlerden),
Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, (Onlar ne güzel
refîkdir) buyurulması, Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ
anh” kasd edilmekdedir. Meâl-i serîfi (Bu fadl Allahdandır)
olan Nisâ sûresi 70.ci âyet-i kerîmesi ile Ehl-i sünnetin kalbindeki
Habîbullahın ve Çihâr yâr-i güzînin ve eshâbının sevgisi,
Allahü teâlâdan oldugunu bildirmekdedir.
10– Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri [Mâide sûresi 55.ci
âyetinde meâlen], (Sizin velîniz ancak Allahü teâlâ ve Resûlüdür...)
buyuruyor. Ya’nî, mü’minlerin velîsi, Allahü teâlâdan
sonra Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleridir.
(Îmân eden kimselerdir); buyurulmakla, Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” hazretleri kasd edilmekdedir. (Nemâzlarını
kılarlar); buyurulmakla, Ömer-ül Fârûk “radıyallahü
teâlâ anh” hazretleri kasd edilmekdedir. (Zekâtlarını verirler)
buyurulmakla, Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri
kasd edilmekdedir. (Rükû’da sadaka verirler) buyurulmakla,
Alî “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir. Müfessirler
buyurmuslardır ki, bir dilenci mescide gelip, birsey istedi. O sırada
hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” o mescidde nemâzda
olup, rükû’a varmıs idi. Rükû’ içinde yüzügünü isâretle çıkarıp,
o dilenciye verdi. [Mâide sûresi 56..cı âyetinde meâlen], (Kim
Allahü teâlâyı, Resûlünü ve mü’minleri dost edinirse, bilsin ki,
sübhesiz Allahü teâlâdan yana olanlar üstün gelirler) buyuruldu.
Allahü teâlânın Resûlünü “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
ve mü’minleri velî edinenler, Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin düsmanları üzerine gâlib
gelirler.
11– Allahü teâlâ [Enfâl sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde meâlen],
(Hâlis mü’minler o kimselerdir ki, Allahü teâlânın ismi
zikr olununca, kalblerinde korku hâsıl olur) buyurdu. Bu, Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” içindir. (Onlara Allahü
teâlânın âyetleri zikr olundugu zemân îmânları ziyâde olur) buyurulması,
hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” için-
– 418 –
dir. (Onlar Rablerine tevekkül ederler) [Enfâl sûresi 2.ci âyetinin
devâmı]; buyurulması, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ
anh” içindir. [Enfâl sûresi 3.cü âyetinde meâlen], (Nemâzlarını
kılanlar ve verdigimiz rızklardan dagıtanlar..) buyurulması, Alî
ibni Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” içindir. [Enfâl sûresi 4.cü
âyetinde meâlen], (Onlar hakîkî mü’minlerdir) buyurulmusdur.
O büyüklerin ve onları sevenlerin hakîkî mü’min oldukları bildirilmekdedir.
12– [Tevbe sûresi 71.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Mü’min
erkekler ve mü’min kadınlar, onlar ba’zıları ba’zılarının velîleridir.
Ma’rûf ile emr ederler. Ya’nî nusret ile ve himmet ile ve
hayrât ile. Ve münkerden nehy ederler) buyurulması, hazret-i
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” içindir. (Nemâzlarını kılarlar)
buyurulması, Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh”
içindir. (Zekâtlarını verirler) buyurulması, Osmân “radıyallahü
anh” içindir. (Allaha ve Resûlüne itâ’at ederler) buyurulması,
Alî “radıyallahü teâlâ anh” içindir. Âyet-i kerîmenin devâmında
meâlen, (Onlara Allahü teâlâ yakında rahmet edecekdir)
buyurulmusdur.
13– [Tevbe sûresi 112.ci âyet-i kerîmesinde; Allahü teâlâ
meâlen buyuruyor]: (Allahü teâlâya tevbe edenler) [sirkden ve
nifâkdan] ile Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, (Ibâdet
edenler) ile Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh”, (hamd
edenler) ile Osmân “radıyallahü teâlâ anh”, (Oruc tutup, hac
edenler) ile Alî “radıyallahü teâlâ anh”, (rükû’ ediciler) ile hazret-
i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, (Secde ediciler) ile
Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, (Sünnet ile ma’rûfu emr ediciler
ve bid’atden nehy ediciler) ile Osmân “radıyallahü teâlâ anh”,
(Allahın hadlerini muhâfaza ediciler) ile Alî “radıyallahü teâlâ
anh” kasd edilmekdedir. Âyet-i kerîmenin devâmında, (Yâ
Muhammed! Mü’minleri Cennet ile müjdele) buyurularak; bu
dört yâri sevmegi emr buyurmusdur.
14– [Allahü teâlâ Ra’d sûresi 19.cu âyet-i kerîmesinde meâlen
buyuruyor]: (Ancak akl sâhibleri ibret alırlar.) Burada hazret-
i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd ediliyor. [Aynı sûrenin
20.ci âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruluyor]: (O kimseler
Allahü teâlânın ahdinde vefâ ederler, ahdlerini bozmazlar.)
– 419 –
Burada Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
[Aynı sûrenin 21.ci âyetinde meâlen buyuruluyor]: (Allahü
teâlânın sıla etmesini emr etdigi kimselere sıla-i rahm
ederler. Rablerinden korkarlar. Hesâbın zorlugundan korkarlar.)
Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
[Aynı sûrenin 22.ci âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruluyor]:
(Onlar Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için sabr ederler
[emrleri yapmak ve yasaklardan kaçmak sûreti ile, birbirlerinin
rızâsını taleb etmekden ötürü]. Nemâzlarını kılarlar. Ve
bizim onlara verdigimiz rızkdan gizli ve âsikâre olarak infâk
ederler. Kötülüge iyilik ile karsılıkda bulunurlar. Cennet serâyı
onlar içindir.) Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
[Aynı sûrenin 23-24.cü âyetlerinde meâlen buyuruluyor]:
(Adn Cennetine dâhil olurlar su kimseler ki, onların babaları,
hanımları ve çocukları sâlih amel islemis olurlar. [Bu
mü’minler Adn Cennetine dâhil olurlar.] Melekler onların yanına
gelirler. Her kapıdan girdiklerinde selâm verirler. Dünyâda
yapdıgınız sabr sebebi ile, ne güzel serâya kavusdunuz derler.)
Ya’nî Çihâr yâr-i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin
dostlarınındır, demekdir.
Mukâtil, kendi tefsîrinde nakl etmisdir ki, dünyâ günlerinden
bir gün bir gece mikdârı zemânda melekler üç kerre onların
yanlarına gelip selâm verirler ve hediyye getirirler. Derler
ki, hos olsun size ey Çihâr yâr-i güzîn muhibleri [sevenleri]. Bütün
bu ni’metleri ve kerâmetleri onların dostlugu sebebi ile buldunuz.
15– Mü’minûn sûresi birinci âyet-i kerîmesinde meâlen;
(Mü’minler, muhakkak felâh buldular) buyuruldu. Ikinci âyet-i
kerîmesinde, meâlen, (Onlar, nemâzlarında husû üzere olan
kimselerdir) buyuruldu. Burada Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
anh” kasd edilmekdedir. Üçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen,
(Öyle mü’minler ki, lehv ve la’bdan kaçarlar) buyuruldu. Burada
Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
Dördüncü âyet-i kerîmede meâlen, (Zekâtlarını veren mü’minler)
buyurulmakdadır. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
kasd edilmekdedir. Besinci âyet-i kerîmede meâlen, (Öyle
mü’minler ki, kendi ferclerini harâmdan hıfz edici olurlar) bu-
– 420 –
yuruldu. Burada Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” kasd
edilmekdedir.
16– Furkân sûresi 63.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü
teâlâ hazretlerinin kulları, su kimselerdir ki, yeryüzünde, sükûnet
ve vakâr ve tevâzu’, ilm ve hikmet ile yürürler) buyuruldu.
Burada Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
Âyet-i kerîmenin devâmında, (Câhiller onlara kehânet olunan
bir sey ile hitâb etdikleri zemân, günâh olmıyan seylerle veyâ
susarak karsılık verirler) buyurulmakdadır. Burada Ömer-ül
Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. Furkân sûresi
64.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Onlar gecelerini, Rableri
için evlerinde, secde edip, ayakda durarak geçirirler) buyurulmakdadır.
Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
65.ci âyetinde meâlen: (Onlar, Yâ Rabbî! Bizden
Cehennem azâbını çevir, uzaklasdır, derler) buyurulmakdadır.
Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
17– Sûrâ sûresi 36.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (... Allahü
teâlânın katında hayrlı ve bâkî olanlar; îmân edenler ve Rablerine
tevekkül ve i’timâd edenler içindir...) buyurulmakdadır.
Burada Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
37.ci âyet-i kerîmede meâlen, (O kimseler için ki, büyük günâhlardan
ve çirkin seylerden kaçınırlar. Gadaba geldiklerinde afv
ederler) buyurulmakdadır. Burada Ömer “radıyallahü teâlâ
anh” kasd edilmekdedir. Otuzsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen;
(Rablerine icâbet edenler, nemâz kılanlar, isleri için aralarında
mesveret edenler ve verdigimiz rızklardan dagıtanlar içindir)
buyurulmakdadır. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
kasd edilmekdedir. Müfessirlerden ba’zısı der ki, bu âyet-i kerîme
Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” sân-ı serîfi için
nâzil olmusdur. Çünki eline ne geçerse dagıtırdı. Kötülediler ve
azarladılar. Cevâb vermedi. O vakt nâzil oldu. 39.cu âyet-i kerîmesinde,
(Onlara zulm isâbet etse, onlar adl ile karsılıkda bulunurlar)
buyurulmakdadır. Burada Alî “radıyallahü teâlâ anh”
kasd edilmekdedir.
18– Zâriyât sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Onlar
geceleri az uyurlar ve çok ibâdet ederlerdi) buyuruldu. Burada
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir. 18.ci
– 421 –
âyet-i kerîmesinde meâlen, (Seher vaktlerinde istigfâr ederlerdi)
buyuruldu. Burada Ömer “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
19.cu âyet-i kerîmede meâlen, (Onların mallarında
birsey istiyenin ve [bir sey istemeyip de] mahrûm kalanların da
hakkı vardı) buyuruldu. Burada Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
kasd edilmekdedir. 20.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Yakîn sâhibi
kimselere yeryüzünde alâmetler vardır) buyuruldu. Burada
Alî “radıyallahü teâlâ anh” kasd edilmekdedir.
19– Beled sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Bunları
yapan kimselerin [köleleri âzâd eden ve fakîrleri doyuran]
îmânlı olması lâzımdır) buyurulmakdadır ki, Ebû Bekr “radıyallahü
anh” kasd edilmekdedir. Âyet-i kerîmenin devâmında,
(Sabrı tavsiye ederler) buyurulmakdadır ki, Ömer “radıyallahü
anh” kasd edilmekdedir. Ve (Merhameti tavsiye ederler) buyurulmakdadır
ki, Osmân “radıyallahü anh” kasd edilmekdedir.
18.ci âyet-i kerîmede meâlen, (Onlar meymene eshâbıdır) [sag
taraf veyâ bereket eshâbı] buyurulmakdadır ki, Alî “radıyallahü
anh” kasd edilmekdedir.
20– Tîn sûresinde, Allahü teâlâ meâlen, (Incire yemîn ederim)
buyuruyor. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ
anh” kasemdir ki, hazret-i Sıddîk-ı Ekber incire benzer idi
ki, zâhiri ve bâtını güzel ahlâk ile dolu idi. [Incir güzel meyvedir,
hazmı kolaydır.] (Zeytine yemîn ederim) buyuruyor.
Ömer-ül Fâruk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine kasemdir
ki, hazret-i Ömer zeytine benzer idi ki, onun içi, dıs görünüsünden
dahâ iyi idi. (Tûr-i sînine yemîn ederim) buyuruyor. Osmân-
ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine kasemdir
ki, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Tûr-i sînâyı andırır. Zâhiri
meyveler ile bezenmis, bâtını çesmeler ile donanmıs idi.
(Ve bu Beledil-emîne yemîn ederim) buyuruyor ki, Aliyyül
Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine kasemdir ki, Alî
“radıyallahü teâlâ anh” Beledil-emîne ya’nî Mekke-i Mükerremeye
benzerdi. Her kim Mekke sehrinde olursa, azâbdan emîn
olur. Her kim Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini severse
[ya’nî onun gibi inanır, ibâdet ederse], azâbdan emîn olur.
21– Tîn sûresi 6.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ancak îmân
edenler) buyuruluyor. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ
– 422 –
anh” içindir. (Sâlih amel isliyenler) buyuruluyor. Ömer bin
Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” içindir. (Onlar için kesilmez ecr
vardır) buyurulması, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
içindir. 7.ci âyet-i kerîmede meâlen, (Ey Resûlüm! Seni ne tekzîb
eder ve Ey insan! Senin kıyâmet gününü inkâr etmen, bildirdigimiz
delîllerden sonra ne sebebledir) buyuruldu ki, Alî
“radıyallahü teâlâ anh” içindir.
22– Asr sûresinin üçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ancak
îmân eden kimseler) buyuruluyor. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” hakkındadır. (Sâlih amel isleyenler) buyuruluyor.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır.
(Birbirlerine hakkı tavsiye ederler) buyuruluyor ki, hazret-i Osmân
“radıyallahü teâlâ anh” hakkındadır. (Birbirlerine sabrı
tavsiye ederler) buyuruluyor ki, hazret-i Alînin “radıyallahü
teâlâ anh” sânındandır.
23– Âyet-i kerîmede isâret olundu ki, Allahü Sübhânehü ve
teâlâ, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine
va’d buyurdu ki, yâ Muhammed! Cennetde dört nev’ ırmak
vardır. Su ve süt, serâb ve bal. Her birisi ayrı bir lezzetdedir.
Dünyâda da senin eshâbından dört dost tutarım. Ebû Bekr,
Ömer ve Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm”. Onların
herbirinin ayrı bir özelligi vardır. [Cennetdeki o dört ırmaga
benzerler.] Muhammed sûresi 15.ci âyet-i kerîmesinde meâlen,
(Müttekîlere va’d edilen Cennetde, kokusu ve tadı bozulmamıs
sudan nehrler vardır) buyuruyor. Bu su kokmaz. Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” su gibidir. Her sey su ile hayât bulmusdur.
Islâm dîni de Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ile hayât bulmusdur.
Nitekim Allahü teâlâ hazretleri Enbiyâ sûresinin 30.cu
âyetinde meâlen, (Biz her seyi su ile diri kıldık) buyurmusdur.
Muhammed sûresinin 15.ci âyet-i kerîmesinde devâmla; meâlen,
(Tadı bozulmamıs sütden nehrler vardır) buyuruluyor.
Ömer “radıyallahü teâlâ anh” süt gibidir. Herkes süt ile kuvvet
buldugu gibi, Islâm dîni de Ömer “radıyallahü teâlâ anh” ile
kuvvet bulur. Aynı sûrenin devâmında meâlen, (Içenlere lezzet
veren serâbdan nehrler vardır) buyuruluyor. [Bu serâb, dünyâ
serâbı gibi degildir.] Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Cennet serâbı
gibidir. Nice gençlerin gönüllerinin nes’esi ve sürûru serâb
– 423 –
ile oldugu gibi, gâzîlerin kalblerinin de kuvveti ve sürûru Osmân
“radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin fî sebîlillah infâkı ile
olur. [Allahü teâlânın rızâsı için verdiği seyler ile olur.] Âyet-i
kerîmenin devâmında meâlen, (Saf baldan nehrler vardır) buyuruluyor.
Alî “radıyallahü teâlâ anh” bal gibidir. Nice hasta
kimselerin sifâsı bal iledir. Mü’minlerin gönüllerinin sifâsı, Alî
“radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin kâfirler ile karsı karsıya
gelmesi ve muhârebe etmesi iledir.
Nükte: Cennetin hayât suyunu içmek istersen, hazret-i Sıddîk-
ı ekberi “radıyallahü teâlâ anh” sev ki, Cennet suyuna benzer.
Cennet südünü içmek istersen, hazret-i Ömeri sev ki, Cennet
südüne benzer. Cennet serâbını içmek istersen, Osmân “radıyallahü
teâlâ anh”ı sev ki, Cennet serâbına benzer. Cennet
balını bulmak istersen, hazret-i Alîyi sev ki, Cennet balının benzeridir
“radıyallahü teâlâ anhüm”.
(Isâret): Nehr, ırmaga derler. Ayn, çesmeye derler. Cennetde
çesmeler de vardır. Selsebîl gibi ve zencebîl gibi. Ve rahîk ve
kâfûr gibi. Insan sûresinin 5.ci âyetinde meâlen, (Ebrâr, âhıretde,
içinde serâb olan (ke’s)den [çanakdan] içeceklerdir. Mizâcı
kâfûrdur) buyuruldu. 6.cı âyetinde meâlen, (Bu kâfûr bir çesmedir.
Allahü teâlânın seçilmis kulları, çanaklarla serâbı kâfûr
suyu ile karısık içerler. O çesmeyi istedikleri tarafa akıtırlar)
buyurulmusdur. Yine Insan sûresi 17.ci âyet-i kerîmesinde
meâlen, (Cennetde onlara zencebîl ile karısık serâbdan çanaklar
ile verilir) buyuruldu. 18.ci âyet-i kerîmesinde meâlen,
(Cennetde selsebîl isminde bir çesme dahâ vardır) buyuruldu.
Mutaffifîn sûresi 25.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Onlara
hatm okunmus Rehîkden içirilir) buyuruluyor. Çihâr yâr-i güzîn
hazretlerinin ismlerinin bas harfları (Ayn) kelimesinin bas
harfi ile aynıdır. Atîk, Ömer ve Osmân, Alî “radıyallahü teâlâ
anhüm” buna delîldir. [Bu kelimelerin bas harfleri Ayndır.]
Cennetde o dört çesmeyi bu dört yâr tutarlar. Her kim onları
severse, o dört çesme onun için olur. Bu dört muhtesemi sevmeyen
ve bugz eden, iki cihânda mahrûm ve bîçâre kimsedir.
[Onun için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak, farzları yapıp, harâmlardan
kaçmak, o büyükleri sevmek lâzımdır.]
Bu dört ırmagın ve bu dört çesmenin bedeli, Cehennemde
– 424 –
dört nesnedir. Gıslîn ve Sadîd ve Hamîm ve Mehl. Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretleri El-hakka sûresinin 36.cı âyetinde, meâlen,
(Cehennemdekilerin yiyecegi Gıslîndir) buyuruyor. [Gıslîn:
Yaradan çıkan irin.] Ibrâhîm sûresi 16.cı ve 17.ci âyetlerinde
meâlen, (Cehennemdekilere Sadîd suyundan içirilir. Onu
yudum yudum alırlar. Hemen yutamayıp, bogazlarında kalır)
buyuruluyor. [Sadîd: Cehennemdekilerin derilerinden çıkan
irindir.] Duhân sûresi 43 ve 44.cü âyet-i kerîmelerinde meâlen,
(Cehennemde büyük günâhlıların yiyecegi zakkûm agacıdır)
buyuruluyor. [Zakkûm agacı, Cehennemde bir agacdır, meyvesi
acı ve kerîhdir.] Aynı sûrenin 45 ve 46.cı âyet-i kerîmesinde
meâlen, (Erimis bakır gibi karınlarında galeyân eder. Hamîmin
galeyânı da böyledir) buyuruluyor. Allahü teâlâya sıgınırız. Yâ
Rabbî! Bizi dört büyük Sahâbeyi “radıyallahü teâlâ anhüm”
hâlis ve sâdık sevenlerden eyle. (Âmîn)
24– Çihâr yâr-i güzînin sân-ı serîfleri hakkında vârid olan,
Allahü teâlânın Kur’ân-ı azîm-üs-sânda Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine göndermis oldugu âyet-i kerîmeleri
bu kitâbda topladım. Eger büyük âlimler bunlardan
baskasını bilirler ise, beni ayblamasınlar. Zîrâ Allahü Sübhânehü
ve teâlâ Yûsüf sûresi 76.cı âyet-i kerîmesinde meâlen, (Her
ilm sâhibinin üstünde âlim vardır) buyurmusdur.
Üçüncü Menâkıb: Simdi, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem”in buyurdugu, âlimlerin bildirdigi hadîs-i serîfleri bildirelim:
1– Kâdî imâm-ı Nizâmüddîn Cemâl-ül-islâm müceddid-i kudat
Ebû Muzaffer bin Hibe-tullah-il esed, isnâd ile Ebû Hüreyre
“radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl ediyor. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki:
(Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîden mütesekkil dört kisinin
sevgisi, ancak mü’min kulun kalbinde toplanır.)
2– Yine üstâdım, Kâdî imâm-ı Nizâmüddînden isnâd ile,
Mu’âz bin Cebel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl
ediyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Ümmetim arasında bid’atler yayılıp, Eshâbım setm olundugu
[kötülendigi] zemân, Âlimler üzerine lâzımdır ki, ilmleri-
– 425 –
ni açıklasınlar [dogruyu bildirsinler]. Eger bildirmezler ise, Allahü
teâlânın ve meleklerin la’neti onların üzerine olsun.)
Âlimlerin açıklayacagı ilm nedir, yâ Resûlallah, dediler. Buyurdu
ki, (Ehl-i sünnet vel cemâ’at mezhebini açıga çıkarmak,
Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin
fazîletlerini bildirmek. Tâ ki, bid’at fırkaları fırsat bulmayıp,
Ehl-i sünnet mezhebi gâlib gelsin [kuvvetlensin].)
3– Imâm-ı Refî’uddîn Tâc-ül-islâm Osmân bin Aliyyi Mersedî
sahîh isnâd ile, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ”
hazretlerinden rivâyet eyler. Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Muhakkak Allahü tebâreke ve
teâlâ hazretleri, sizin üzerinize nemâzı, orucu, haccı ve zekâtı
farz etdi ise, Ebû Bekr, Ömer ve Osmân ve Alî “radıyallahü
teâlâ anhüm” hazretlerinin sevgilerini farz etdi. Her kimse bu
dördünden birine bugz ederse, onun ne nemâzını kabûl eder.
Ve ne orucunu kabûl eder. Ve ne zekâtını ve haccını kabûl
eder. Kıyâmet günü kabrinden Cehenneme gitmek üzere hasr
olunur.)
4– Imâm-ı Zehrî saglam isnâd ile, Enes bin Mâlik “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmuslardır ki: (Allahü teâlâ size,
Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin sevgisini, nemâz, oruc, hac
ve zekât gibi farz etdi. Allahü teâlâ onların üstünlüklerini inkâr
edenlerin nemâzlarını, oruc, hac ve zekâtlarını kabûl etmez.)
5– Rükneddîn Ahmed bin Cürcânî, Abdüllah bin Ömer
“radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet etmisdir.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki, (Zemân ve mekândan mukaddes, kemiyyet ve keyfiyyetden
münezzeh olan Allahü teâlâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân
ve Alînin sevgisini sizin üzerinize farz etmisdir. Nasıl ki, nemâzı
ve zekâtı, orucu ve haccı farz etmisdir. Nasıl ki, tenleriniz
[vücûdlarınız], nemâzın ve zekâtın ve orucun, haccın serefi ile
sereflenir ise, kalbleriniz de, Ebû Bekr ve Ömer, Osmân ve Alî
“radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin muhabbetleri ile süslenir,
serefli olur. Âgâh olunuz. Her kim benim ümmetimden,
bedeni ile nemâz kılar ve eliyle zekât verir ve agzı ile oruc tutar
ve ayagı ile hacca gider, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîyi
– 426 –
kalbi ile dost edinir, o kimse, Allahü tebâreke ve teâlâ huzûrunda,
Cebrâîl ve Mikâîl aleyhimesselâm gibidir. Her kim nemâz
kılar, zekât verir, oruc tutar ve hac eder ve lâkin, gönlü ile
Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîyi “radıyallahü teâlâ anhüm”
sevmezse, o kimse, Allahü teâlâ celle sânühü dergâhında iblîs
gibidir ve iblîsden kötü ve mel’ûndur.) Allahü teâlâ muhâfaza
etsin.
Eger bir kimse, cehâlet ve tenbellikden dolayı ömrü boyunca
az ibâdet islemis olsa ve sartlarını yerine getirememis olsa,
kalbiyle bu dört serveri sevse, sonunda firdevs-i alâya gelir.
Eger bir kimse Nûh ve Lokmân “aleyhimesselâm” hazretlerinin
ömrü kadar yasayıp, her sâatinde bir çesid hizmet ve tâ’at
islese, kalbinde bu Çihâr yâr-i güzîne, bir zerre bugz olsa, sonunda
Lazy Cehenneminden baska yere gitmez. Sonunda, bin
sene tâ’at ve ibâdet, bir zerre sevilenlere bugz ile fâidesiz hâle
gelip, Cehennemlik olur. Bin sene boyunca hatâ ve ma’siyyet islese,
bir zerre Çihâr yâre sevgi ile Cennetlik olur. Tabî’atiyle,
sünnîlerin [ehl-i sünnet i’tikâdında olanların] günâhından îmân
ve tevhîd ve se’âdet kokusu gelir. Mübtedi’lerin [bid’at fırkasında
olanların] tâ’at ve ibâdetinden küfr ve ilhâd ve sekâvet kokusu
gelir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” nemâza
benzer. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anh” zekâta benzer. Osmân-
ı Zinnûreyn “radıyallahü anh” oruca benzer. Aliyyül Mürtedâ
“radıyallahü teâlâ anh” hacca benzer. Senin de böyle bilmen
lâzımdır. Netîcesinde iyilik bulursun. Bunlar hakkında sâir
senâ edip, demisdir ki:
Beyt:
Aklen güzel olan sudur ki, ise baslarken,
Sözün temeli, Allahdan baskası hâtıra gelmemesi.
Aczsiz kudret, cehlsiz hikmet Ona mahsûsdur,
Bütün herseyi yaratan kudret sâhibi Odur.
Onun yaratdıkları sayısızdır,
Her mahlûkuna verdiği ni’metler de sayısızdır.
Bu âyetde her çesid ihtilâf ile alâkalı muhâbere vardır,
Biz ehl-i sünnetin hizmetcisi, Çihâr yârın dostlarıyız.
– 427 –
6– Refi’üddîn “rahmetullahi aleyh”, Enes bin Mâlik “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Muhakkak
ben ümmetimden, onları Lâ ilâhe illallah, Muhammedün
Resûlullah kavline da’vet etdigim gibi, Ebû Bekr, Ömer, Osmân
ve Alînin “radıyallahü teâlâ anhüm” sevgisini de isterim.)
Bu hadîs-i serîf hakkında açıklanacak çok sey vardır. Eger onları
beyân edersek, söz uzar.
7– Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, dogru
rivâyet ile bildirmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurdu ki: (Ben ilmin sehriyim. Ebû Bekr zemînidir.
Ömer dıvârlarıdır. Osmân semâsıdır. Alî kapısıdır. Ebû Bekr,
Ömer, Osmân ve Alî hakkında hayr söyleyiniz!) Eger hayr söylerseniz,
önünüze hayr gelir. Onların dostlukları bereketinden
hepiniz hayr bulursunuz. Eger bedbahtlık ve ser söylerseniz,
onların yüksekliklerine zerre mikdârı eksiklik gelmez. Lâkin, o
ni’mete kavusamamıs bîçâre kendi bedbaht olup, o ser [kötülük]
sebebi ile, o din serverlerinin sefâ’atinden mahrûm olur.
Aslâ kurtulus bulmaz.
8– Sahîh rivâyet ile Abdürrahmân ibni Avf “radıyallahü teâlâ
anh” hazretleri bildirdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ben yakında ölürüm. Siz de
ölürsünüz. Kıyâmet günü amellerinizden size süâl olunur. Size
ogul, baba ve dede fâide vermez. Ancak selîm kalb ile Allahü
teâlâ hazretlerinin huzûruna gelen kurtulur. Günâhı olanlara
kıyâmet gününde sefâ’at etmemi ihsân, ikrâm etmislerdir. Benim
sefâ’atim, benim eshâbıma kötü söyliyenlere, dil uzatanlara
harâm olur.)
9– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Eshâbıma sögen kimseleri gördügünüz zemân,
her neye kâdir iseniz, tevbe etmeleri için onu yapınız. Müslimân
olsunlar. Eger onlar Ehl-i sünnet ve cemâ’at olmazsa aranızdan
gitsinler [aranızdan çıkarınız]. Sakın onlar gibi sapık fikrlere aldanmayınız,
yanarsınız.)
10– Refi’üddîn “rahmetullahi aleyh” Enes bin Mâlik “radı-
– 428 –
yallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etmisdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ebû Bekr benim
vezîrimdir. Benim yerimi tutar. Ömer benim dilimdir. Ondan
söz söyler. [Sözleri bendendir.] Osmân bendendir. Ben Osmândanım.
Alî benim amcamın oglu ve kardesimdir. Yâ Ebâ
Bekr! Öyle zan ediyorum ki, kıyâmet günü, benim ümmetime
sefâ’at edeceksin!) “radıyallahü teâlâ anhüm”.
11– Sahîh rivâyet ile Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ
anhümâ” hazretlerinden bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Ebû
Bekr dînin diregidir. Ömer fitnenin kilididir. Ömer hayâtda oldukça
fitne olmaz. Osmân münâfıkların mihnetidir. Ya’ni ibtilâsıdır.
[Belâya düsürdükleri kimsedir.] Onun kâtilleri tarafında
olanlar münâfık olup, Cehennemin asagılarında olsalar gerekdir.
Alî bendendir ve ben Alîdenim. Onun oldugu yerde ben
olurum. Benim oldugum yerde Alî olur.)
12– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden
rivâyet ile bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr
benim ümmetimin en iyisi ve en sâdıgıdır. Ömer ümmetimin en
azîzidir. Osmân ümmetimin en hayâlısıdır ve en çok ikrâm edenidir.
Alî ümmetimin en nûrlusudur.) Bir rivâyetde (En âlimidir.)
13– Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti
ile bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr, islâmın tâcıdır.
Ömer, islâmın hullesidir [elbisesidir]. Osmân, islâmın cevâhiri
ile süslü imâmesidir. Alî, islâmın güzel kokusudur.) Her kim
basına tâc koymak, hulleyi örtünmek, süslü imâmeyi [sarıgı]
basına baglamak ve güzel koku sürünmek isterse, karanlıgın
[zulmetin] ısıgı ve dogru yol üzere olan bu imâmlara uymalıdırlar.
Zîrâ onlar yagmura benzer ki, nereye düserlerse fâideli
olurlar.
14– Hubeys bin Hâlid “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: (Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Âise; Allahü teâlâ ve
– 429 –
tekaddes hazretlerinin âlidir. Alî ve Hasen, Hüseyn ve Fâtıma;
benim âlimdir. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri kıyâmet gününde,
kendi âli ile benim âlimin arasını Cennet bagçelerinden
bir bagçe ile birlesdirir.)
15– Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Ümmetimden eshâbıma verdigin bereketi
geri tutma. Eshâbımdan Ebû Bekre verdigin bereketi ondan
geri tutma. Eshâbımı Ebû Bekr etrâfında topla. Onun islerini
dagınık etme. Ebû Bekr dâimâ senin isini kendi isleri ve
mesgûliyyetleri üzerine tercîh etmisdir. Allahım! Sen Ömer bin
Hattâbı azîz kıl. Osmânı sabr ve tehammül üzerine kıl. Alîye
tevfiki refîk kıl.)
16– Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile bildirilen hadîs-
i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Ebû Bekrin sevgisi gufrânı vâcib kılar.
Ömerin sevgisi isyânı mahv eder. Osmânın sevgisi îmânı kuvvetlendirir.
Alînin sevgisi, Cehennem atesini söndürür.)
17– Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyeti
ile bildirilen hadîs-i serîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri
Ebû Bekre rahmet etsin. Bana kızını tezvîc etdi. Beni
hicret sehrine götürdü. Ya’nî bana deve verdi ve bana mu’âvenet
etdi. Ve yoldas oldu. Mekke-i Mükerremeden, Medîne-i
münevvereye vardık.) Âlimlerden ba’zısı derler ki, (hamelenî
dâr-ı hicret) [Beni hicret diyârına tasıdı]nın ma’nâsı odur ki,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hicret
gecesi, Mekkeden dısarı çıkdılar. Bir mikdâr yaya gitdiler. Bir
mikdâr yol gitdikden sonra yoruldular. Gitmege ta’katları kalmadı.
Istedi ki o yere otursunlar. Hâlbuki müsrikler yollara
gözcüler koymuslar idi. Ebû Bekr hazretleri, kâfirler izlerince
gelip, bunları bulurlar diye korkdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerini arkasına alıp, Allahü teâlânın
kendisine güç ve kuvvet vermesi ile, üç mil yâhud dahâ ziyâde
mesâfe mikdârı götürdü. Sonra develerin yanına vardılar. (Allahü
teâlâ sânühü rahmet etsin Ömere ki, acı da olsa, hakîkati
söyler. Allahü teâlâ rahmet etsin Osmâna ki, melekler ondan
– 430 –
hayâ ederler. Allahü tebâreke ve teâlâ Alîye rahmet etsin. Allahım!
Alîye, her bulundugu yerde hakkı söylemesini muvaffak
eyle.)
18– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet
etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Rabbimden, ümmetimden
râzı olmasını süâl etdim. Allahü teâlâ, bana vahy gönderdi ki,
ben ümmetinden, üç kimse hâriç râzı oldum. Bunlar [ya’nî, râzı
olmadıklarım], Kur’ân-ı azîm-üs-sâna mahlûkdur diyen. Digeri
o kimse ki, senin eshâbını seb’ eyledi [kötüledi]. Biri o kimse
ki, kader ile tekellüm eder [konusur].) Ya’nî Kaderî olur.
[Ehl-i sünnet i’tikâdında olanlar kadere inanmıs, hayrın ve serrin
Allahü teâlâdan olduguna îmân etmislerdir.]
19– Âise-i Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet etdigi
hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Ümmetimin en serlileri Eshâbımı “radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” kötüleyenlerdir.) [Ya’nî sî’îlerdir.]
20– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdigi
hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerine iblîs münâcât
edip, dedi ki, Yâ Rabbî! Âdem aleyhisselâm Cennetden
yeryüzüne indi. Ben bilirim ki, ona kitâb, resûl gönderilir. Onların
kitâbı nedir. Resûlleri kimdir. Allahü teâlâ buyurdu ki:
Onların Resûlleri melekler olur. Kendilerinden Peygamberler
olur. Onların kitâbı Tevrât ve Incîl ve Zebûr ve Fürkân olur.
Dedi, yâ Rabbî! Benim kitâbım nedir ve Resûlüm kimdir. Allahü
teâlâ azze ismühü buyurdu ki: Senin kitâbın odur ki, a’zâlarını
[uzvlarını] igne ile dögüp [igne batırıp], üzerlerine çivid sürmek
ve si’r okumak. Resûllerin kâhinlerdir ki, remil atarlar,
gayb söylerler, cadılık ederler. Ta’âmın [yiyecegin] o yiyecekdir
ki, onun üzerine benim ism-i serîfim anılmaya. Serâbın [içecegin]
serhos eden her nesnedir ve evin hamâmdır. Âdem oglu
eger bir hatâ edip, bir günâh islerse, sonra pismân olup, istigfâr
ederse, o günâhı yok olur. Iblîs dedi; ben onların kalblerine bir
günâh salarım ve gözlerinde zînetlendiririm ki, o günâhdan istigfâr
ile halâs olmazlar. [Bu günâh] Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân
ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hakkında kötü söz söy-
– 431 –
lemek, Onlara düsman olmakdır.)
21– Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet
etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her seyin bir aslı vardır. Îmânın
aslı vera’dır. Her seyin bir fer’i vardır. Îmânın fer’i sabrdır.
Her seyin bir koruyucusu vardır. Bu ümmetin koruyucusu amcam
Abbâsdır. Her seyin bir torunu vardır. Bu ümmetin torunu,
ogullarım Hasen ve Hüseyndir. Hersey için bir kanat vardır.
Bu ümmetin kanadı, Ebû Bekr ve Ömerdir. Her sey için bir hisâr
vardır ki, onun sebebi ile düsman fırsat bulamaz. Bu ümmetin
kalkanı ve hisârı, Osmân ve Alîdir “radıyallahü teâlâ anhüm”.)
22– Sahîh rivâyet ile Ebû Zer-i Gıfârînin “radıyallahü teâlâ
anh” bildirmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yay gibi oluncaya
kadar Allahü teâlâya ibâdet etseniz, yay kirisi gibi oluncaya
kadar oruc tutsanız, dizleriniz kuru oluncaya kadar nemâz
kılsanız, ehl-i beytimden veyâ eshâbımdan birisine bugz etseniz,
elbette Allahü teâlâ hazretleri sizi burnunuz üzerine sürüyerek
Cehenneme dâhil eder.)
23– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdigi
hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdular ki: (Her Peygamberin bir nazîri vardır. Benim ümmetimden
Ebû Bekr, Ibrâhîm Halîle “aleyhisselâm” benzer.
Ömer, Mûsâ kelîme “aleyhisselâm” benzer. Osmân, Hârûna
“aleyhisselâm” benzer. Alî bana benzer. Îsâ bin Meryeme
“aleyhisselâm” bakmagı seven, Ebû Zer Gıfârîye baksın “radıyallahü
teâlâ anh”.)
24– Bera’ bin Azîbin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis
oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdular ki: (Ars üzerinde, Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Resûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı sehîd
ve Aliyyül Mürtedâ yazılıdır.)
25– Ebû Hüreyrenin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis
oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekr ne iyi kisidir. Ömer
– 432 –
ne iyi kisidir. Osmân ne iyi kisidir. Alî ne iyi kisidir. Ebû Ubeyde
ne iyi kisidir. Mu’âz bin Cebel ne iyi kisidir.)
26– Seleme tebnil-Ekvânın “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
etmis oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yıldızlar, semâ ehli için
emân halk olundu. Eshâbım, ümmetime emân için halk olundu.)
Yıldızlar gökde oldugu müddetçe, semâ ehli âfetlerden
emîndirler. Eshâbımın muhabbeti, gönüllerde oldukça, ümmetim
dürlü azâblardan emîn olur.
27– Enes bin Mâlikin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmis
oldugu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki: (Üç sey Enbiyâ islerindendir.
Mu’allimlere ve üstâdlara hediyye vermek. Âlimleri mükerrem
tutmak. Eshâbımı sevmek.)
28– Ebû Sâid-il Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbımı kötülemeyiniz!
Rûhum onun yed-inde olan Allahü teâlâ hakkı için, eger sizin
biriniz Uhud dagı kadar altın sadaka fakîrlere verseniz, onlardan
birisinin bir müd mikdârı sadakasının yerini tutmaz ve yarım
müdünün sevâbına erismez.) Bir müd ikiyüzyetmisüç dirhem
ve iki dank eder. [875 gramdır.]
29– Hazret-i Ümm-i Selemenin “radıyalahü teâlâ anhâ” rivâyet
etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Gökden bir kovanın indigini
gördüm. Ben ki, Resûlullahım! O kovadan on yudum içdim.
Sonra ondan Ebû Bekr ikibuçuk yudum içdi. Ömer onbuçuk
yudum içdi. Ondan sonra Osmân onikibuçuk yudum içdi.
Sonra bu kova semâya kaldırıldı.) Bunun ma’nâsı, Allahü teâlâ
bilir, odur ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
o zemân ömrü on sene kalmısdı. Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” ikibuçuk sene hilâfet etdiler. Ömer “radıyallahü
teâlâ anh” onbuçuk sene halîfe oldular. Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” onikibuçuk sene halîfe oldular.
30– Ebû Sâid-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Muhammed Mustafâ “sallallahü
– 433 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:28
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Size kelâm-ı
kadîm ile bildirilenleri yapmanız lâzımdır. Amel etmemekde
aslâ özrünüz makbûl degildir. Eger Kitâbullahda olmazsa, benim
sünnetim ile amel ediniz. Eger benim sünnetimde de olmazsa,
benim Eshâbımın söyledikleri ile amel etmekle mesgûl
olunuz “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în.” Zîrâ, muhakkak benim
eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyet
bulursunuz. Eshâbımın ihtilâfı size rahmetdir.)
Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
kavl-i serîflerine muvâfık [uygun] olarak baska yerlerde
de buyurulmusdur. (Ümmetim arasında ihtilâf rahmetdir.)
Ya’nî ümmetimin âlimleri, dînin aslını muhâfaza etmekde hırslıdırlar.
(Kitâb, Sünnet, Icmâ’ ve Kıyâs)dan dısarı çıkmazlar.
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bir ümmetde bir tâife yaratdı.
Bu söz sâhibi âlimler fürû-ı dinde ihtilâf etdiler. Dînin aslını
kıyâmete kadar, saklı tutdular [Üsûl-i dîne dokunmadılar.] Eshâb-
ı hadîs, eshâb-ı rey’ ehl-i sünnet vel cemâ’at üzeredir. Onları
hıfz etmisdir. Ser’î konularda birbirlerinin arasında ihtilâf
olan âlimler, birbirlerine kâfir demezler. Mu’tezile, hâricî ve râfizî
tâifelerinden baska hiçbir tâife yokdur ki, baska tâifeye kâfir
desin. [Bu üç tâife de bozukdur.] Muhakkak ki onların sıfatı
ile alâkalı olarak Allahü teâlâ kelâm-ı kadîminde buyurmusdur:
(... Ancak Rabbinin rahmeti ile anlasıp, ayrılmayanlar müstesnâdır...)
[Hûd sûresi 119.cu âyeti kerîmesi meâli.] Eshâb-ı kirâmın
ihtilâfında bizim için rahmet vardır. Onların herbirini sevmelisin
ki, rahmete kavusasın.
31– Refî’üddînden “rahmetullahi aleyh” sahîh rivâyet ile bildirildi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdu ki: (Eger Ebû Bekrin fazîletlerini gök üzerine koysalar
idi, ates üzerinde tencerenin kaynaması gibi, gökün kaynamasını
isitirdiniz. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, o
kimsedir ki, heybeti meleklere te’sîr eder. Hazret-i Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” o kimsedir ki, melekler gelip, Onun
Kur’ân-ı kerîm okumasını dinlerler. Alî “radıyallahü teâlâ anh”
hazretleri o kimsedir ki, üzerinde yürüdügü için yer onunla
ögünür.)
32– Sahîh rivâyet ile Rüknül-islâm Ahmed-el Cürcânî, Enes
– 434 –
bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden bildirmis oldugu
hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
efendimiz hazretleri buyurdu ki: (Muhakkak benim havzum
için dört rükn vardır.) Ya’nî bu havzun serâbına dört yol
vardır. Çihâr yâr-i güzîn olan Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alînin
tasarrufundadır “radıyallahü teâlâ anhüm”. Nebîlerden sonra,
gelmis ve gelecek bütün insanların üstünüdürler. Kevser havzının
birinci rüknü Ebû Bekrin elinde olur. Ikinci rüknü Ömerin
elinde olur. Üçüncü rüknü Osmânın elinde olur. Dördüncü rüknü
Alînin elinde olur. Yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygamberin
ümmetinden bir kimseye Çihâr yârdan iznsiz o havza varmaga
izn yokdur. Kimsenin onun ile isi yokdur. Halk o gün susuz ve
bası açık ve hasta ve yanmıs olup, Havz-ı Kevser ile feryâdlarını
gidermege, ferâhlamaga muhtâcdır. Her kim Ebû Bekri “radıyallahü
teâlâ anh” sever, Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” sevmezse;
o kimse Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
yanına gidip, su isterse, o kimseye su vermez. Her kim
Ömeri “radıyallahü teâlâ anh” sevip, Ebû Bekri “radıyallahü
anh” sevmezse, o kisi hazret-i Ömerin yanına varınca, hazret-i
Ömer, Ebû Bekri sevmiyene su vermez. Her kim hazret-i Osmân
bin Affânı sevip, hazret-i Alîyi sevmese, o kisi hazret-i Osmânın
yanına vardıkda, hazret-i Osmân, hazret-i Alîyi sevmiyene
su vermez. Her kim hazret-i Alîyi sevip, hazret-i Osmânı sevmezse,
hazret-i Osmânı sevmiyen hazret-i Alînin yanına vardıkda,
hazret-i Alî, ona su vermez.
Süâl: Eger sen dersen ki, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömeri
sevmiyeni, hazret-i Alî hazret-i Osmânı sevmiyeni nereden bilir?
Cevâb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurmusdur ki, (Bir kimse, benim eshâbımın zerre mikdârı
bugz ve adâvetini gönlünde tutarsa, alnında siyâh bir hat seklinde
yazı oldugu hâlde kalkar: (Bu kimse Allahü teâlâ hazretlerinin
rahmetinden ümîdini kesmisdir) yazılıdır.)
Ondan sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdular ki: (Bir kimse ki, dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını,
hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın büyüklügünde ve temizliginde
iyi tutup ve Ebû Bekr-i Sıddîki hak üzere halîfe bilse, din ve is-
– 435 –
lâmını dogru etmisdir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
rahmetine kavusamamak derdinden emîn olmusdur. Her kim
dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını Ömer-ül Fârûkun büyüklügünde
ve temizliginde iyi tutup, Ömeri Ebû Bekrden sonra
emîr ve imâm bilirse, kendi kurtulus yolunu bütün sübhelerden
pâk eder. Hakîkat ve yakîn ile yükü hafîfliyenler ve kurtulanlar
cümlesinden olur. Bir kimse ki, dilinin sözünü ve kalbinin i’tikâdını,
Osmân bin Affânın büyüklügü ve temizliginde iyi tutarsa
[dili ile ve kalbi ile onu iyi bilirse], Ömerden sonra halîfe ve
imâm bilirse, nûr-ül lütf ve kemâl-i îmân ile ve Kur’ân-ı kerîmin
nûru ile münevver ve rûsen olur ve kabr karanlıgını o sebeb ile
kendinden uzak tutmus olur. Bir kimse dilinin kavlini [sözünü]
ve kalbinin i’tikâdını Aliyyül Mürtedânın büyüklügü ve temizliginde
iyi tutup [onu iyi bilip], Alîyi Osmândan sonra halîfe ve
imâm bilirse, o kimse, takvâ elini îmân agacının budaklarından
[dallarından] bir budaga uzatmıs, dostluk ve âsinâlık ahdini Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretleri ile ve melekler ile ve Nebîler
ile ve bütün mü’minler ile saglamlasdırmıs olur. Bir kimse, benim
bütün eshâbıma ve Ehl-i beytime, küçügüne ve büyügüne,
günâhkârına ve günâhsızına, dili ile medh-ü senâ etse, kalbiyle,
hayr ve salâh, sıdk ve sevâb ve resâd i’tikâd etse, o kimse
mü’mindir. Bir kimse benim eshâbıma, aralarındaki muhârebelerden
ve sulhden, hayrdan ve serden, fâide ve zarardan, onlar
hakkından dili ile kötü söz söyler ise, kalbiyle onları inkâr ve
bugz ederse, o kimse münâfıkdır. Ebedî Cehennemde kalır ki,
Allahü teâlâ Sûre-i Nîsâ 145.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Münâfıklar
elbette Cehennemin esfel derekesinde olurlar. Onlar
için hiçbir yardımcı yokdur) buyurmusdur.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
bu havzına Kur’ân-ı azîm ve kitâb-ı kadîmde delîl vardır. Söz
uzayacak ise de, bahs etmek lâzımdır. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek sözleri, Kur’ân-ı
azîm-üs-sânda bildirilmisdir. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri
buyuruyor: (Bismillâhirrahmânirrahîm. Innâ a’taynâ
.......) Bu sûrenin harflerini ve kelimelerini beyân edelim. Sonra
fazîletini beyân edelim. Bu sûre üç âyetdir. Kelimeleri ondur,
harfleri kırkikidir. Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ
anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
– 436 –
buyurdu ki: (Her kim bir kerre Innâ a’taynâ sûresini okursa,
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, o kimseye, Cennetde o kadar
ni’met ve hil’at, makâm ve derece verir ki, temâmı, yeryüzü
dogudan-batıya kadar deve ile dolu olsa ve her deve üzerinde
bir kitâb olsa, her kitâbın eni ve uzunlugu bütün yeryüzü kadar
büyük olsa, o kitâbların temâmı kıl kalem ile ince yazılmıs
olsa, cümlesi bu sûre-i azîmeyi okuyanın kazandıgı ni’metlerin,
mülklerin, kösklerin, çardakların, odaların vasflarını açıklamaya
ancak yeter.)
Allahü teâlâ hazretleri Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerine buyurdu ki: (Biz sana senden
ötürü ve senin ümmetinden ötürü bir havz i’tâ etdik. Bütün
Peygamberler ve ümmetleri o kıyâmet günü o havzın serâbını
arzû edici olurlar.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri o günde Cebrâîl aleyhisselâmdan Innâ a’taynâ
sûresini isitdi. Sonra Mi’râca çıkdıgında, gözleri ile gördü.
Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında
Kevser havzından bahs edilmedigi ân az olur idi. Dünyâda, yaratıldıgı
ândan beri Havz-ı Kevsere benzer bir havz görülmemisdir.
Bundan sonra da kıyâmete kadar olması mümkin degildir.
Onu gördükden sonra, onun akması sesini isitdi. Murâd etdi
ki [istedi ki], Kevser havzının sesini vasf etsin. Mümkin olmadı.
Zîrâ o ibâre Eshâb-ı güzînin kudretine ve fehmine sıgmaz.
Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah! Allahü
teâlâ buyurdu ki: (Sen onun sesini vasf etmekde zorluk çekiyorsun.
Eshâbının da fehm etmege [anlamaga] kudretleri yokdur.
Biz kemâl-i lütfumuz ile, zahmetsiz ve sıkıntısız, Kevser havzı
suyu dört ırmagının sesini isitdirdik ki, havz-ı kevsere gider. Su,
süt, serâb ve bal ırmaklarından gider. Iste senin eshâbına ve
ümmetine gösterdik. Her kim isterse ki, söyle, iki parmagını iki
kulagına koysun. O sesi bunca yıllık yoldan kendi kulagı ile isitir.)
33– Kevser havzı vasfı için söylenen haberler devâmla söyledir.
Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin
rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak benim
için bir havz vardır. Rabbim bana va’d etmisdir. Kıyâmet
– 437 –
günündeki, o havuzdan çok hayr ve fâide görülse gerekdir. O
havzın adı Kevserdir. O havzın sâkîleri, Ebû Bekr-i Sıddîk,
Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü
teâlâ anhüm” hazretleridir. O havzın eni magrib ile
mesrık arası kadardır. Uzunlugu gök ile yer arası kadardır.
Onun çanakları ve kadehleri, ibrikleri ve masrapalarının sayısı,
yıldızlar adedince, besyüz senelik yol boyunca güzel bir seklde
dizilmis. Her [âhıret] serâbı içici, bu bardaklar, kadehler, ibrik
ve masrapalar ile içer. Üzerlerinde kudret-i ilâhî ile bütün
[mü’minlerin] ismleri yazılmısdır. Her yer bir cevherden ve her
kadeh bir bakırdan, her cam bir heykelden, her kadeh bir sûretden,
her ibrik bir hilkatdendir. O havzın dibinde tas parçaları
ve kum yerine kırmızı yâkut ve yesil zeberced vardır. O çakıl
taslarının altında çamur yerine, kokucu misk ve çamurun altında
yer ve toprak yerine güzel kokulu kâfûr, her tarafı nûr
üzerine nûr, sürûr üzerine sürûrdur. Etrâfında za’ferân kubbeleri,
mercân incisi çadırları, her yerde renk renk dösekler dösenmis,
her yerde tahtlar ve istinât yerleri koyulmus. O havzın
serâbı sütden beyâz ve baldan tatlı, kardan sogukdur. Dünyâda
olan her güzel kokudan dahâ güzel kokusu vardır. Âb-ı hayâtdan
ziyâde hazm olucudur. Her kim o havuza dalsa, bogulmaz.
Istese ki o havuzdan bir dag kadar su götürebilir. Gücü
yeter, za’îflik yokdur. Her kim ki, onun serâbından bir katre
tatsa, basından ayagına kadar bütün agrılardan, dertlerden,
hastalıklardan kurtulur. Hiç susamaz. Korkudan emîn olur.
Kim ki bir katrenin kokusunu o havz-ı kevserden alsa, bütün
insanların ve kokuların ve ferâhlıgın aslını ve fer’ini, o kimse
cânında ve teninde isitir. Menba’ı [kaynagı] ve yolu Tûbâ agacının
kökündedir. Aslı sidret-ül müntehâdandır. Dört ırmakdır,
dört tarafından gelir. O ırmaklar birbirine mülâkat etdikden
sonra, havz-ı kevsere gelir. Biri su ırmagı, biri süt ırmagı,
biri serâb ırmagı, biri bal ırmagı. Su ırmagı Ebû Bekr tâli’ine,
süt ırmagı Ömer-ül Fârûk tâli’ine, serâb ırmagı Osmân-ı Zinnûreyn
tâli’ine, bal ırmagı Aliyyül mürtedâ tâli’ine “radıyallahü
teâlâ anhüm” akarlar. Bir serâb ki, hem simâ’ eder, hem cemâl
verir, hem kuslar gibi uçar, pervâz eder [döner], hem
ma’suklar ve dilberler gibi isve ve naz eder. Içenler ile söylesir.
Onda her vakt tavus var, ve arûs [gelin] var. Kuslar var. Deve
– 438 –
boynu gibi boynu olan herbir kus, o serâbın [havz suyunun]
üzerinde, dostların murâdı üzerine gelirler.) Ebû Bekr-i Sıddîk
ve Ömer-ül Fârûk dediler ki: Yâ Resûlallah! O kuslar ikrâm
edici mi olurlar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki: (O kimseler ki, o kusları yir. Onlar ziyâde
ikrâm edici olur.) Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Muhakkak benim havzımın
dört rüknü olur. Birincisi Ebû Bekrin elinde olur. Ikinci rüknü
Ömerin elinde olur. Üçüncü rüknü Osmânın elinde olur. Dördüncü
rüknü Alînin elinde olur “radıyallahü anhüm ecma’în”.
34– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile
bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretleri bütün âlemlerden, Peygamberlerden ve Resûllerden
beni seçdi. Peygamberler ve mürselînden gayri, bütün âlemler
üzerine benim Eshâbımı seçdi. Bütün Eshâbımdan Çihâr yârı
ihtiyâr etdi [seçdi]. Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî. Bunları
bütün eshâbımdan büyük ve fazîletli yapdı “radıyallahü anhüm”.
Sonra yüzyirmidört binden ziyâde Peygamberin ümmeti
arasında benim ümmetimi ihtiyâr etdi [seçdi]. Ümmetim arasında
dört devr seçdi. Bu dört devrden üçü birbiri akabincedir.
Sahâbe, tâbi’în, tebe-i tâbi’în. Bir kavm ki, vakti Îsâ aleyhisselâmın
nüzûlü vaktidir. [Dördüncü devre, bu devredir.] Bu dört
tâifenin zikri Kur’ân-ı mecîdde, Vâkıa sûresinin evvelinde gelmisdir.
O üç tâifenin hakkında, (Onların büyük kısmı eski ümmetlerdendir)
diye bildirilmis, dördüncü kısmdakiler ise, (Bir
kısmı da sonrakilerdendir) buyurularak bildirilmisdir. [Vâkıa
13-14])
35– Nu’mân bin Besîr “radıyallahü teâlâ anh” rivâyeti ile
bildirilen hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin en merhametlisi
Ebû Bekrdir. Allahın dîninde en kuvvetli olanınız Ömerdir.
Hayâda en sâdık olanınız Osmândır. En isâbetli hükm vereniniz
Alîdir.) Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bu ümmete
mahsûs dört büyük ni’met vermisdir ki, hiçbir ümmete, insanların
evveli Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerinin
zemân-ı serîfinden bu ümmete gelinceye kadar böyle
– 439 –
ni’met vermemisdir. Bu dört ni’metin sükrünü bu ümmetden,
bunun hüccetini ve hikmetini bilen bu dört kimse üzerine farz
etmisdir. Birincisi, Muhammed “aleyhisselâtü vesselâm” hazretleri
gibi bir Peygamber, ya’nî Resûl ni’metidir. Ikincisi, islâm
dîni gibi, kıymetli bir din ni’metidir. Üçüncüsü, Kur’ân-ı kadîm
gibi, bir kelâm-ı kerîm ni’metidir. Dördüncüsü, kendi zât-ı pâkına
mahsûs muhabbeti, dostlugu, bu ümmete hediyye etme
ni’metidir. [Allahü teâlâ Mâide sûresi 54.cü âyetinde meâlen,
(Allahü teâlâ onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler) buyurmusdur.]
Âlem halk olunalıdan beri, bizden baska kimseye,
Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden bu dört ni’met müyesser
olmamısdır. Bu dört hil’at verilmemisdir. Bizden evvel
olan ümmetlerde Peygamberler çok idi. Lâkin Muhammed
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri gibi yok idi. Bu
ümmetlere de kitâb nâzil olmus idi. Lâkin Kur’ân-ı azîz ve mecîd-
i kerîm gibi nâzil olmamısdı. Bizden önceki ümmetlere Allahü
teâlâ ve tekaddes hazretleri çok ni’metler verdi. Lâkin kendi
husûsî muhabbeti gibi kimseye vermedi. [Bu ümmete verdi.]
Ondan dolayı ki, Cebrâîl ve Mikâîlin kullugu husûsî ni’metler
ile, Isrâfîl ve Azrâîlin kullugu husûsî hil’atlar iledir. Bunun gibi,
Ruhâniyân ve Kerûbiyân meleklerinin kullugu husûsî ni’metler
iledir. Hamele-i ars ve kürsîyi nakl eden meleklerin ve Levh-i
mahfûz emînlerinin ve Kalem-i alâ rakîblerinin kullugu husûsî
hil’at iledir. Ümmet-i Muhammedin ya’nî bize mahsûs hil’at ve
ni’met, onun dostlugudur.
Beyt:
Günesde zerreyi görmek, dahâ kuvvetle mümkündür,
Fekat her zerrede günesi görmek nasıl mümkündür.
Gece bekçisi aynı olur mu hiç,
Kucagında Sultânı besliyen kimse ile.
Allahü Sübhânehü ve teâlâ ve tekaddes hazretleri, bu ümmete
dört büyük ni’met ve hil’at ihsân buyurdu. Bu dört ni’metin
sükrünü temâm ve lâyık oldugu üzere, bu ümmetden talep
etdi. Buyurdu ki: Eger siz bu dört ni’metin sükrünü istenilen
seklde yerine getirirseniz, üzerinize hıfz ederim. Onun üzerine
dîdâr ve cemâlimi görmegi ziyâde ederim. [Ibrâhîm sûresi 7.ci
– 440 –
âyet-i kerîmesinde meâlen], (Ni’metlerime sükr ederseniz, onları
artdırırım) buyurulmusdur. Burada, (artdırırım, ziyâde ederim)
kelâmı, dîdâra, Cenâb-ı Hakkın cemâlini görmek ma’nâsınadır.
Çünki, Yûnüs sûresi 26.cı âyetinde meâlen, (Dünyâda
güzel amel isleyenlere Hüsnâ ve ziyâde vardır) [Cennet ve Allahü
teâlâyı görmek vardır] buyurulmusdur. Lâkin, bu cümle ile
Allahü teâlâ bilir ki, bizim ömrümüz, diger ümmetlerin ömründen
kısadır. Bizim bedenimiz, diger ümmetlerin bedenlerinden
küçükdür. Bu ni’metleri ki bize verdi ve sükrünü vâcib kıldı. Bilir
ki, Ona lâyık sükr etmege kâdir degiliz. Sükr kemâl üzere olmayıp,
azl edilmis ve ayrı düsmüs kalırız. Sonra kendi fadlı ve
rahmeti ile takdîr ve tedbîr edip, bu ümmetden dört kimseyi, bu
dört ni’metin sükrü için seçdi. Birincisi, Ebû Bekr-i Sıddîkı,
Muhammed Mustafa “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ni’metinin
sükründen dolayı seçdi. Ikincisi, Ömer-ül Fârûku; dîn-i islâm
ni’metinin sükründen dolayı seçdi. Üçüncü; Osmân Zinnûreyni,
Kur’ân-ı azîm ni’metinin sükründen dolayı seçdi. Dördüncü,
Aliyyül Mürtedâyı, kendi muhabbeti ni’metinin sükründen
dolayı seçdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”,
Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ni’metinin
sükrünü lâyıkı ile edâ etdi. Teni ve cânı ve malı ve evlâdı
ile yardımda bulundu. Fâide ve zararını hep onun isi yoluna
harc etdi. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” islâm ni’metinin
sükrünü kemâli ile edâ etdi. Bütün gayretini, siddetini islâmiyyet
yolunda kullandı. Gizli islâmı âsikâr etdi. Osmân-ı
Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” Kur’ân-ı azîm-üs-sânın sükrünü
gerekdigi gibi edâ etdi. Kur’ân-ı kerîmi topladı. Kendi bes
adet Kelâmullah yazdırdı. Islâmın dört bir tarafındaki beldelere
gönderdi. Iki rek’at nemâzda Kur’ân-ı kerîmi hatm etdi.
Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, özel muhabbetin
sükrünü hakkıyla edâ etdi. Kılıncını kınından çekdi. O
kılıncın kahrı ile dostları düsmanlardan ayırdı. O dört ni’metin
hayr ve bereketi ve o dört hil’atin sükrü, bugün dünyâda ve yarın
âhıretde ebedî kalacakdır. Bizim üzerimizde o hayrın
ma’nâsı sudur: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdu ki: (Ümmetimden, ümmetim üzerine en merhametlisi
Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Allahü teâlânın dîninde en kuvvetli olanınız
Ömer-ül Fârûkdur. Hayâ cihetinden en sâdık olanınız,
– 441 –
Osmân bin Affândır. En cömerdiniz, hem beden, hem mal ile
Alî bin Ebî Tâlibdir.)
Rahmetin en kâmil olanı Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ
anh” nasîbidir. Kuvvetin temâm olanı Ömerin “radıyallahü
anh” nasîbidir. Hayânın en yüksegi Osmânın “radıyallahü anh”
nasîbidir. Cömertlik ve yigitlikde en önde olmak Alînin “radıyallahü
anh” nasîbidir. Ebû Bekr “radıyallahü anh” rahmet ile
vasflandırılmısdır. Rahmetin yeri gönüldür. Ömer kuvvet ile
vasflandırılmısdır. Kuvvetin mahalli bedendir. Ebû Bekr gönül
yerindedir. Ömer beden yerindedir. Gönül ile beden birbiri ile
berâber bulunur. Lâkin beden gönlün hizmetindedir. Gönül bedenin
âmiridir. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hilâfetin aslıdır.
Ömer fer’idir. Bunun gibi, hayâ Osmânın “radıyallahü teâlâ
anh” sıfatıdır. Civânmertlik Alînin sıfatıdır. Hayânın mahalli
gözdür. Civânmertlik el ile olur. Göz ve el ikisi de kisinin zînetidir.
Lâkin göz elden üstündür. O sebebden ki, yarın kul kıyâmet
gününde, eli ile Allahü teâlâ hazretlerinin hil’atını tutar.
Ammâ, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin bîçûn ve bîçûgûne
[nasıl oldugu anlasılamıyan ve anlatılamıyan] cemâl-i ezelîsini,
gözü ile [nasıl oldugu anlasılamıyan ve anlatılamıyan seklde]
müsâhede eder.
36– Zehrî “rahmetullahi aleyh”, isnâd ile Abdürrahmân bin
Avfdan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bir gün Medîne-i
münevverenin mescidinde, ömrlerinin altmısüç yasının son
günlerinde, çok cemâ’at arasından kalkdı. Minbere çıkdı. Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretlerine hamd ve senâ eyledi. Baslangıc
sözünden sonra buyurdu. (Bana ne olmusdur ki, sizi ihtilâf
içinde görürüm. Ey havâs ve avâm! Benim sevgim, ehl-i beytimin
sevgisi, Eshâbımın sevgisi, benim ümmetimin üzerine kıyâmet
gününe kadar farzdır.) Buyurdu ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk
nerededir.) Ebû Bekr de oldugu yerden sür’atle ayak üzerine
kalkıp, dedi ki, yâ Resûlallah! Ben buradayım. Hazret-i Server-
i âlem buyurdu: (Bana yakın gel yâ Ebâ Bekr!) O da yakınına
vardı. Buyurdu: (Minber üzerine gel.) Minber üzerine
vardı. Resûlullahın huzûruna vardı. Onu yanına aldı. Onun yüzünü
kendi mubârek sînesine [gögsüne] tutdu. Bir müddet yü-
– 442 –
zünü, mubârek sînesine sürdü. Iki gözünün arasından öpdü.
Orada o kadar agladı ki, mubârek gözlerinin yası, mubârek yüzünden
kendi üzerine ve Ebû Bekrin üzerine akıyordu. Yüksek
ses ile: (Ey müslimânlar! Bu gördügünüz Ebû Bekr-i Sıddîkdır.
Muhâcîr ve Ensârın seyyidi ve büyügüdür. O kimsedir
ki, Allahü tebâreke ve teâlâ bana emr etdi ki, ben onu kendime,
dünyâda baba mertebesinde tutdum. Âhıretde sonsuz olarak
dost edindim. Bu benim musâhibimdir. Cümle halk beni
tekzîb ederken, o beni tasdîk etdi. O vakt ki, bütün herkes beni
sürdügü zemân bu beni mekânlandırdı, makâmlandırdı.
Herkes benden kaçıp, nefret etdigi zemân bu benimle ülfet ve
ünsiyyet etdi. Herkes beni öldürmek istedigi zemân, malını, cânını,
bedenini bana fedâ etdi. Kızı Âise-i Sıddîkayı bana tezvîc
etdi. Bilâli kendi malından benim için âzâd etdi. Allahü teâlâ
ve tekaddes hazretlerinin la’neti ve meleklerin la’neti, bütün
insanların la’neti, buna bugz edenlerin üzerine olsun. Allahü
teâlâ buna bugz edenlerden bîzârdır. Ben de bîzârım. Her kim
isterse ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinden ve benden
bîzâr olmak; Ebû Bekrden bîzâr olsun.) Sonra buyurdu ki; (Ey
müslimânlar! Burada bulunup, benim sözlerimi isitiyorsunuz!
Bu sözleri, benim ümmetimden burada bulunmıyanlara, kıyâmete
dek iletiniz. Yâ Ebâ Bekr! Geri dön, yerinde otur. O seyi
ki, ben senin hakkında söyledim. Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretleri bilir, gerçekdir, sâbitdir. Ve benim söyledigimden ziyâdedir.)
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” minberden inip,
yerine oturdu.
Sonra buyurdu ki, (Ömer bin Hattâb nerededir). Ömer “radıyallahü
teâlâ anh” hazretleri yerinden sür’atle kalkıp, dedi
ki, (Yâ Resûlallah! Ben buradayım.) Buyurdu: (Yâ Ömer, benim
yanıma gel!) O da geldi. Buyurdu: (Yâ Ömer, minber üzerine
gel.) Ömer “radıyallahü anh”da minber üzerine geldi. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onun yüzünü mubârek
sînesine [gögsüne] dayadı. Iki gözünün arasından öpdü.
Gördük ki, mubârek gözlerinin yası hazret-i Ömerin üzerine
damladı. Sonra minber üzerinde yüksek ses ile buyurdu ki; (Ey
müslimânlar! Bu Ömer-ibnül Hattâbdır. Muhâcir ve Ensârın
büyügüdür. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri
bana emr etdi ki, ben bunu yardımcı ve mesveret edici ola-
– 443 –
rak aldım. Bu o kimsedir ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ
Kur’ân-ı kerîmi bunun lisânı, kalbi ve yed-i üzerine nâzil etmisdir
[indirmisdir]. Bu o kimsedir ki, acı da olsa, hakkı kabûl
eder. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlâ hazretlerinin emr ve yasaklarında,
ayblayanların ayblamalarından çekinmez. Bu o kisidir
ki, seytân ondan kaçar. Bu odur ki, bunun heybetinden,
hârâ tası, demir ve çelik erir ve mahv olur. Bu odur ki, yarın
Cennetin ısıgıdır ve Cennet ehlinin mefâhiridir. Buna bugz
edenin üzerine Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin, meleklerin
ve bütün halkın la’neti olsun. Allahü Sübhânehü ve
teâlâ hazretleri buna bugz edenlerden berîdir [uzakdır], ben de
uzagım.)
Sonra (Osmân bin Affân) nerededir, buyurdu. Osmân bin
Affân “radıyallahü teâlâ anh” oturdugu yerden sür’atle kalkıp,
(Yâ Resûlallah! Iste ben buradayım) dedi. Buyurdu: (Yâ Osmân
bana yakın gel!) O da gelip, minbere çıkdı. Onu da mubârek
gögsüne çekip, iki gözünün arasından öpdü. Sonra o kadar
agladı ki; Nakl eden der ki: Mubârek gözlerinin yası akıp, hazret-
i Osmânın üzerine döküldügünü gördüm. Sonra yüksek
sesle buyurdu: (Ey müslimân cemâ’ati! Bu Osmân bin Affândır.
Muhâcir ve Ensârın büyügüdür. Bu, o kimsedir ki, Allahü
teâlâ hazretleri bana emr etdi ki, ben onu sened ve dâmâd ittihâz
etdim [seçdim]. Iki kızımı vererek dâmâd seçdim. Eger
üçüncü kızım olaydı, onu da tezvîc ederdim. Bu, o kimsedir ki,
gökdeki melekler bundan hayâ eder. Buna bugz edenler üzerine
Allahü teâlâ hazretlerinin ve bütün la’net edenlerin la’neti
olsun!)
Sonra buyurdu: (Alî bin Ebî Tâlib nerededir.) Alî “radıyallahü
teâlâ anh” oturdugu mekândan sür’atle kalkıp, dedi ki:
(Yâ Resûlallah! Ben burada hâzırım.) Resûl-i Hudâ Muhammed
Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Bana
yakın ol) buyurdu. O da yakın oldu. (Minber üzerine gel)
buyurdu. O da geldi. Yüzünü mubârek gögsüne basdı. Iki gözünün
arasından öpdü. O kadar agladı ki, mubârek gözlerinin yası
hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” üzerine akdı. Sonra
mubârek eli ile tutup, yüksek sesle buyurdu ki, (Ey müslimân
cemâ’ati! Bu Alî bin Ebî Tâlibdir. Bu Muhâcir ve Ensârın bü-
– 444 –
yügüdür. Ve benim kardesimdir. Amcam ogludur. Ve benim
dâmâdımdır. Tenimdendir, kanımdandır, tüyümdendir. Bu, iki
torunumun babasıdır. Hazret-i Hasen ve Hüseyn ki, Cennet
gençlerinin seyyidleridir. Bu, çok gam ve gussayı benden gidermisdir.
Çok alçak ve kuvvetli düsmanları susdurmusdur. Bu o
kimsedir ki, adı mukâbilinde, Allahü teâlânın aslanı ve kılıncıdır.
Allahü teâlânın ve bütün la’net edenlerin la’neti, yeryüzünün
düsmanlarına ve buna bugz edenlere olsun. Allahü teâlâ
ona bugz edenlerden berîdir [uzakdır]. Ben de berîyim [uzagım].
Kim Allahü teâlâdan uzak olmak istemezse, Alî bin Ebî
Tâlibden uzak olmasın. Sizden hâzır olanlarınız, bu vasiyyetleri,
burada bulunmıyanlara ulasdırsın.) Sonra buyurdular ki;
(Var otur, yâ Ebel Hasen. Her ne ki, senin hakkında söyledim.
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri âlimdir ki, fazlası ile dogrudur.)
Ondan sonra yüksek sesle buyurdu: (Ey müslimânlar!
Eger, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine ibâdet etmekden
yay kirisi gibi incelseniz, dizleriniz kuruyuncaya kadar nemâz
kılsanız, ondan sonra ehl-i beytimden ve eshâbımdan birine
bugz etseniz, Allahü teâlâ hazretleri sizi, Cehennem zebânîlerine
emr ederek, yüzünüz üzerine Cehenneme dâhil ederler.)
37– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (O gün ki, hazret-i Cebrâîl-i emîn aleyhisselâm
bu âyet-i kerîmeyi getirdi. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri
[Mâide sûresi 6.cı âyet-i kerîmesinde meâlen] buyurur: (Ey
îmân edenler! Nemâza kalkdıgınız zemân, yüzünüzü ve dirseklere
kadar kollarınızı yıkayınız! Basınıza mesh ediniz! Topuklara
kadar ayaklarınızı yıkayınız!) Cebrâîl aleyhisselâm, Hilâfet
hüccetini [delîlini], abdest âyet-i kerîmesi ile bana bildirdi. Dedi:
Yâ Muhammed! Muhakkak, yüz ve eller, bas ve ayaklar tahâretde,
Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer bin Hattâb, Osmân bin Affân,
Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anhüm” gibidir.) Bunun
beyânı uzun sürer, ammâ, onu söylemekden baska çâre
yokdur.
Bu Çihâr yâr-i güzîni “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
sevmek farzdır. Bunu anlatmak îcâb eder. Bu dört isin yapılması
birbirinden ayrı degildir. Birbiri ile alâkalıdır. Bu Çihâr yârın
– 445 –
dostlugu [sevgisi] de ayrı degildir. Birbiri ile alâkalıdır. Tahâret
[abdestde yıkanacak] mahalli dört uzvdur. Halîfelik mahalli de
dört sahsdır. Tahâretde yıkanacak farz olan mahal dörtdür. Lâkin
o mahallerin aslı birdir ki, kalb ve dindir. Bu dört isin dogrulugu,
bu dört mahalde niyyete baglıdır. Niyyet olmayınca tahâret
olmaz. Diger tarafdan bu dört büyük halîfenin sevgisi risâlete
[Peygamberlige] baglıdır. Risâlet olmayınca halîfelik olmaz.
Zîrâ burada, bu dört uzvun tahâretinde tertîb farzdır. Evvelâ
yüzü yıkamak, sonra kolları yıkamak, ondan sonra bası
mesh etmek, ondan sonra ayakları yıkamak. Burada da Çihâr
yâr-i güzînin dostlugunda tertîb farzdır. Evvelâ Ebû Bekr, ondan
sonra Ömer, sonra Osmân, dahâ sonra Alîdir “radıyallahü
teâlâ anhüm”. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” abdestde yüz
menzilesindedir. [Ya’nî yüz gibidir.] Yüzün temâmını yıkamak
farzdır. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” abdestde kol yerindedir.
Kolların yarısını yıkamak farzdır. Osmân “radıyallahü teâlâ
anh” abdestde bas yerindedir. Basın dörtde birini mesh etmek
farzdır. Alî “radıyallahü teâlâ anh” abdestde ayak yerindedir.
Ayagı topugu ile yıkamak farzdır. [Bacagın] sekizde biridir. Bunun
gibi, temâmı yıkanan uzv, yarısı yıkanan uzvdan efdaldir.
Yarısı yıkanan uzv, dörtde biri mesh olunan uzvdan efdaldir.
Dörtde biri mesh olunan uzv, sekizde biri yıkanan uzvdan efdaldir.
Böylece Ebû Bekr, Ömerden; Ömer, Osmândan; Osmân,
Alîden “radıyallahü teâlâ anhüm” efdaldir. Alî “radıyallahü
anh”, kendi vaktinden kıyâmete kadar olan bütün müslimânlardan
efdaldir.
Isâret: Ebû Bekr-i Sıddîk, tehâretde yüz [çehre] menzilesindedir.
Ömer-ül Fârûk el [kol] menzilesindedir. Osmân-ı Zinnûreyn
bas menzilesindedir. Aliyyül Mürtedâ ayak menzilesindedir.
Yarın Cennetde ayagın isi ve mesgûliyyeti, tahta oturmak
ve bir Cennet binegine binmekdir. Basın mesgûliyyeti ve isi,
gölgelik ve tâc takmakdır. Elin isi ve mesgûliyyeti, yimek, içmek
ve alıp vermekdir. Yüzün isi ve mesgûliyyeti, bîçûn ve bîçûgûne
olan Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin, cemâl-i ezeliyyesini
müsâhede etmekdir. [Kıyâmet sûresi 22.ci âyet-i kerîmesinde
meâlen buyuruldu ki:] (Kıyâmet günü bir kısm yüzler
güzel ve parlak olup, Allahü teâlâ hazretlerine âsikâre, hicâbsız
nazar ederler.)
– 446 –
38– Nu’mân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyet etdigi
hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinden
mi’râcda, sidret-ül müntehâda süâl etdim. Rabbim
o makâmda yok idi. Rabbim o makâmlardan münezzehdir. Dedim,
yâ Rabbî, yâ Pâdisâh-ı Mutlak! Benden sonra benim eshâbım
aralarında ihtilâf ederler. Ve aralarına ihtilâf salarlar. Sen
o hilâf edenlere ve ihtilâf salanlara ne yaparsın. O kimselerden
ba’zısı digerinin sözünü tutar. Ba’zısı bir baskasının sözünü tutar.
Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurdu: (Benim Habîbim,
benim azîzim! Senin Eshâbın benim katımda yıldızlar gibidir.
Ba’zısı ba’zısından nûrludur. Aralarında olan ihtilâflardan
dolayı onları afv ederim. Her kimse ki, onlardan birisinin kavliyle
ve fetvâsıyla amel eder ve yol giderse, hidâyet üzeredir. O
yolu hidâyet ile süslemisim.)
39– Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin
rivâyet etdigi hadîs-i serîfde; Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Benim Eshâbım Nûh aleyhisselâmın
gemisi gibidir. Nûh aleyhisselâmın ümmetinden,
Nûh aleyhisselâma îmân getirip, verdiği habere i’tikâd edip,
emrine uyup gemiye binen, dünyâda tûfan azâbından, âhıretde,
Cehennem azâbından ve hicrândan, mahrûmlukdan emîn oldu.
Her kim ki, Nûh aleyhisselâm hazretlerine îmân getirmedi ve
i’tikâd ile emrine uymayıp, gemiye girmedi, dünyâda tûfandan
bogulmaga mübtelâ olup ve âhıretde mahrûmluga, hicrâna ve
azâba düçâr oldu [yakalandı]. Böylece, benim ümmetimden her
kim ki, eshâbıma muhabbet ederse, dünyâda bid’at ve dalâlet
deryâsına gark olmakdan halâs olur [kurtulur]. Âhıretde, ayrılık,
mahrûmluk, hicrân azâbından selâmet bulur. Ümmetimden
bir kimse, eshâbıma muhabbet etmeyip, benim eshâbım hakkında
söyledigim habere i’tikâd etmeyip, eshâbıma bugz ve
adâvet etse, dünyâda hâricî ve râfizî yolunu tutmus, bid’at ve
dalâlet tûfanında gark olmusdur [bogulmusdur]. Âhıretde hüsrân
ve nedâmet ve hicrân acısına gömülüp, artık, kurtulus ümîdi
kalmaz.)
40– Sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Allahü teâlâ
– 447 –
hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile bana vahy etdi ki, sizin
Rabbiniz olan ben, Ebû Bekrin isteklerini yerine getirdim.
Bunların en asagısı olarak, kıyâmete kadar onu sevenleri ve
onun dostlarını afv etdim.)
41– Yine sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde; Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: (Ömer-ibnül Hattâb “radıyallahü teâlâ anh”, hüccet ve izzet
ve gayret ve salâbet cihetinden, Allahü teâlânın katında demir
bir dag gibidir. Emr ve yasakları yerine getirmekde kötüleyenlerin
[ayblıyanların] sözü ona mâni’ olamaz.)
42– Yine sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde; Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri meleklerine, ümmetimin
hepsi için umûmî, Osmân ve Alî “radıyallahü anhüm” için
husûsî olarak ögünür.)
43– Yine bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ebû Bekrin günlerinden
bir gün, Ömerin kendi günlerinden ve kendi vaktinden
kıyâmete kadar olan günlerden hayrlıdır. Ömerin günlerinden
bir gün, Osmânın bütün günlerinden ve kendi zemânından kıyâmete
kadar olan günlerden hayrlıdır. Osmânın aynı seklde.
Alînin günlerinden bir gün, bütün ümmetin kıyâmete kadar
olan günlerinden hayrlıdır.)
44– Sahîh rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i serîfde, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki:
(Muhakkak, dünyâ gögünde, seksenbin melek vardır ki, Ebû
Bekr ve Ömeri “radıyallahü anhümâ” sevenler için istigfâr
ederler. Ikinci gökde seksenbin melek vardır ki, Ebû Bekr ve
Ömere “radıyallahü anhüm” bugz edenlere la’net ederler.
Üçüncü gökde de seksenbin melek vardır ki, Osmân ve Alîye
“radıyallahü anhüm” muhabbet edenlere [sevenlere] istigfâr
ederler. Dördüncü gökde de seksenbin melek vardır ki, Osmân
ve Alîye “radıyallahü teâlâ anhümâ” bugz edenlere la’net ederler.)
45– Bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin,
– 448 –
her gökde dörtyüz melegi vardır ki, Allahü teâlâ onları benim
eshâbımın dostlarına hayr düâ etmege, düsmanlarına nefret ve
la’net etmege vazîfelendirmisdir.)
46– Bir hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her gökde ikiyüzbin melek
dâimâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin dostlarına istigfâr
ederler. Ikiyüzbin melek dâimâ, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve
Alînin düsmanlarına nefret ve la’net ederler.)
47– Bir hadîs-i serîfde, Fahr-i âlem ve Resûl-i muhterem
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü
Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, Cenneti yaratdıgı zemândan
bugüne ve bugünden kıyâmete kadar, hergünde, Ebû Bekr,
Ömer, Osmân ve Alînin dostları için, birbirine benzemiyen yediyüz
çesid rahmet ve se’âdeti Cennetde meydâna çıkaracakdır.)
Dördüncü Menâkıb: (Çihâr yâr-i güzînin serefli sânları hakkında
mu’teber kitâblarda nakl olunan haberler hakkındadır.)
Sahih isnâd ile Muhtâr bin Abdüllah, Enes bin Mâlik “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etmisdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün Medîne-i
münevvereden çıkdı. Ben de çıkdım. Ensârdan birinin bostânına
girdi. Ben de girdim. Buyurdu ki: (Yâ Enes! Kapıyı bagla.)
Ben de baglayıp, huzûr-ı serîflerine geldim. O sâatde bir sahs
gelip, kapıyı çaldı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdu ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç! O sahsı Cennet
ile müjdele. Ona benden haber ver ve söyle ki, Benden sonra
ümmetim üzerine halîfe olacakdır!) Ben de vardım, kapıyı açdım.
Hâlbuki, kapıyı çalanın kim oldugunu bilmiyordum. Bakdım
ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleridir.
Ben de hazret-i Server-i âlemin buyurdukları haberi verdim.
Kapıyı bagladım, geldim.
Bir kisi dahâ gelip, kapıya vurdu. Resûlullah yine buyurdu
ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç, o kisiye Cennet ile haber ver ki,
Ebû Bekrden sonra, ümmetim üzerine halîfe olsa gerekdir.)
Ben de vardım, kapıyı açdım. Hâlbuki kim oldugunu bilmezdim.
Bakdım ki, Ömer-ül Fârûkdur “radıyallahü teâlâ anh”.
– 449 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:29
Hazret-i Seyyid-i veledi âdemin buyurdukları müjdeleri haber
verdim. Sonra kapıyı bagladım, geldim.
Sonra bir sahs dahâ gelip, kapıyı çaldı. Resûlullah yine buyurdu
ki: (Yâ Enes! Var kapıyı aç! O sahsa Cennet ile müjde
ver. Ebû Bekr ve Ömerden sonra, ümmetim üzerine halîfe olacagını
haber ver. Ve haber ver ki, hilâfeti zemânında, mazlûm
ve günâhsız olarak öldürülse gerekdir ve o kanını akıtdıkları
zemân sabr etsin.) Ben de kapıyı açmaga vardım. Hâlbuki kim
oldugunu bilmiyordum. Kapıyı açdım, bakdım ki, Osmân-ı
Zinnûreyndir “radıyallahü teâlâ anh”. Habîb-i ekrem ve Nebiyyi
muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
buyurdukları haberleri söyledim. O dedi ki, (Yâ Rabbî!
Yardım, herkese Senden gelir. Bize sabr ihsân eyle.) Kapıyı
bagladım.
Ondan sonra bir sahs dahâ kapıya vurdu. Resûlullah yine
buyurdu ki: (Var yâ Enes, kapıyı aç! O sahsa Cenneti müjdele.
Ve haber ver ki, Ebû Bekr, Ömer ve Osmândan sonra, ümmetim
üzerine halîfe olsa gerekdir. Hilâfet onun ile temâm olur.
Hilâfetinin sonunda, nemâz kılarken katl olunsa gerekdir.) Ben
de vardım. Hâlbuki kim oldugunu bilmezdim. Kapıyı açdım.
Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretleridir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin buyurdukları
müjdeleri haber verdim.
Besinci Menâkıb: Yine Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
ile bir vaktde de bir bostâna vardık. O tertîb ile Çihâr yâr-i güzîn
“radıyallahü teâlâ anhüm” gelip, Resûlullah hazretlerinin
huzûr-ı serîflerinde ayak üzeri durdular. Resûlullah hazretleri
bostândan dısarı çıkdılar. Ben önde Çihâr yâr-i güzîn arkamda,
Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ta’kib etdik. Mubârek
gözleri yaslı idi. Çihâr yâr-i güzîn ve ben de agladık. Gözlerimiz
yas ile doldu. Resûlullah hazretleri, bostândan dısarı
çıkdıkdan bir müddet sonra, buyurdular ki: (Yâ Enes! Görür
müsün ki, haber verdigim o sözlerden, hepimizin gözleri yas ile
doldu. Yâ Enes! Ondan gayri ilâh olmıyan Allah hakkı için, benim
vefâtımdan kıyâmete kadar, benim ümmetimden, eshâbımın
ve ehl-i beytimin çekdigi sıkıntılar için gözleri yasaran [ag-
– 450 –
lıyan] ve kalbleri mahzûn olan [üzülen] kimselere Allahü teâlâ
nazar eder. Allahü teâlânın nazar etdigi kimse, Cehennem azâbından
emîn olur.)
Altıncı Menâkıb: Bir vakt Cebrâîl-i emîn aleyhisselâm, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrlarına
geldi. Dedi ki: Senden sonra ümmetin üzerine Ebû Bekr
halîfe olacakdır. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri de
Mi’râc gecesi vâsıtasız olarak [harfsiz ve sessiz olarak] Resûlullah
hazretlerine buyurmusdu ki, (Senden sonra ümmetin üzerine
islâm halîfesi ve hak üzere halîfe Ebû Bekr olacakdır.) O
Ebû Bekrin halîfeligi senin emrinle olmadı. Sonunda Alînin halîfeligi
de senin emrinle olmadı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
emri ile ve mü’minlerin seçmesi ile olmusdur. Eger
bunu yakîn üzerine bilmek istersen, Huzeyfe bin Yemân “radıyallahü
teâlâ anh” rivâyet buyurdugu haberi dinle. Rivâyet
eder ki, Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
(Yâ Resûlallah! Bizim gönüllerimiz onun sebebi ile emîn olması
ve muhâliflerin [düsmanların] dedi-kodularının kesilmesi
için, kendi ihtiyârın ile bizim üzerimize bir halîfe ta’yîn buyurur
musun!) dediler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
cevâbında buyurdular ki: (Eger sizin üzerinize benden sonra
kendi emrim ile halîfe ta’yîn etsem, sonra siz ona âsî olsanız,
üzerinize azâb nâzil olur. Ben kendi murâdım ile ümmetimin
basına halîfe ta’yîn etmegi uygun bulmam ki, Mûsâ-i kelîm
aleyhisselâm Hârûn aleyhisselâmı kendi ihtiyârı ile, kırk gün
kavmi üzerine halîfe ta’yîn etdi. Geri döndükde, sekiz bin âdem
buzagıya tapıp, kâfir oldular, dinden çıkdılar. Ben de eger ümmetim
üzerine kendi re’yim ile halîfe ta’yîn etsem, bilirim ki, kıyâmetde
hiçbir kimseyi, dogru din üzerine, Kitâb ve Sünnet ahdi
üzerine geri bulmam. Lâkin, ben bir is islerim ki, Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretlerini ümmetim üzerine halîfe kılarım. (Vallahü
halîfeti aleyküm.) Ben ümmetimi Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretlerine ısmarladım. Allahü teâlâ bilir. O kimi irâde ederse,
tarafından ta’yîn buyurur.) Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri,
kendi tarafından Ebû Bekr-i Sıddîkı halîfe yapdı. Bütün âlem bilir
ki, Ebû Bekr-i Sıddîk, beyânları ile ve nisânlar ile, Resûlullah
hazretlerinin halîfesidir.
– 451 –
Lâkin burhân ve fermân ile Allahü teâlâ hazretlerinin halîfesidir.
Bilmis ol ey civânmert. Sen ki, benim cânım sana fedâ
olsun. Âlem halk olunan zemândan, kıyâmete kadar, Resûlullah
hazretleri gibi bir Nebî ne gelmisdir ve ne de gelecekdir.
Bundan dolayı ki, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bir sâdık takvâ sâhibi
ne gelmisdir ve ne de gelecekdir “radıyallahü teâlâ anh”. Râfizîye
söyle ki, dünyâda ve âhıretde, kör ve zelîl ve bası asagı egik
olsun.
Beyt:
Giden gitdi, olan da oldu,
Gönlün gamlanması fâide vermez.
Yedinci Menâkıb: Câbir “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
eder. Bir vakt, muhâcir ve ensârdan, kalabalık bir cemâ’at ile,
Medîne-i münevverenin bir mahallinde, ensârdan sâlihâ bir hâtunun
ziyâfetinde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri ile berâber oturmusduk. Elimizi yiyecege uzatmadan
evvel, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular
ki, (Bu sâatde [simdi] Cennet ehlinden bir merd gelir
ki, benden sonra o merd, ümmetim üzerine hak üzere halîfe
olur.) Bunu söyledigi sırada, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” içeri girdi. Sonra buyurdu ki: (Simdi, ehl-i Cennetden
bir merd dahâ gelir ki, ümmetimin üzerine Ebû Bekrden
sonra, hak üzere halîfe olur.) Bunu söyledigi ânda, Ömer-ül Fârûk
“radıyallahü teâlâ anh” meclise dâhil oldu. Sonra buyurdu
ki: (Bu vaktde ehl-i Cennetden bir sahs dahâ bu meclise dâhil
olur ki, Ömerden sonra hak üzere halîfe olur.) Sözü temâmlandıgı
ânda Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” meclisde
hâzır oldu. Sonra buyurdu ki: (Ey benim eshâbım, yârlarım!
Yemek hâzır oldu. Lâkin bir merd dahâ kalmısdır ki, o merdin
de bu yemekde bizim ile berâber rızkı vardır. Ehl-i Cennetdir.
Osmândan sonra ümmetim üzerine hak üzere halîfe olur. Bu sırada
gelir. Ondan sonra ta’âm yinecekdir.) Câbir “radıyallahü
teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
bu sözü söyledi. Bir sâat bekledi. Mubârek yüzünü kapı
tarafına çevirip, baska sey ile mesgûl oldugu hâlde düâ edip, buyurdu:
(Yâ Rabbî, Alîyi bu zümrede kıl!) Üç kerre bu düâyı buyurdu.
Hemen Aliyyül Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” kapı-
– 452 –
dan girdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdu: (Ta’âmı koyunuz. Size âfiyet olsun!)
Sekizinci Menâkıb: Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh”
rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri Medîne-i münevverede, Mescid-i serîfi binâ etmek istediler.
Onbinden ziyâde tas toplanmısdı. Resûlullah hazretleri
bu kadar tasdan bir tas kaldırdı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ
anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!) Sonra
Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen
de bir tas kaldır!) Sonra Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine
buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!) Sonra Alî “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerine buyurdular ki: (Sen de bir tas kaldır!)
Her birisi bir tas kaldırdılar. Ya’nî ellerine tas aldılar. Eshâb-
ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, muhâcir ve
ensâr, huzûrda el kavusdurup, dururlardı. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, mubârek elleri ile kaldırdıgı
tası, götürüp, gerekli yere koydu. Ondan sonra buyurdular
ki: (Yâ Ebâ Bekr! Kaldırdıgın tası getir, benim koydugum tasın
yanına koy!) O da getirip, yanına koydu. Sonra buyurdular ki:
(Yâ Ömer! Sen de getir, o tası Ebû Bekrin tasının yanına koy!)
O da getirip, koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Osmân!
Sen de getir o tası Ömerin tasının yanına koy!) O da getirip,
koydu. Ondan sonra buyurdular ki: (Yâ Alî! Sen de getir o tası
Osmânın tasının yanına koy!) O da getirip, koydu. Sonra, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Eshâb-ı
güzîne hitâb edip, buyurdular ki: (Ey Eshâbım! Bu taslar arasında
gördügünüz sıra, benden sonra halîfe, Ebû Bekr, ondan
sonra Ömer, ondan sonra Osmân, ondan sonra Alînin olacagına
açık bir delîldir. Siz ki benim eshâbım, muhâcir ve ensâr!
Herkes ne mikdâr bu taslardan ister ise, alıp nereye ister iseniz
koyunuz.) Medîne-i münevvere mescidinin yapılısındaki bu tas
haberi çok yerde anlatılmısdır. Ammâ, bize gelen haberlerin en
sahîhi budur.
Dokuzuncu Menâkıb: Bu haberin râvîsi Sefînedir “radıyallahü
teâlâ anh.” Sefîne, Sahâbe-i güzînden olup, Ümm-i Seleme
“radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin kölesidir. Ümm-i Seleme
hazretleri ezvâc-ı tâhirâtdan idi. Sefîneyi alıp, hayâtı boyunca
– 453 –
[yasadıgı sürece] Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin hizmet-i serîflerinde bulunması sartı ile âzâd etdi.
O da bu sart ile âzâd olmagı kabûl etdi. Resûlullah hazretlerinin
hizmet-i serîflerinde bulunurdu. Bir gün ondan sordular.
Sefîne adını sana kim koydu. Dedi ki: Ma’lûmunuz olsun ki, biz
Resûlullah hazretleri ile, bir seferde idik. Bir konak yerinde, esyâlarımız
ve silâhlarımız çogaldı. Davârlarımız za’îf idi. Bir büyük
kilimimiz var idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
ben kuluna buyurdu ki, (O kilimi yere döse ve askerin fazla
esyâsını o kilim üzerine topla.) Ben de o sâatde kilimi yere
döseyip, esyâları ve silâhları o kilim üzerine topladım. Bana buyurdu
ki, (Kilimin uçlarını bagla! Kilimin içinde olan sefer takımlarını
götür. Yola gir. Mert seklde git ki, sen Sefînesin!) Ben
de o bütün silâhları Onların himmetleri ile götürüp, atlılar ile
berâber yürüdüm. Gidecegimiz menzile erisdim. Aslâ yolda bir
zorluk ve elem görmedim. O günden bugüne kadar istedigim
zemân on devenin yükünü götürürdüm. On menzil yere iletirdim.
Bunu Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
mubârek lafzları [sözleri] bereketiyle yapardım. O zemândan
beri ismim Sefînedir.
O Sefîne rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri hergün sabâh nemâzının farzını edâ etdikden
sonra, mubârek yüzünü, eshâbına döndürüp, süâl buyururlar:
(Sizden bir kimse bu gece bir rü’yâ görmüs ise, haber versin.)
Eger gören var ise anlatırdı. Dinleyip, ta’bîrini beyân buyururlardı.
Eger kimse görmemis ise, Nebiyyi muhterem “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri uygun buldukları bir konuda
onlar ile söylesip, kalkarlar idi. Bir gün de hiç kimse rü’yâ görmemisdi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Ey eshâbım! Bu gece ben acâib bir rü’yâ
gördüm. Gördüm ki, gökden bir terâzî asagı asdılar. O terâzînin
iki latîf ve güzel ve büyük kefeleri var. Beni terâzînin bir kefesine
koydular. Ebû Bekri diger kefesine koydular. Ikimizi tartdılar.
Ben Ebû Bekrden ziyâde [agır] geldim. Sonra beni terâzînin
kefesinden çıkardılar. Ömeri koydular. Ömer ile Ebû Bekri
tartdılar. Ebû Bekr Ömerden agır geldi. Sonra Ebû Bekri çıkardılar.
Osmânı o kefeye koydular. Ömeri Osmân ile tartdılar.
Ömer Osmândan agır geldi. Ömeri çıkardılar. Alîyi o kefeye
– 454 –
koydular. Osmânı Alî ile tartdılar. Osmân Alîden agır geldi.
Osmânı o kefeden dısarı çıkardılar. Sonra Alînin vaktinden kıyâmete
kadar, cümle ümmeti o kefeye koyup, bütün ümmeti
Alî ile bir tartdılar. Alî cümleden ziyâde geldi [agır geldi]. Sonra
o terâzîyi gök yüzüne çekdiler.)
Onuncu Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki: (Ondan baska ilâh olmıyan Allahü
teâlâya yemîn ederim ki, âlemin yaratılmasından beri hiç bir
Nebî ve Mürsel, ümmetlerinden Ebû Bekr-i Sıddîkdan fazîletli
kimse ile sohbet etmemisdir.) Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Âlem halk olunalıdan beri,
yüzyirmidört bin Peygamberden hiçbiri, Ömer bin Hattâb gibi
dîni kuvvetli birisi ile sohbet etmemisdir.) Yine Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Hiç kimsenin
dili, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin kelâmını, Osmândan
çok zikr etmemisdir.) Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Âlem vücûda geleliden beri,
hiçbir behâdırın eli ve kolu ehl-i kâfirin basına, Alînin eli ve
kolu kadar kuvvetli kılıç vurmamısdır.)
Onbirinci Menâkıb: Abdüllah bin Ebî Baysânîye Allahü
teâlânın Arsından sordular. O dedi ki, Yahyâ bin Ebî Tâlibden;
Allahü teâlânın Arsından süâl etdim. O da dedi ki, ben
de, Abdülvehhâb bin Atâdan, Rabbil’izzenin Arsından süâl
etdim. O da Sa’îd bin Urveye Rabbil’izzenin Arsından süâl etdim,
dedi. O da, Katâde bin Deâmeye Rabbil’izzenin Arsından
süâl etdim, dedi. O da, Enes bin Mâlike “radıyallahü anh”
Rabbil’izzenin Arsından süâl etdim, dedi. O da, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine süâl etdi. Resûlullah
se’âdetle buyurdular ki: (Ben de Rabbimin Arsından
Cebrâîl aleyhisselâma süâl etdim. O dedi, süâl eyledim, Mikâîl
aleyhisselâmdan, Rabbil’izzenin Arsından. O buyurdu, süâl
eyledim Isrâfîl aleyhisselâmdan, Rabbil’izzenin Arsından.O
buyurdu; ben süâl eyledim Levh-i mahfûza, Rabbil’izzenin Arsından.
O dedi, süâl eyledim, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine,
Arsından ve Arsın büyüklügünden. Allahü Sübhânehü
ve teâlâ buyurdu ki, Ars-ı Mecîdin üçyüzaltmısbin kâimesi var,
– 455 –
ya’nî ayagı var. Her ayagının altmısbin kerre yedi kat gök ve yer
kadar büyüklügü var. Her ayagının altında altmısbin sahrâ, her
sahrâda altmıs bin âlem, her âlemin yaratılan insan ve cinnin
altmıs bin katı kadar mahlûku var.) Burada anlasıldıgı üzere,
Allahü teâlânın yaratdıkları kemâl üzeredir ve cemâldedir. Ondan
dahâ mükemmelinin olması mümkin degildir. Herkes Allahü
teâlânın yaratdıklarını fehm edip, Allahü teâlânın azamet ve
celâlini anlıyamaz. Herkesin ilmi ve aklı, Allahü Sübhânehü ve
teâlâ hazretlerinin melekûtinin izzetine ve ceberûtinin sırrına
erisemez. Allahü teâlâ hazretlerinin gayb-ül gayb esrârının sırrından,
cümle halkden bir kimse bir nefesi âsikâre alamaz. Nasıl
ki, bir sâir beyân etmisdir:
..
Ask yolunu tutanların kapısında bekle,
Âsıklıgın bayragını meydâna çıkarma.
Ask nisânsız ve belirsizdir,
Kimse o nisânsız Zâtdan bahs etmesin.
Sermâye kalmayınca ask da kalmaz,
Câna ve cihâna güvenme.
..
Âsıkların lebbeykini söylemiyen,
Büyüklük mahremi olamaz.
[Allahümmagfir lî ve li-vâlideyye ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve
li-âbâî-ve ceddât-i zevcetî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve lil-mü’minîne
vel-mü’minât vel-müslimîne vel-müslimât el-ahyâ-i minhüm
vel-emvât bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn.]
Çok sayıdaki mahlûklar ve melekler, Allahü teâlâ ve tekaddes
hazretlerinin Âdemi ve evlâdını, iblîsi, gökleri ve yerleri
Cenneti ve Cehennemi yaratdıgını bilmezler. Sâdece Ebû Bekr,
Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerine ve
onların muhib sâdıklarına istigfâr ederler. Onların afv olunmasını
taleb ederler. Burada Ehl-i sünnet vel cemâ’at i’tikâdında
olanlara büyük seref ve fazîlet vardır. Bunun için sevinmeli, Allahü
teâlâya sükr ve hamd etmelidir.
Onikinci Menâkıb: Bu hadîs-i serîfin tercemesi çokdur ve
uzundur. Lâkin lâzım oldugu mikdâr beyân edelim. Abdüllah
ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet et-
– 456 –
misdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ne vakt ki,
vâsıtasız ve âletsiz Âdem “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm”
hazretlerini kendi yed-i kudreti ile halk etdi. O zemân
onu bir aksırma ile imtihân buyurdu. Aksırma Âdem “aleyhisselâm”
hazretlerinin mubârek agzından çıkdı. Cân-ı azîzi [rûhu]
istedi ki, aksırma ile bedeninden ayrılsın. Allahü Sübhânehü
ve teâlâ hazretleri Âdem aleyhisselâma ilhâm buyurdu. O
zemân Allahü teâlâ hazretlerine tahmîd etdi. [Ya’nî Elhamdülillah,
dedi.] Karsılıgında Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri
(Yerhamükellah) buyurdu. Ma’nâsı sudur: Allahü teâlâ sana
rahmet eder ve senin nesline rahmet eder ve bereket verir. (Elhamdülillah)
bereketi ile Âdem aleyhisselâmın bedeni aksırma
sıkıntısından kurtuldu, râhata kavusdu. (Yerhamükellah) bereketi
ile cân-ı azîzi [rûhu], mubârek bedeninde râhatlayıp, râhat
oldu. Lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden (Yerhamükellah)
mubârek lafzını isitince, hemen o zemân iki elini,
bası üzerine koyup, dedi ki, âh, âh, herhâlde bir günâh isledim.
Omelekler o vakt orada hâzır idiler. Dediler ki: Yâ Âdem! Sen
ilm-i gaybı bilmezsin. Olmamıs günâhı nasıl bildin. Âdem aleyhisselâm
buyurdu ki: Evet, ben ki, Âdemim. Günâh islemeseydim
Allahü teâlâ hazretlerinin rahmetine kavusmazdım. Zîrâ,
Allahü teâlâ hazretlerinin rahmeti ve magfireti günâhkârlar
içindir.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” hazretleri der
ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: (Âdem aleyhisselâmın bedeninin bir bölügü canlı,
bir bölügü cansız oldugu vakt, Âdem arkası ile gögsü arasından
bir söyleyicinin sesini isitdi ki, Âdemin rûhu o sesin askı ile titredi.
O söyleyici dedi ki, (Rabbimize sükr olsun. Onun çocugu
yokdur. Mülkünde ortagı yokdur. Onu çok büyük bilmek lâzımdır.)
Ondan sonra bir ses dahâ isitdi ki, (Dogru söyledin.
Rabbimiz büyükdür. Azîzdir) diyordu. O sesden sonra gördü
ki, bir nûr mubârek gögsünde meydâna geldi. O nûrun sevketinden
Cennetin kapıları açıldı. Ondan sonra o nûrun berâberinde
birbirine müsâvî iki nûr dahâ Âdem aleyhisselâmın gögsünde
meydâna geldi. O iki nûr birbirine muvâfakat ve müsâadetle,
öyle bir parıldadılar ki, Cennetin dereceleri ve bu dere-
– 457 –
celerde ne var ise hepsi, açıkca göründüler. Besinci kerre Âdem
aleyhisselâm kendi bâtını aynasında [rûhunun aynasında] bir
sahs sûreti gördü. Semâilinde [görünüsünde] heybet ve sefkat
sebeblerinden ve eserlerinden çok çok zuhûra gelip hâsıl olmus
bir sahs ki, çok kuvvetli, gâyet siddetli, fevkal’âde heybetli, iri
yapılı ve sıhhatli idi. Aynı zemânda kemâl-i gayret ve salâbetle
süslü bir kılınç sûreti de o sûretin omuzuna konulmus. Âdem
aleyhisselâm buyurdu ki, o bes nesne o bes kimsedendir. Birinci,
söyleyiciden, ikinci, tasdîk ediciden, üçüncü, nûrdan, dördüncü,
nûrdan, besinci söyliyen ve o kılıncı tasıyan heybetli ve
siyâsetli sahsdan ki, onun gibi birbirine ulasmıs ve rahmet ve
kerâmetle süslenmisdir.)
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu
ki: Cebrâîl aleyhisselâm dedi: Âdem aleyhisselâmın, üst
yarısı rûhu ile canlı, alt yarısı cansız oldugu vaktde, kendi bas
gözü ile ve gerekli kulagı ile o bes nesneyi ve o bes nesneden
görmesi gerekeni gördü, isitmesi gerekeni isitdi. O acâibligi görünce,
basından kendi kendine hareket etdi. Mubârek lisânını
tesbîh ve tehlîl ve tahmîd ve tekbîr ile Allahü teâlânın yüceligini
dile getirdi. (Sübhâneke rabbî. Sübhâneke rabbî. Sübhâneke
rabbî. Mâ a’zameke ve mâ a’zam kudretike ve mâ evsa’ magfiretike
ve rahmetike. Lâ ilâhe illâ ente tebârekete ve teâleyte
rahmeten vesiat külle sey’in ilmen ve ahseyte külle sey’in adeden.)
[Ey noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim. Seni tesbîh
ederim. Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim. En büyük
kudret, en genis magfiret ve rahmet Sendedir. Senden baska
ilah yokdur. Sen çok büyüksün ve sânın çok yüksekdir. Ilmin
herseyi içine almısdır.] Yâ Rabbel’alemîn! Bana haber ver ki,
bu gördügüm sasılacak is nedir. Isitdigim güzel ses neden ötürüdür.
O kimse kim idi. Sana sükr ve senâ etdi. Ikinci kim idi ki,
evvelkini tasdîk etdi. O nûr ne nûr idi ki, Cennetin kapıları o
nûr ile açıldı. Yâ o iki nûrlar da ne nûr idi, o nûrdan sonra ki,
Cennetin dereceleri o iki nûrdan aydınlandı. O âhıretde gördügüm;
heybetli, salâbetli sûret, kimin sûreti idi. Allahü Sübhânehü
ve teâlâ buyurdu ki: Yâ Âdem! Henüz onların meydâna çıkmaları
vakti gelmedi. Ammâ sen bu sâatde Âdemsin. Sana lâzımdır
ki, onlardan iki nesneye kanâat edesin. Birincisi, onların
adları o yerde yazılmısdır; göresin. Ikincisi, sıfatlarını benden
– 458 –
isitesin. Âdem “aleyhisselâm” dedi ki: Yâ Rabbil’âlemîn! Sen
neyi irâde edersen o olur. Ne buyurursan o meydâna gelir. Allahü
teâlâ hazretlerinden buyruk geldi ki, (Yâ Âdem! Biz bu
sırrı sana açdık, perdeyi kaldırdık. Bak, göresin.) Âdem aleyhisselâm
iki gözünü ars tarafına çevirdi. Arsın kenârında, (Lâ
ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah! Ebû Bekr-i Sıddîk.
Ömer-ül Fârûk. Osmân-ı Zinnûreyn. Aliyyül Mürtedâ.) yazılmıs
gördü. Âdem “aleyhisselâm” dedi ki: Yâ Ilâhî! Meger bunları
benden evvel yaratmıssın. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri
buyurdu: Yâ Âdem, ben onları senden evvel yaratmadım.
Muhakkak senin neslinden yaratacagım. Lâkin adlarını gökden
ve yerden, Cennet ve Cehennemden ikibin kerre bin sene evvel,
Ars üzerinde ve tâcı üzerinde yazmısım. Senin evlâdların
dünyâda, her ne vakt ki, benim ismlerimi zikr ederler. Benim
bendelerim olan melekler de, ulvî âlemde, onların ismlerini zikr
ederler. Âdem aleyhisselâm dedi: Yâ Rabbî! Onların yüzünü
görmeyip ve onları görmekle sâd ve hurrem olmadıkdan sonra,
bana onların adlarını görmekden ne fâide olur. Allahü Sübhânehü
ve teâlâ hazretleri buyurdu: Yâ Âdem; onların adlarını bu
vaktde görmenin fâidesi sudur ki, ilmel yakîn bilesin ki, senin
hayâtın vaktinde veyâ senin evlâdın vaktinde karsılasacagınız
her lüzûm ve ihtiyâc, onların sebebi ile görülür. Onların sefâ’atinden
gayri kurtulus yokdur. Senin etdigin her düâ veyâ senin
evlâdının etdigi düâların kabûlüne sebeb onların sefâ’atlarından
gayri yokdur. Bu söz söylendi ve geçdi.
Hayât Âdem aleyhisselâmın mubârek teninde karâr kıldı.
[Ya’nî bedeni canlandı.] Cennete girdi. Yasak edilen agacdan
yidi. Bu sebeble Cennetden dısarı düsdü [çıkarıldı]. Dürlü dürlü
ve çesidli üzüntüler ile karsılasdı. Üçyüz sene aralıksız Allahü
teâlâdan hayâ edip, istigfâr ve düâlar eyledi. Üçyüz sene temâm
oldukda, bir gün yukarıda söylenilen sözler hâtırına geldi.
Hemen o sâatde iki elini kaldırıp ve iki gözünü ars-ı azîm
tarafına dikip, dedi ki: Ey âlemlerin Rabbî! O bes kimsenin
hürmeti için ki, onların rûhlarını kendi sînemde müsâhede etdim.
Ve ismlerini Arsın kenârında yazılmıs gördüm. Onlar,
Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
ve Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûk ve Osmân-ı
Zinnûreyn ve Aliyyül Mürtedâdır “radıyallahü teâlâ anhüm
– 459 –
ecma’în”. Benim günâhımı onların hürmetine afv et. Hemen
Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki: Yâ Âdem, senin özrün
ve düzelmen ve tevben kabûl olması, O kimselerin hurmetine
ve hasmetine oldu. Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm”,
iste böyle isleri ve sözleri isitdikden ve gördükden sonra,
o bes kisinin sânını ve hâlini Allahü Sübhânehü ve teâlâ
hazretlerinden süâl etdi. Allahü teâlâ onların hâllerini, sîretlerini,
yollarını ve güzel mu’âmelelerini beyân buyurdu. O vaktde
Âdeme bildirdi ki, yâ Âdem! Sükr ve senâ etdigin o söyleyici,
âlemin vücûdunun aslıdır ve âlemde yasıyanların kutbudur.
Üzerine hüccetdir. Bütün varlıklar onun sâyesinde vardır.
O kimsedir ki, halkla, benimle ve kendi ile dogrudur. O kimse
ki, sirkin ve nifâkın kökünü ve temelini keser. Inâd perdesini
yırtar. O, bâtılın basını ve boynunu kırar. Ve söndürür. O, küfrün
hiçbir yerinde kâdir ve kıymetini koymaz. O, benim ismetimin
sırrındadır. Ve nusretimin himâyesindedir. O bir çırâgdır.
Ben kara gönülleri o çırâgın nûru ile parlatır, aydınlatırım.
O bir dostdur ki, ben onun dostlarının cürüm ve cefâsını ve
kendi dostlarımın sehv ve hatâsını onun hürmeti ile örterim. O
resûl, rahmet ve kerâmetdir. O kıyâmet gününde, yalnız basına
mahserdekilere sefâ’at eder. O arabî olan Ahmed, Hâtem-ül nebiyyin
ve Kureysi olan Muhammeddir. Bütün Resûllerin seyyididir.
Yâ Âdem! O ikinci ki, birinciyi üç kerre tasdîk etdi. O Ebû
Bekr-i Sıddîkdır. O ihtiyâr [seyh] çok büyük, kemâl ve cemâl ile
süslenmisdir. Ahlâkı güzelliklerde ögülmüs ve begenilmis bir
yegânedir [essizdir]. Hayrlı ve çok iyidir. Dînin muhiblerinin
[sevenlerin] güzîdesidir. Hiçbir amel islemezden evvel bizim
kabûl olunmusumuzdur. Vücûda gelmezden [yaratılmadan] evvel,
husûsî muâmele edilen üstün kimselerin tanınmısıdır.
Onun sîreti ehl-i islâma ısıklı yoldur. Onun tarîkati [yolu] ehl-i
sünnet vel cemâ’at için ana caddedir. Hem râzı olmus, hem de
râzı olunmusdur. Hem muvaffak, hem mukarrebdir. Sâbıkdır
ve sâdıkdır. Müslimânlık dîninin aslında, dogru ve dürüstdür.
Atîk-i ezhardır. Sâdık-ı ekberdir. Yüzyirmidörtbin ümmetin
büyügü ve efendisidir.
Yâ Âdem! O nûr ki, onun ısıgı ile Cennetin kapıları açıldı.
– 460 –
O kimsedir ki, bu kendi gönderdigim Hak dînime onunla nusret
veririm. Ben islâmı onunla azîz ederim. Ben hakkı ve hak
ehlini onunla meydâna çıkarırım. Bâtıl ve bâtıl ehlini onunla
yok ederim. Seytânı onun ile korkuturum ve kaçırırım. Ben
îmânı küfrden, küfrü îmândan onunla ayırırım. Âhır zemânda
Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
dînine nusreti onunla peydâ ederim. O milletin diregidir.
Zînetidir, hüccetidir; çırâgıdır. O vâhib (afv eden), evvâb, tevvâb
[tevbe edici] ve Ömer-ül Hattâbdır.
Yâ Âdem! Ammâ o iki nûr ki, birbirine muvâfık ve müsâid
ve birisi îmân nûru ve birisi Kur’ân nûrudur. O iki nûrun ehli
ve o nûrun mahremi, hayâ sâhibi Osmân bin Affândır. Hem
nâsîr-i Kur’ândır. O, benden râzıdır. Ben ondan râzıyım. Dogru
kanâatli ve dogru düsüncelidir. Her ne yaparsa ihlâs üzeredir.
Her ne söyler ve buyurur ve isitirse ihlâs üzeredir. Geceleri
kıyâmda ve kuûdda [ka’dede], rükû’da ve secdede diri tutar.
Nebîlerin rûhunu ve meleklerin sahsını, kendi tehlîl ve tesbîhi
ile âsûde ve râhatlıkda tutar. Dirlik vaktinde [sulh zemânında]
kerâmet ehli olur. Kıtâl [harb] vaktinde, kemâl ve sehâdet ehli
olur.
Yâ Âdem! O civânmert ki, onun sûreti sînenle iki yanın arasında
tasvîr edilmisdir. O merddir ki, fütüvvet ve mürüvvet esâsı
olarak ne varsa, secâat ve sehâmet temeli olarak ne mevcûd
ise, hepsi bir onun semâilinin rüzgârında yer tutmusdur. Civânmerddir
ve sîr-i merddir [aslan gibi yigitdir]. Sıgınılacak bir
kal’adır. Ilm hazînesidir. Hilm kaynagıdır. Süvârî oldugu [ata
bindigi] vaktde, mukaddem ve sâbıkdır. Yaya oldugu zemân
müctehidlerin büyügü, hidâyet ehlinin sancagı ve vilâyet ehlinin
rabbânîsidir. Kendi ameli ile sâbık ve benim hükmümle nâtıkdır.
Her gâlib üzerine gâlib ve adı Alî ibni Ebî Tâlibdir “radıyallahü
teâlâ anh”.
Diger rivâyet: Âdem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm”
onların ism-i serîflerini arsda gördügü vakt, dedi ki: Yâ
Rabbî! Gördüm ve bildim, ammâ, onların herbirseyi benimle
kalır mı, yoksa benden ayrılır mı? Cevâb geldi ki, yâ Âdem!
Sen bizim ahdimizde vefâ üzerindesin. Bizim emrimizde ve rızâmıza
tâbi’sin. Bu hediyyeler, bu inciler, bu nûrlar, sendedir,
– 461 –
seninledir. Ahdimizi bozar ve vefâdan dönersen ve emr ve rızâmıza
muhâlefet edersen, o vakt sen bilirsin. Hazret-i Âdemin
cânı [rûhu], mubârek tenine dagılıp, yerlesdi. Bedende [tende]
sükûnet buldu. Cennet hullesini giydi. Kerâmet tâcını basının
üzerine koydu. Kurbiyyet kemerini bagladı. Izzet tahtının üzerine
oturdu. Aslı misk-i esfer [çok güzel koku] olan o ugurlu ve
bereketli binek üzerinde, gökler melekûtine geldi. O binek
üzerinde Cennetlere geldi. Kudsî âlemlerin hepsinde dolasdı.
Her âlemde, o âlem halkının kıblesi oldu. Cebrâîl ve Mikâîl
Âdemin ma’iyyetinde gidiyordu. Bütün bu fazîletleri, Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretleri Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretlerinin bereketi ile verdi. Âdem aleyhisselâmın
hullesinin [elbisesinin] rengi yıldız gibi ve mubârek teninin
rengi ay gibi, mubârek yüzünün rengi günes gibi idi. Mubârek
alnı üzerinde yazılmıs: Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah.
Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn,
Aliyyül Mürtedâ. Mukarreblerden, mukaddeslerden, rûhânîlerden,
kerûbîlerden o kadar melek, hazret-i Âdemin gelip-geçecegi
yollar üzerine dururlardı. Âdem aleyhisselâmın yüzüne
bakarlar, alnında yazılı olan (lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah,
Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn,
Aliyyül Mürtedâ)yı görürlerdi. Âdem aleyhisselâm Cennetde
ni’metlenip ve zevklendi. Sonra sûrî isyân olup, Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretleri, lutf-i kereminden tevbesini kabûl
edip, zellesini afv etdi. Âdem aleyhisselâm düâ edip, dedi: Yâ
Rabbî! Bir kerre dahâ o bes nûru bana getir. Allahü teâlâ,
Âdem aleyhisselâmın düâsını kabûl edip, Âdeme Cennetin
simsîr agacından bir tabût [sandık] indirdi. O tabutda, ezelî ilmi
ve ezelî irâdesi te’alluk etmis, üç arsın yüksekligi, üç arsın
eni vardı. Tabutda yüzyirmidört bin Nebînin sûreti, o sûretin
herbirine bir hâne olmak üzere yüzyirmidört bin hâne, her hâneye
de dıvâr, dam, kapı, pencere, perde ve perdedâr halk etmis.
Baslangıçda Âdem aleyhisselâmın hânesi, sonunda Muhammed
Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
hânesi vardır. Bir tarafında Enbiyâ hânesi, bir tarafında
hazret-i Resûlullahın kırmızı yâkutdan hânesi. Hâne ortasında
nemâza durmus ve sag elinin ayasını sol elinin üzerine koymus
ve Resûlullah hazretlerinin sag tarafında bir merd-i mutî’nin
– 462 –
[itâat eden merdin] sûreti vardır ki, alnında yazılmısdır: Bu
Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Sol tarafında da bir merdin sûreti vardır
ki, alnında yazılmısdır: Bu Ömer-ül Fârûkdur. O merd ki, Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretlerinden gayri kimseden korkmaz.
Önünde Osmânın “radıyallahü anh” sûreti ve alnı üzerinde yazılmısdır
ki: Bu, iyi merdlerin hâsı ve iyi kulların büyügüdür.
Hazret-i Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” arkasında
Aliyyül Mürtedânın sûreti, kılıcını omuzuna almıs ve alnı
üzerinde yazılmıs ki, Mustafâ hazretlerinin birâderi ve amcazâdesidir.
Ondan sonra Çihâr yâr sûretinin etrâfında amcaların
ve dayıların sûreti ve diger halîfeler ile vekîllerinin sûreti, muhâcir
ve ensârın gâzîlerinin hepsi, baslarında yesil imâme ve yesil
tâclar ve yesil silâhlar ve binekleri de hepsi yesil. Yarın kıyâmetde
de böyle gelirler. Dünyâda günesin nûru dünyâyı aydınlatdıgı
gibi, onların atlarının tırnaklarının nûru arasat meydânını
nûrlandırır. Âdem aleyhisselâm dünyâda hayâtda idi; o tabut
yanında idi. Âdem aleyhisselâm dünyâdan göç etdiler. Sît “alâ
nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine mîrâs kaldı.
Sîtden “aleyhisselâm” Idrîse “aleyhisselâm” ve böylece tâ Ibrâhîm
Halîl ve Ismâ’îl ve Mûsâ Kelîmullah ve Îsâ ibni Meryem
“alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm” hazretlerine mîrâs
kaldı. Bu kıssa uzundur. Bundan maksad odur ki, hazret-i
Âdemin zemân-ı serîfinden, hazret-i Îsânın zemân-ı serîfine kadar
her bir Nebî ve her bir Resûl, gazâya gidecegi ve Allahın
düsmanları ile harb edecegi zemân, o tabutu kendi ile berâber
götürürdü. Muhammed Mustafa “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin berekât ve hayrâtından ve Çihâr yâr-i güzînin
berekâtından zafer ve nusret ve fırsat müyesser olurdu. Bu
konu (Kısâs)da mevcûddur.

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)